Senin ruhuna desen desen işlenmiş göçerlik. Atalarından miras kalmıştır, çocuklarına emanet bırakılacak. Göçerlik seni üstün kılmıştır, yatuklara karşı. Bu ruh halinin şifreleri vardır genetiğinde, Canlılığı devam eden ve hep depreşip duran. Bilgece bir öğüttür Bilge Kağan’a veziri Tonyukuk tarafından. “Hakanım, oturursak belli bir yerde yüz katımız olun düşman gelir, bizi yok eder. Halbuki göçer yaşarsak, zayıf olduğumuz zaman çekilir, Güçlü olduğumuz zaman ilerleriz. Artık duralım.” diyen Melikşah’a, Nizamülmülk müthiş bir karşılık verir: “Hakanım, durursak çökeriz.” Göçerliktir topluma dinamizm, dayanıklılık, mücadele azmi, eşitlik ve dayanışma ruhu veren. Senin nazarında hayat, göçünü üzerinde taşıyan bir yoldur. Kara Yülük Osman Bey, “Beylik ve soyluluk, Yörüklük ve Türkmenliktedir” deyip, asaletini öne çıkararak yürür.
Asaletin ,sert ve tok sözlü oluşundadır, aza kanaat edişindedir, emir ve yasaklara uyuşundadır, doğruluktan ayrılmayışındadır. Atı, kendine kanat yapmak için ehlileştirdin. Tekerleği icat ettin kağnına. Demiri buldun, okunun ucuna.Ve demire su verip, eline kılıç yaptın. Göçküncü ruh zaten senin varlık sebebindi. Bu görkemli bir buluşmaydı, yedi iklim dört bucak dolaştıkça.
Sendin 4. ve 6. Yüz yılda Uluğ Türkistan’dan dünyanın dört bir yanına ‘Kavimler Göçü’nü başlatan. Sen bir Hun savaşçısıydın Avrupa’nın ortasında devletini kuran. Aral tanıktır, Hazar, Don. Volga tanıktır. Atilla yüz bin kişilik ordusuyla Alpleri aşarken sen bir çeriydin yalın kılıç at süren.
Türk’ün öz kaynağı Uluğ Türkistan’dan senin göçün yürüdü Maveraünnehir’e, Ural dağları ile Volga (İtil) ırmağı boylarına. Doğuya Altay dağlarına ve daha uzaklara Kansu’ya. Güneye, Hindistan, Afganistan ve Çin’e yerleştiler. Kuzeyde Sibirya’ya. Batıya, Hazar Denizi’nin kuzeyinden Karadeniz’in kuzeyi ve Avrupa’ya, Hazar Denizi’nin güneyinden İran, Irak, Suriye, Mısır, Anadolu’ya doğru oldu.
Türk göçü sayesinde uyuşuk milletler canlandı, kültürler kaynaştı. Oğuz’un dünya barışı düşüncesi gerçekleşti. Ve Oğuz’un şanlı oğulları dünyada yeni bir düzen kurdular.
Sen göçüne maneviyatını kattın, sezgi ve iç dünyana bakış yoluyla özdeşleşip yeni bir anlayış verdin gurbete çıkmaya ve gurbeti vatan yapmaya. Pir-i Türkistan Ahmet Yesevi, nefes verdi sana, onun dervişleri elinden tutup sırtını sıvazladı. Ve bilgeliğiyle yoğurdu senin kahramanlığını.
Ey Anadolu, senden doğar kahramanlar. Türk’ün ebedi vatanı Anadolu’sun sen. Senden doğar yiğitler. Anadolu, gözü kara evlatlarını uzak gurbetlere yolcu eder, Türkistan çağlarından beri.
Sonra yıllar geçti, su gibi, rüzgâr gibi. 1683’te tattın ilk bozgununu. Zaferle girdiğin Avrupa’dan hezimetle döndün.
Ulu denizlerin içine çekilmesi gibi ayrıldın vatan bellediğin aziz yurtlardan. Son durağın oldu Anadolu yaylası.
Sen derin yaralarını sardın, bozkırın feryadı olan ağıtlarını marşlara çevirdin inancının ümidiyle.
Gün geldi, ekonomik yönden azgelişmiş damgasıyla zincirlenmek istenen ruhunu, hürriyet ve bağımsızlık şuurunla aşmaya çalıştın.
Gün geldi, muzaffer orduların yiğit bir eri olarak geçtiğin Tuna’dan geçici işçi yaftasıyla girdin Avrupa’ya. Savaşla giremediğin Viyana’dan geçtin, alnında Türk olmanın gururu şavklanıyordu. Belki ekonomik yönden yoksuldun, lakin yürek ve gönül zenginliğini kimse tasavvur dahi edemezdi. Öz güveninle geldin Avrupa’nın mutantan şehirlerine. Sadeliğinle yürüdün sömürge ülkelerden devşirilen hazinelerin şaşaalı caddelerinde.
Sen, ruh güzelliğin, gönül zenginliğin, Türklük gururunla kök değerlerini yaşayarak yürüyorsun yeni zamanların üstüne üstüne…
Ahmet Urfalı