Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Teşkilatı (UNESCO) tarafından 2016 Ahmet Yesevi Yılı olarak kabul edildi. Ahmet Yesevi’nin ölümünün 850. yıl dönümü, dünya çapında yapılacak etkinliklerle anılacak. Ahmet Yesevi, bilimsel anlamda ilk defa Fuat Köprülü’nün anıt eseri “Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar” adlı eseriyletanıtıldı.
Hoca Ahmet Yesevi, Türk dünyasının manevi hayatında asırlardır tasarrufu devam eden ve “Pir-i Türkistan”, “Hazret-i Türkistan” namı ile anılan büyük bir Türk mutasavvıfıdır. Ahmet Yesevi’yeatfedilen menkıbeyle karışmış kerametleri Kaşgar’dan Balkanlar’a kadar bütün Türk yurtlarında yayılmıştır.
Kazakistan’ın Yesi (Türkistan) şehrinde bulunan Ahmet Yesevi Külliyesi, bütün Türk dünyasının manevi merkezi olarak kabul edilmektedir.
Ahmet Yesevi’nin mütevazı türbesi ilk defa, türbeye bir şükran ziyareti sırasında Emir Timur (1336-1405) tarafından yaptırılmış, son olarak da 1993’te Türkiye Cumhuriyeti Devleti ‘nin imkânlarıyla restore edilmiştir.
Bütün Türklerin ata-babası Ahmet Yesevi,‘’Kafiri kara yerden ak toprak açmak’’ , ‘’ören yerlerini şenlendirmek’’ gayesiyle binlerce alp-ereni Horasan’a, dest-i Kıpçak’a, diyar-ı Rum’a göndermiş, 15.- 16. yüzyılda Türk dervişlerinin aydınlatmadığı hiçbir karanlık diyar kalmamıştı.Ahmet Yesevi,
“Sünnettir, kâfir olsa da insanı incitme. Gönlü katı olan ve kalp kırandan Allah şikâyetçidir.” sözü dervişlerce düstur edildi. O, gurbete çıkmaya mistik bir anlam yükleyerek dervişlerine öğüt vermiştir:
“Vah ne yazık, ne yapacağım gariplikte?
Gariplikte gurbet içinde kaldım işte.
Horasan’ı, Şam’ı, Irak’ı niyet kılıp
Garipliğin çok kadrini bildim işte.
Neler gelse, görmek gerek o Hüda’dan;
Yûsuf’unu ayırdılar o Ken’an’dan;
Doğduğum yer o mübarek Türkistan’dan;
Bağrıma taşlar vurup geldim işte.’’
Yesevi öğretisinin bu denli etkili olmasının temel nedenlerinden biri;
Ahmet Yesevi’nin düşüncelerini anlatmak için, o dönemde gelenek olduğu üzere Arapça veya Farsça’yı değil, Türkçeyi seçmesidir. Yesevi’ninHikmet olarak adlandırılan ve yüzyıllarca sözlü olarak yaşatılan şiirleri, XV. yüzyılda yazıyageçirilerek ‘’Divan-ı Hikmet’’ adı altında toplanmış ve elden ele dolaşmıştır.
Yahya Kemal Beyatlı; “Şu Ahmet Yesevî kim? Bir araştırın göreceksiniz. Bizim milliyetimizi asıl onda bulacaksınız?” diyerek gerçeği yansıttığı sözünde de olduğu gibi, öğrencileri ve takipçileri, onun “Hikmet” denilen şiirlerini yüzlerce yıldan beri tekrarlayarak Türk dilinin gelişmesini sağlamışlardır. Ahmet Yesevi’nin :
“Sevmiyorlar bilginler, sizin Türkçe dilini,
Bilgelerden dinlesen, açar gönül ilini,
Ayet – hadis anlamı Türkçe olsa duyarlar,
Anlamına erenler, başı eğip uyarlar,
Miskin zayıf Hoca Ahmet, yedi atana rahmet
Fars dilini bilir de, sevip söyler Türkçe’yi.’’ sözleri günümüze de ışık tutmaktadır. Yunus Emre, hem Türkçesi hem öğretisiyle Ahmet Yesevi’nin öğrencisi ve takipçisidir. Ahmet Yesevî’nin şudörtlüğü ile;
“Işkıng kıldı şeyda mini
Cümle alem bildi mini
Kaygum sinsin tüni küni
Minge sini kirek sini…”
Yunus Emre’nin dizeleri arasındaki birebir benzerlik başka hiçbir şekilde açıklanamaz;
“Aşkın aldı benden beni
Bana seni gerek seni
Ben yanarım tünü günü
Bana seni gerek seni”
Uluğ Türkistan’ da başlayan kan kardeşliği yüzyıllardan beri kurulan gönül kardeşliğiyle her Türk’ün pak ve temiz alnında yeniden bir güneş gibi parlayacaktır. Bütün Türk dünyasının kalbi olan Türkistan , iki büyük Türk’ün, Ahmet Yesevi ile Oğuz Han’ın ortak şehridir. Türkistan; Ahmet Yesevi’nin doğum yeri, Oğuz Han’ın başkentidir. Düşünce, inanç ve devlet anlayışımızın bu iki abide şahsiyeti 21.yüzyılda Türklüğün de buluşma noktası olacaktır.
Ahmet Urfalı