MEDENİ OLMAK “FARKLI OLANI” KABUL ETMEKTİR!

kum saati
Sinan Özdemir
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Belçika son üç aydır bir şekilde ötekiyi (farklı olanı, yabancıyı) ve İslam’ı tartışıyor. Kimi baskın sese katılarak tempo tutmayı yeğlerken, kimileri herşeye rağmen tartışmaya aklı davet ederek seviyeyi yükseltmeye çalışırken,  kimileri de sessizlikleriyle göz doldurarak fırtınanın geçmesini bekliyor. İşbu yazı, genel olarak tartışmaya farklı bir soluk getirmeyi hedefliyor.

Konuya öncelikle son üç yada yaşanan tartışmaların kısa bir kronolojisiyle başlayalım. Belçika’da yayın yapan RTBF televizyon kanalı yayınladığı bir programda, Belçika’da İslam’ı mercek altına  almayı hedeflerken, Brüksel’de yaşayan müslümanların “çelişkilerini” ekrana taşımaya çalışarak (bu noktada yapılan uzun söyleşilerin içinden montaj sırasında cımbızla özellikle seçilmiş ifadeleri öne çıkarıldığı iddia ediliyor)  Müslümanlar konusunda önyargıların pekiştirilmesininin ötesinde, Belçika’da varlık gösterek İslam’ı veya Müslümanı anlamamıza yardımcı olacak her hangi bir pozitif katkısı olmadı. Tam aksine, üç aydır süren tartışmaları başlattı. Programda hedef gösterilen Molenbeek Belediye Başkanı Moureaux  televizyon kanalında yayımlanan programı İslamofobik olmakla suçlaması tartışmaları alevlendirdi.

Bu tartışmaların etkisi geçmeden Fransa’da cumhurbaşkanlığı seçimleri sürecinde yaşanan Toulouse saldırıları Belçika’da da bir önceki tartışmanın sürüdürülmesine yardımcı oldu. Tartışmaların sonlanacağını beklerken, bu defa, Alman televizyon kanalı ZDF (13 Nisan 2012) Brüksel’i Avrupa’nın en tehlikeli şehri olduğunu ifade eden haberi yanlış rakamlar üzerinde kurgulamasına rağmen Brüksel’de yaşayan yabancılara ama özellikle müslümanlara dayandırılması “güvenlik ve yabancılar” başlığı altında tartışmalara yeni bir boyut kazandırdı.

Ve son olarak, bundan bir kaç hafta önce, Brüksel’in Molenbeek Belediyesi’nde, polisin burkalı bir kadının kimliğini kontrolü sırasında, yüzünü göstermemesi sebebiyle zorla derdest edildiği dedikodusuyla galeyana gelen gençlerin polisle çatışması var. Belediye savaş alanına döndü ve Belçika kamuoyu çatışmaların sabahında  yeni bir aktörle tanıştı: shariah4Belgium. Anvers merkezli grup Belçika’ya şeriyatı getirmeyi vaad ediyor ve bunun içinde mücadele etmeye hazır olduğunu bildiriyordu. Polis merkezine götürülen burkalı bayanın “yabancı” olmaması, Belçikalı olması, konunun zannedilenin aksine çok daha girift (karmaşık) olduğu gerçeğini bir kere daha hatırlattı.

Başta siyaset dünyası olmak üzere Belçika kamuoyu üç aya yakın bir zamandır ötekiyi tartışıyor. Genellemelerle çok farklı gruplar tek başlık altında değerlendiriliyorlar. Tartışmanın tarafları açısından bir kolaylık sağlasa da, gerçekte var olan çeşitliliği yakalayamaması sebebiyle gerçekçilikten uzak olduğunu söyleyebiliriz. Bu tür tartışmaların vazgeçilmez “anahtar kelimeleri”  vardır. Örneğin  “entegrasyon” sözcüğü son üç ayda en çok zikredilen kelimeler arasında yer aldı. Son günlerde de “vatandaşlık” sözcüğüne büyük ilgi var.

Konunun içinden çıkılamamasının başlıca sebebi kullanılan kavramların zaman aşımına uğramasından kaynaklandığını düşünüyorum. Genelde Avrupa, özelde Belçika’nın ötekiyle olan ilişkisini aslına uygun olarak yeniden düşünmesi gerekiyor. Kişilere göre içeriği değişen kavramlarla yola devam etmesi mümkün görünmüyor. Bu sebepten kullandığımız bütün kelime ve kavramları yeniden düşünmek zorundayız.

Belçika vatandaşı olmuş olanların ve olmayanların aslında öteki olduklarını ilk olarak 16 yaşlarında, ilk öğrenci iş başvurusunda bulunduklarında öğrendiklerini söyleyebiliriz. Ardından staj başvuruları ve son olarak okul sonrası iş hayatlarında hep öteki oldukları hatırlatılıyor veya yüzlerine bir şekilde vuruluyor. Bu gençler için yaşanan tartışmalar , ne olmadıklarını bir kere daha hatırlatmanın ötesinde, pratikte verebileceği birşey yok.

Tzvetan Todorov “Les ennemis intimes de la démocratie” (Demokrasinin sıkı düşmanları) adlı kitabında, “medeni olmak, farklı yüzlere ve adetlere sahip olmakla birlikte, ötekinin insanlığını olduğu gibi kabul etmektir” der. Bu tespit 21. yüzyılda medeniyet algımızı sorgulamamıza yardımcı olabilecek önemli bir görüş. “Medeni olmanın” yalnızca teknoloji, bilgi ve hayat tarzıyla ölçülemiyeceği aynı zamanda ötekiye bakışımızla da ilintilendirilmesi gerektiğini hatırlatıyor. Zamanın, mekanın ve insanın değiştiğini kabul etmekle işe başlamalı. Bugün çoğunluğu temsil edenlerin tamamı veya içlerinde bir kesiminin yarın öteki olamyacağını kim garanti edebilir? Belçika’nın kendi tarihine bakıldığında kuruluşu öncesinde ve sonrasında zaman zaman ötekileştiği veya içinde bazı grupların ötekileştirildiği görülür. Şuan kuzey-güney (Flemenk-Vallon) ihtilafında, ortak müşterek noktalarda buluşmakta zorlananların şuan için buluştukları tek nokta ötekiye bakışları olması düşündürücü.

Batı Avrupa’nın bu kısır döngünden çıkması için üç noktayı öncelemesi gerekiyor: (I)  eğitim ve öğrenimde, gençlere eleştirel bakışın (gerçek manada) kazandırılması (bu sayede neyin propaganda olduğu ve neyin olmadığını ayırt edebilmelerini sağlanacaktır),  (II) dünya tarihi, dinleri ve farklı değerlerinin daha iyi anlaşılması için gerekli olan bilginin verilmesi, (III) son olarakta kendini başkalarının yerine koyarak düşünme (empati) gücünün kazandırılması gerekiyor (Martha Nussbaum). Gençler için geçerli olanların yetişkinler için de geçerli olduğunu ifade etmeme gerek yok. Örneğin burkaya karşı olunabilir ama o kadınların ne hissetiğini sloganların ötesine geçerek anlamak için empati kurmak durumundayız. Ve unutmamalı 21. yüzyılda, medeni olmak, “farklı yüzlere ve adetlere sahip olmakla birlikte”, ötekiyi olduğu gibi kabul etmekten geçiyor!

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Uygulamayı Yükle

Uygulamamızı yükleyerek içeriklerimize daha hızlı ve kolay erişim sağlayabilirsiniz.