Eski arkadaşı Ahmet’i uzun zamandır görmeyen Mustafa, arkadaşının hem halını hatırını sormak hem de kendilerine ailecek ziyaret etmek istediklerini söylemek üzere telefonla arar. İki arkadaş arasında ilginç telefon görüşmesi yaşanır:
– Mustafa: “Merhaba Ahmet, nasılsın, çoluk çocuk nasıl iyiler mi?”
– Ahmet: “Ooo Mustafam iyiyiz şükürler olsun. İyi işte ne olsun. Biliyorsun, iş, güç, ev, çoluk, çocuk vesaire. Sizde ne var ne yok?”
– Mustafa: “İyi ya ne olsun, aynen biz de iyiyiz. Tabiri caizse yuvarlanıp gidiyoruz işte. Ailecek size ziyarete gelmeyi düşünüyoruz. Acaba hangi gün müsait olursunuz?”
– Ahmet: “Tabi tabi, ne demek, kapımız size her zaman açıktır, buyurun gelin.”
– Mustafa: “Şu önümüzdeki Pazartesi’ni düşünüyoruz. Acaba size uyar mı?”
– Ahmet: “Evet, evet…(Karadayı var, yeni bölümü kaçar mı? Belki Nazif idam edilecek.) Haaa Pazartesi akşamı olmaz kusura bakma! O gün doluyuz.”
– Mustafa: “Önemli değil arkadaşım. O halde Salı gün akşam geliriz.”
– Ahmet: “Tamam…(Öyle Bir Geçer Ki Zaman’ın yeni bölümü kaçar mı? Zaten Osman’ın başı dertte…) Ha, pardon, o akşam da işimiz çok fazla, kusura kalma.”
– Mustafa: “Peki o zaman, sağlık olsun. Çarşamba akşamı gelelim?”
– Ahmet: “Hay aksi, o gün de alışveriş günümüz.” (Kanuni, Pargalı’nın ölümünden sonra ne yapacak acaba? Muhteşem Yüzyıl’ın son bölümü kaçmaz.)
– Mustafa: “Perşembe akşamına ne dersin?”
– Ahmet: “Dalga mı geçiyorsun Mustafa, o gün Kurtlar Vadisi var. Benim yıllardır Perşembe akşamlarına hiçbir şey ayarlamadığımı unutun mu yoksa? Zaten Polat öldü mü, ölmede mi belli değil…”
– Mustafa: “Eee Cuma akşamı?”
– Ahmet: “İste o gün tamam. Ha dur bir dakika. (Huzur Sokağı, malum dizide heyecan iyice doruğa çıktı, mutlaka kaçırmamam lazım.) Yok Cuma kutsal gün biliyorsun.”
– Mustafa: “Cumartesi?”
– Ahmet: (Eee o günde ‘Elde Var Hayat’ var…) “Valla Mustafa’m Cumartesi de doluyuz be. Ama istersen Pazar günü…”
– Mustafa: “Yok, Ahmet Pazar günü de bana uymaz. Zira Pazar günü hem benim dinlenme günüm hem de Kayıp Şehir diye izlediğim yeni bir dizi var. Biz en iyisi birbirimizi hiç rahatsız etmeyelim. Hadi sana eyvallah.”
Ve Mustafa telefonu Ahmet’in yüzüne kapatır. Dıııt, dıııt, dıııt…
***
Yukarıda iki samimi arkadaş arasında geçen diyalog elbette abartılı bir hayal ürünüdür. Ancak her ne kadar abartılı bir hayal ürünü bir diyalog varsayılsa da son yıllarda buna yakın veya buna benzer diyaloglara şahit olmamak elde değil.
Sayılamayacak kadar fazla olan televizyon kanallarında hemen hemen her saat başı yayınlanan dizilerin etkisine o kadar çok fazla kapılmışız ki, bazen büyük önem arz eden randevuları, buluşmaları ve ziyaretleri bile iptal eder olmuşuz.
Dolayısıyla, dizilerin bizim üzerimizde etkiler yapmadığını söylememek imkansızdır. Öyle ki, bazen sokakta karşılaştığımız eski bir dostla derin bir sohbete koyulma isteğimiz bile, o şahısın dizi kaçırma endişesi yüzünden gerçekleşmiyor olması gibi örnekler yaşıyoruz gündelik hayatımızda.
Her ne kadar ciddi bir şekilde farkında olmasak da, sosyal hayatımıza derin yaralar açan, aile ve arkadaşlık bağlarımıza zafiyet getiren şey, içimizdedir. Beynimizin derinliklerinde. Tam olarak bilinçaltımızda. Onun adı ‘Dizi Sendromu’…
SEN HER DIZI IZLEDIGINDE BIR KITAP INTIHAR EDIYOR