Kemalettin Kamu’nun Bingöl Çobanları şiirini lise yıllarında okumuştum. Beni etkileyen şiirlerinden başında gelen Bingöl Çobanları, Emirdağ halkının hayatını anlatıyordu:
“Okuma yok, yazma yok, bilmeyiz eski, yeni;
Kuzular bize söyler yılların geçtiğini.
Arzu, başlarımızdan yıldızlar gibi yüksek;
Önümüzde bir sürü, yanımızda bir köpek,
Dolaştırıp dururuz aynı daüssılayı;
Her adım uyandırır ayrı bir hatırayı:”
Şiirin tamamında yaylacılık yapan halkın hayatı sanatsal bir dille tasvir ediliyordu. Ben, en çok da “Kuzular bize söyler yılların geçtiğini.” dizesinin cezbesine kapılarak aile büyüklerimin bana, kardeşlerime ve bütün çocuklara “kuzum” diye seslenmeleri takılmıştım. İnsanlar çok sevdikleri çocuklarına öz adları varken niçin “kuzum” diye sesleniyorlardı. Bunun şifresi, Bingöl Çobanlarışiirinde apaçık veriliyordu. Çünkü kuzu sözü, bir yaşama biçimini ve onun içindeki hasretleri, hayâlleri de ifade ediyordu. Dolayısıyla halkımızın meydana getirdiği bir koyunculuk kültürü oluşuyor ve hayat bu kültür etrafında şekilleniyordu.
Kuzu sözcüğünü onlarca kelime hâlen yaşamaktadır: Kuzu dişi, kuzu eti, kuzugöbeği, kuzu ıspanağı, kuzu kapama, kuzu kapısı, kuzu damı, kuzu ağılı, kuzu kestanesi, kuzukulağı , kuzulama, kuzulamak, kuzulaşma, kuzulaşmak, kuzulu, kuzuluk, kuzu mantarı, kuzu pıtrağı, kuzu sarmaşığı, kuzu çevirmek, kuzu gibi, kuzu kesilmek, kınalı kuzu, ana kuzusu, süt kuzusu, emlik kuzu, koçluk kuzu… Kuzum sözcüğü; türkülerimize, ağıtlarımıza, ninni ve manilerimize girmiştir. Konar göçer Türkmen topluluklarının yegane geçim kaynağı koyunculuk olduğu için törenler de koyun üzerinden yapılmıştır.
Sürüyü çoğaltmak, olumsuzlukları engellemek kişiler arasındaki toplumsal bağları güçlendirmek, töreyi yaşatmak, gelenek ve göreneği sürdürmek, sosyal barışı, dayanışmayı sağlamak amacıyla yapılan bu tür törenler kültürel ve ekonomik bir temele dayanıyordu.
Emirdağ’da konusunu koyundan alan; kırkım, saya gezme (ayıcı), koç katımı, kurtağzı bağlama, döl alma, kuzu yakma, kuzu seçme, büvek yarışı törenleri işte bu kültürün birer yansımasıdır. Bunun tarihi kökleri yüzyılların ötesine gitmektedir. Ancak sosyal yapının değişmesi, ekonomik ilişkilerin çeşitlenmesi, kültürel özelliklerin yozlaşması sonucunda bu törenler unutulmaya yüz tutmuştur.
Burada en önemli husus ise ekonomik şartların değişmesidir. Bir tahlil yapmak gerekirse, 70’li yıllarda Emirdağ halkı için ekonomik açıdan bir değişim ve dönüşüm yaşanmaya başladı. Bu yıllarda 70 bin civarında olan Emirdağ nüfusu, geçimini büyük oranda hayvancılık ve buna bağlı küçük çiftçilikle sağlıyordu. Kaldı ki, bu geçim yollarıyla hayat zorlaştığı için Emirdağlı, çıkış yolu olarak yurt dışında Avrupa ve yurt içinde büyük şehirlere göçmeye başladı. Emirdağ halkı artık yoğun bir biçimde kuruluşundan yaklaşık iki asır sonra ekmeğini gurbet ellerde kazanmaya başlıyordu. Emirdağ’ın şu andaki nüfusuyla 1908’deki nüfusu aynıdır.
Günümüzde koyunculuk yapan insan sayımız çok azalmasına rağmen, çocuklarımızı yeni mesleklerden edindiğimiz kelimelerle değil, kökü asırlar öncesine dayanan kültürümüzden aldığımız “kuzum” hitabıyla çağırmaya , sevmeye devam edeceğiz. Çünkü. “kuzum” hitabının içinde şefkat ve merhamet kavramlarının anlamları yüklüdür.
Kuzum sözü, gönüllerimizden taşan sevginin sesidir. Bu sesteki ana kokusunu hiç unutmayacağız.
Şair; “Gönlümü yayla yaptım Bingöl çobanlarına” diyerek bu güzel şiirini noktalarken biz de gönüllerimizi, “kuzum” sesiyle bizi seven büyüklerimize Anadolu yaylası büyüklüğünce saygılar sunuyoruz.
Elbette. “kuzum” diyerek sevdiklerimize de…
Ahmet Urfalı