Geçen asrın başlarından ortalarına, ırkçılığın her geçen gün arttığı Amerika’nın güney eyaletlerinde, okullarda , otobüslerde ve kamusal alanda siyahlar beyazlarla birlikte bulunamıyorlardı. Bunun en çarpıcı örneği toplu taşımada ki uygulama idi. Otobüsün ilk dört bölümü beyazlara ayrılırdı. Onların ardında siyahiler otururdu. Önde biletini alan afro-amerikalılar beyazların önünden geçip otobüsün arka bölümüne geçemezlerdi. Biletlerini aldıktan sonra, tekrar inerler ve otobüsün arka kapısından binerlerdi.
Rosa , 12 yaşındayken ilk kez buna itiraz etti ve beyazların önünden geçerek arka bölümde ki yerini aldı. Ancak 1 Aralık 1955’te gösterdiği cesaret, bir halkın var olma mücadelsinde, bir dönüm noktası oldu. Her zamanki gibi otobüse bindi ve önlerde bir yere oturdu. Onunla birlikte 3 afro-amerikalı daha oturdu. Beyaz Amerikalıların gelmesinden sonra diğer üçü yerlerini bırakıp arkaya geçtiler. Bir tek Rosa Parks karşı çıktı ve yerinden kalkmadı.
Yerinden kalmayınca, yürürlükteki kanuna göre Rosa Parks tutuklandı ve mahkemeye çıkarıldı. Böylece mücadelenin ilk kıvılcımı yakılmış oldu. Bir yanda Dr. Martin Luther King , diğer yanda Malcolm X , 380 gün sürecek büyük bir mücadele dönemi başlattılar. Bu dönemde siyahiler toplu taşıma araçlarını boykot ediyor ve her yerde haklarının tanınması için eylem yapıyorlardı. Bir yılın ardından Anayasa Mahkemesi uygulamanın durdurulmasını istedi. Amerika’da yeni bir dönemin başlangıcı idi.
“Hayatımda dramatik olaylar yaşadım, yasalara dayalı ırkçılığın , ayrımcılığın uzun yıllar şahidi oldum ve onlarcası gibi bundan dolayı büyük acılar çektim” diyordu Rosa Parks (1913-2005).Bugünde insanlar tercihleri sebebiyle dünyanın çeşitli noktalarında baskı görüyorlar veya şiddete maruz kalıyorlar. Genellikle oluşturulan olumsuz imagolar üzerinden parmakla gösteriliyorlar. Yaşanan dramatik sahneler insanları paryalaştırdığı gibi, toplumları da yaralıyor.
Amerika’yı vuran 11 Eylül saldırılarıdan sonra, Batı’da, parya bir sınıf oluştu: Müslümanlar. Yaşananlardan sorumlu tutulurcasına doğrudan veya dolaylı yollardan baskı gördüler ve “günah çıkarmaya” zorlandılar. Medya bu noktada, birinci görevi olan bilgilendirme görevi yerine, bir azınlığı çoğunluk olarak takdim etmek suretiyle ateşi alevlendirdi.
Müslümanlar bir anda kendilerini “ateş hattında” buldular. “İzole” edildiler. Bir süre sonra, Avrupa’dan yükselen aydın görüş onları kendilerini ifade etmeye, meydanı medyaya veya bundan beslenen organizasyonlara bırakmamaya, tartışmalarda aktif olmaya davet etti. Ne var ki, izole edilenlerin bir anda çıkıp kendilerini ifade etmeleri kolay değildi. İlk teşebbüsleri daha çok salonlarda “kendi aralarında” gerçekleşti. Kendilerini anlatmak adına birşeyler yapmaları gerektiğini biliyorlardı ; ancak nasıl olacağı konusunda cevabını bulamadıkları onlarca soru vardı.
Danımarka’da patlak veren karikatür krizinden sonra, bir grup adam bir araya gelerek birşeyler yapma noktasında anlaştı. İslam’ı “dış dünyaya” anlatma noktasında ilk adımları, Etienne Dinet’nin Hz. Muhammed’in hayatını anlatığı “La vie de Mohammed” adlı eserini bastırarak ve dağıtarak başladılar. Kitap binlerce nüsha basıldı ve Belçika devletinin zirvesinden başlamak üzere Belçikalılara dağıtıldı. İnsanlar sabah uyandıklarında, posta kutularında bu kitabı buluyorlardı. Kısa bir süre sonra, Ravda derneğine teşekkür mesajları yağmaya başladı. Basın konuyu sayfalarına taşıdı.
Ravda derneği ilk adımın ardından, ikinci adım olarak , bu defa parmakla gösterilen, dışlanan, bazı yerlerde baskı ve “şiddet” gören (şiddeti yalnızca fiziki olarak düşünmemeli şiddetin siyasi, askeri, iktisadi ve psikolojik boyutları da var) Müslümanı anlatmaya karar verdi. Yoğun bir çalışmanın ardında Fransızca ve Flemenkçe olmak üzere “Nous sommes musulman / We zijn moslims” isimli kitaplar hazırlandı. Bu çalışam da binlerce baskı gördü ve hızla tüm Belçika’ya dağıtıldı. Bu çalışmalar, bu gün bile, Ravda derneğini motor gücünü oluşturuyor. Belçika sınrılarını aşıp Hollanda ve Fransa’ya ulaştı.
Ravda derneği, Müslümanlara yönelik, önyargıları kırmak adına attığı adımlarla Müslümanları kamusal alan taşıdı ve önemli bir boşluğu doldurdu. Sessiz kitlelerin sesi olmak için Yusuf İslam’ın (Cat Stevens) yola düşmesi gibi, yollara düştü. Uzun zamandır gölgede bekleyenlerin ışığa çıkmasına ön ayak oldu. En önemlisi, kalabalıklara, sokağın çıkmaz sokak olmadığı ve güneşin altında herkese bir yer olduğunu hatırlattı !
Not: Batı’da yaşanan tartışmalara ilişkin daha detaylı bilgi için ‘Medeni olmak “farklılıkları” kabul etmektir’ ( hadeka.eu adresinden analiz-yaşam bölümünde) başlıklı yazıma bakılabilir.
Bu güzel yazı için Sinan Özdemir beye teşekkürlerimi sunuyorum. Hakkı beyin de yazdığı gibi, Allah rızası için çalışan tüm kuruluşlara Rabbim yardım etsin inş. Hayırda yarışma gayretinde olmak, bütün islam aleminin şevk ve heyecanını artıran bir durum. Aşağıda çalışmalarımızla ilgili bir kaç örnek haber bulabilirsiniz.
http://www.lalibre.be/actu/belgique/article/310437/mahomet-dans-votre-boite-aux-lettres.html
http://www.on5yirmi5.com/genc/haber.103956/ravda-absl-baskani-tekin-deniz-avrupali-gercek-islami-tanimiyor.html
http://www.binfikir.be/news/125/ARTICLE/8073/2012-10-01.html
Fevkaladenin fevkinde bir yazi olmus. Ama sadece Ravda degil bu tarz isler yapan bi çok dernek, kurulus var. Allah yolunda olan butun kuruluslara Rabbimin yardimlarinin yagmasini diliyorum. Tabikide gerçekten Fisebilillah olanlara !