Bazen inanılmaz işler başarırsınız. Herkesin takdirini ve sevgisini kazanırsınız. Fakat sizin için çok değerli birinin dikkatini çekememişseniz, gösterdiğiniz tüm gayretler nafiledir… Büyük bir emekle elde ettiğiniz tüm başarıların artık bir ehemmiyeti yoktur. Sahip olduklarınız sizi tatmin ve mutlu etmez. Çünki “o” sizi görmüyordur.
Yani yapılan kaliteli işler, sarf edilen enerji, “O”nun tarafından “ONAYLANMAMIŞTIR”.
Peki kimdir “O”? Kimimizin annesi, kimimizin babası, eşi, çocuğu… Ağzından çıkacak en ufak bir sözle hayatımızı alt üst edebilen biri. Fikirlerine önem verdiğimiz kıymetli bir varlığımızdır “O”.
Çok hoş bir hanım terapiye gelmişti. İmrenilecek türden bir hayatı vardı. Çok mutlu bir evliliğe, birbirinden tatlı çocuklara sahip bir hanım. Aynı zamanda iş hayatında da gayet başarılı ve sevilen bir insan. Tüm bu güzelliklere rağmen, o çok mutsuz…: “Her yıl, nedenini bilmediğim bir sebepten ötürü depresyona giriyorum. Sonra toparlıyorum. Ama bir kaç ay sonra bunalım haplarına tekrar sarılıyorum. Kimilerine göre kapris, ama elimde değil…”.
Mutlaka mantıklı bir açıklaması olmalıydı. Bir kaç hafta sadece çocuklarından ve eşinden bahsetti. Onlarla her zaman gurur duyduğunu ısrarla anlatıyordu. Bir gün konu babasına geldi: “Babanız hayatta mı?” diye sordum. Duraksadı. Yarasına basmıştım…: “Ben henüz 7 yaşındayken babam bana “senden hiç bir şey olmaz, hayatta başarılı olamazsın” demişti. Bu sözleri kulağımda çınlıyor. Babam neden bu cümleyi kurmuştu ki..? Bu yaşıma gelmişim, bu lafı neden hâlâ kafaya takıyorum bilmiyorum…”.
Ticari jargonda “İSO kalite sistemleri”nden bahsedilir. Kalite belgesiyle onaylanmış bir ürün rahatlıkla tüketilebilir. Aynı şekilde, kalitesi önemli bir referans tarafından “onaylanmış” kimse, huzur içinde yaşayabilir. Aldığı kararları gönül rahatlığıyla uygulayabilir. Çünki çok sevdiği annesi, babası, eşi, … onu desteklemiş, ona kefil olmuştur…
Annesinin isteği üzerine danışmaya gelen 16 yaşındaki bir gencimiz, derslerinde bir türlü istediği başarıyı elde edemediğini anlatıyor: “Okulda dersi anlıyorum, evde de çok çalışıyorum, ama sınavda herşey aklımdan uçuyor. Hiçbir şey anlamıyorum. Dört tane kırık notum var…”. Yaklaşık tüm seans boyunca ders çalışma metodları ve stres kontrolü üzerine çalıştık. Fakat terapinin bitmesine on dakika kala, arkadaşımız içindeki zehiri çıkarmayı başarmıştı: “Ne yaparsam yapayım, annem nasılsa memnun olmayacak!”. Hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı ve devam etti: “Annem kendimi derslere yeterince vermediğimi düşünüyor. Hep daha fazlasını istiyor. Oysa önemli olan sınıfımı geçmem değil mi? Geçen yıl, karne gününde anneme “Beni tebrik etmeyecek misin anne?” deyince, “Nesini tebrik edeyim? Yine kıl payı kurtuldun. Senin 80-90 alacağını hiç göremeyecek miyim?” dedi. Bu lafı canımı çok acıttı..”.
Bu genç arkadaşımız için “anne onayı” hayati bir meseleydi. Dolayısıyla yaşadığı yoğun sınav stresi, büyük bir ihtimalle annesinin takdirini alamama korkusundan meydana geliyordu.
Sevdiklerimizi takdir etmeyi aman ha ihmal etmeyelim. “Sen elinden gelenin en iyisini yaptın” demek, değer verdiklerimizin kulağına küçücük bir “aferin” fısıldamak hayat kurtaracaktır emin olun… Çünki “onaylanmamış” bir çocukluk, takdir edilmemiş bir gençlik, mutsuz bir hayata gebedir…
Saygılarımla, Cemile Tetik, Psikolog – Aile Terapisti, tetikce7@hotmail.com