ANNEME MEKTUP

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

1999-2000 yılları arasında Sinan Özdemir arkadaşımla birlikte bir yıl boyunca ‘Kültür-Sanat’ isminde amatör bir dergi çıkarmıştık. Dergi amatördü ancak bu kültürel dergi sayesinde bizler iyi bir tecrübe edinmiştik. ‘Kültür-Sanat’ dergisinin hem bizlerde hem de etrafımızdaki insanlarda güzel izler bıraktığını söylemek mümkün. Öyle ki aradan yıllar geçmesine rağmen, bana hala bu dergiyi soran ve hatırlatan insanlar oluyor.

Genç yaşımıza, tecrübesizliğimize ve her açıdan büyük imkansızlıklara rağmen çıkardığımız o dergileri arada sırada elime aldığım zaman, her birinde güzel anılar, hatıralar ve izler buluyorum. Bunlardan en önemlisi, ikincisi sayımızda yayımlanan ve çok büyük bir ilgi gören babam Şerafettin Yıldırımer’in kaleme aldığı ‘Anneme Mektup’ isimli yazısıdır. Bu yazı o dönemde herkesin beğenisini öyle bir kazanmıştı ki, herkes bize bu yazıdan bahsediyordu. Hatta Belçika’ya gerçekleştirdiği ziyaret esnasında dergimizi alan Hüseyin Goncagül, Türkiye’ye döndükten sonra bu yazıyı hem Milli Gazete’deki köşesine taşıması hem de defalarca radyoda okuması bizim için büyük bir gurur kaynağı olmuştu.

***

Anneler kutsaldır. Onları ne kadar baş tacı etsek. Onlar için ne kadar şiirler, nameler ve türküler yazsak azdır. Maalesef birçok insan annesinin değerini kaybettikten sonra anlıyor. Bu yüzden onları kaybetmeden önce değerlendirmemiz gerekiyor. Onları kırıp incitmemeliyiz. Öyle bir zamanda yaşıyoruz ki, kendi öz annesini dövenleri duyuyoruz. Bunu yapanlar insan olamaz. Bunlar ya “Cennet annelerin ayağı altındadır” gibi hadisleri bilmiyorlar veyahut gözleri o kadar dönmüş ki, akıllarına ne hadisler geliyor ne de başka bir şey.

Bu çok beğenilen yazıyı bir kez daha 12 Mayıs tarihinde kutlanacak ‘Anneler Günü’ vesilesiyle gazetemiz Yeni Vatan’da kendi köşeme büyük bir zevkle taşıyorum. Şimdiden bütün annelerin ‘Anneler Günü’nü kutlarım.

İşte o yazı:

Sevgili anneciğim, hep seni ne kadar sevdiğimi, küçük fakat seninle dolu olan yüreğimdeki yerini anlatmak istedim. Ama başaramadım. Çünkü beni hiç anlamaya çalışmadın.

Bir gün bahçeden sana çiçek kopardım. Bardağa koydum getiriyordum ki, bardak birden bire elimden düştü, kırıldı. Kırılan bardak için o kadar çok bağırdın ki bir daha kimseye çiçek vermemeye yemin ettim. Oysa kırılan o küçücük kalbimin hiç farkına varmadın bile.

Anne, benim küçücük yüreğimde herkesi sevecek kadar yer vardı. Ben herkesi çok seviyordum. Ama sen insanların hep kötü olduklarını, onlara güvenilmemesini söyledin. Ben de artık insanları sevmiyorum.

Anneciğim, küçük kafam şunu bir türlü almıyor. Ben doğduğum zaman vurmayı bilmiyordum. Başkalarına vurmayı sen öğrettin. O halde kardeşime vurduğum zaman niçin bana kızıp elime vuruyorsun.

Anne, babamı hiç sevmiyor musun? Beni hep onunla korkutuyorsun. Yoksa onu istemiyor musun?

Anne, ben bir şeyi bağırmadan istersem vermiyorsun. Bağırarak istersem veriyorsun. O yüzden ben de bağırarak, ağlayarak istiyorum. Biliyor musun seni bağırtmak hoşuma gidiyor. O zaman benimle ilgilendiğini düşünüyorum.

Anne, evdeki eşyaları, sehpayı, kül tablalarını, televizyonu kıskanıyorum. Onları kırmak, yok etmek istiyorum. Onlar olmazsa beni daha çok seveceğini düşünüyorum. Onları temizlemek için ayırdığın vakti bana ayırmıyorsun. Demek ki onları benden daha çok seviyorsun.

Anne, ben yaşam istiyorum. ‘Yapma’ların, ‘Etme’lerin olmadığı, sevginin çok olduğu, annelerin çocuklarını anladığı bir yer istiyorum.

Söyler misin bana o yer neresidir?

Cafer Yıldırımer

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

1 Yorum

  1. Cok duygulandim!

    Cevapla
Uygulamayı Yükle

Uygulamamızı yükleyerek içeriklerimize daha hızlı ve kolay erişim sağlayabilirsiniz.