Şiir, sözün imbikten damıtılarak ruhlarına güzellik vermek için mavi semanın altında insanlara dağıtılan aşkın sihirli çağrısıdır. Şiirin çağrısı; sevgi, hoşgörü, iyilik, barış, kardeşlik gibi kalıcı duyguları gönüllere nakşederek çiçeklerle süslenmiş has bahçeleri mutluluk mekânı yapar. Bozkırın kurak beldeleri şiirin büyülü sabasıyla bin bahara dönüşür.
Şiir; kırık kalplere teselli sunar ağıtlarıyla, hüzne gözyaşı, sevince tebessüm olur. İlahi sözler, kutsal metinler gibi ezberlenir, saygı duyulur. İlk şairlerin aynı zamanda dini kimlikli ulu kişiler olması ve Tanrı’ya yakarışlarının şiirsel bir duyuş ve deyişle söylemeleri bu sebeptendir. Şiir, dua ve niyazdır. Şiir, dinî ritüellerin kadim edebi üründür.
Duyguların ortak noktasında ayrı olanları birleştirir, barıştır. Şiirin birleştirici gücü ve her insanın yüreğinde yer bulan duygu etkisi dünya barışı için yeni kapılar aralamaktadır. Şiirde buluşmak, şiirle hâlleşmek her zorluğun aşılmasında sabır ve tahammülün ötesinde yeni müjdeler getirir.Şiir, farklı lisanlarda aynı duyguların terennümüdür. Çünkü şiir, insani bir değerdir, insanlığın ortak dilidir.
Şair, bilgeliğini şiirde sergiler. Onun şiirinde hikmet, keşif, irfan, malumat, fehim, tahayyül, ilham, sezgi ve aklın muhteşem izdivacı sentezlenerek sanatın tezgahında ahenkle bütünleşir. ‘Tek’ olanlar ‘bir’leşir.
Türk şiiri dünyada saf ve öz şiirin en güzel örneklerini bünyesinde barındırır.
Türk kültüründe hayat şiirle iç içedir. Bebeklikten itibaren şiir, ninnilerle başlayıp tekerlemeler, şarkılar, türküler, ilahiler, manilerle devam eder. Hak vaki olup ömür dolunca da insan ağıtlarla sonsuzluğa uğurlanır. Gündelik yaşantıda konuşmalarda mecaz, deyim ve atasözleri sıkça kullanılır. Söz, konuşmanın etkisini artırmak için vurgu ve tonlamalarla kuvvetlendirilir. ‘’Taşı gediğine koymak’’ üzere söylenen söz, asırlar içinden süzülüp gelen uyaklı ve ölçülü deyişlerle bağlanır.
Türk milletinin temel özelliklerinden biri de sözün kutsal oluşunu bilerek hikmetli söyleyişlere yönelmesi, konuşma ve yazmada bunları tercih etmesidir. Bu yüzden ‘’dağdaki çobanından saraydaki padişahına kadar ‘’ şiire yatkınlığı bulunmaktadır. Bu özelliğe bir de Türk milletinin duygulu olması eklenince Türkçe’nin söz dizimindeki akışkanlığıyla birlikte şiiriyeti ortaya çıkarmaktadır. Türkçe’nin yapı bakımından sondan eklemeli bir dil olması, ünlülerindeki kalınlık incelik nedeniyle aliterasyon ve asonans sanatlarına uygunluğu, ondaki söz estetiğini işaret etmektedir.
Söz estetiği; yerindelik, akıcılık, incelik, canlılık, özlük, özgünlük, belginlik gibi kavramları içermektedir. İnsan, sözde haz estetiği arar. Bu arayış, duyu ve zihin çağrışımlarıyla maverai duygular uyandırmalıdır. Konu buraya dayandığında Türkçe’nin üstünlüğü aşikârdır. Türkçe fonetiğinin yabancılar tarafından kuş ötüşü ve şiir okumaya benzer gösterilmesi akışkan dil olmasından kaynaklanmaktadır.
İnsanlar, yazılı metinlerde olduğu gibi konuşmaz. Bu yüzden, konuşma dili, gündelik dil, bilimsel dil, devlet yazışma dili, yazı dili ve edebi dil birbirinden farklıdır. Edebi dil, medeniyet dilidir. Edebi dil; milletlerin olgunlaşmış, belli bir seviyeye ulaşmış, içinde üslup özellikleri taşıyan, ifadesinde söz ve anlam sanatları bulunan estetik dildir. Edebî dilin en önemli özelliklerinden biri, sözcüklerin genellikle temel anlamlarından uzaklaşmasıdır. Bu bakımdan edebî dilde yan ve mecaz anlamlar ön plana çıkar. “Bu noktada edebî dili, bir anlamda tabiî dilden bir ‘sapma’ olarak değerlendirmek de mümkündür. ”Edebî dilde, sözcüklerin anlam, ses, duygu ve çağrışım değerleri söz konusudur.
Türkçe’nin yazılı ve tespit edilmiş sözlü ilk edebi metinlerine bakıldığında onun şiiriyet taşıdığı hemen görülmektedir. Şiir, özünü oluşturan şairin duygu ve düşünce dünyasındaki özgün imge ve tasarımları, kendine özgü bir dile, yapı ve biçime dönüştürerek aktarıp okuyucuyu etkilemeyi, duygulandırmayı amaçlar ve diğer edebi türlere oranla çok daha az sözcük kullanarak yoğun anlamlar aktarır.
Türkçe’nin şiir dili olmasını; zengin sanatlı anlatımı, özgün üslubu, vezin tekniği, tarihi boyutu gibi temel unsurlar sağlamaktadır. Elli civarında edebi sanat çeşidi, aruz ve hece teknik ölçüleri, özgün Türkistan üslubu, asırlar öncesine dayanan tarih kökü, nazım şekillerindeki çokluğu Türkçe’nin şiir dili olmasında başlıca etkenlerdir.
Bozkır göçerlerinin dilidir Türkçe, bozkır kadar saf, sade ve gerçek.Türkçe, bülbül sesidir duyulduğunda kalbi yeni heveslerle kanatlandıran. Bir sabah esintisidir, atlı yiğitlerin bozkır ikliminde seslendirdiği. Türkçe, Orhun nehrinin soğuk sularını yüzünden öpen salkım söğüt yapraklarının mutluluk türküsüdür. Türk ruhunun güzelliğine açılan kapısıdır Türkçe.
Türkçe bir akıncı türküsüdür, Uluğ Türkistan’dan kalkıp Tuna’yı geçerken söylenen.Yunus’ta ağırbaşlılık, Köroğlu’nda başkaldırıdır. Yüreğin üstüne baş düşürmektir.
Bir şiir dilidir Türkçe, pınar suyu duruluğundadır, gözelerinden giz’ler çıkaran. Jean-Paul Rox, Türkçe’in özelliğini şöyle vurgular: “Türklerle ilgili olarak kabul edilebilecek biricik tanım dilbilgisel olandır. Türklerin dili çok büyük bir çekim gücüne sahip olduğundan ilişkide bulundukları birçok insan topluluğu tarafından benimsenmiştir.”
Türk anneler çocuklarına anadillerini öğretmenin mutluluğunu yaşarlar, dillenip konuşmaya başlayınca kuzuları. Bozkır göçerlerinin dilidir Türkçe, hareketin söz olup bahar sabahlarında gönüllere güneşin doğmasıdır.
Dil Bilimci Jean Deny; “Türk dili, seçkin bir bilginler kurulunun danışma ve tartışmaları sonucunda oluştuğu kanısını uyandırıyor. Fakat böyle bir kurul, Türkistan bozkırında kendi başına kalmış olarak ve kendi yasaları ya da kendi içgüdüleri itişiyle, insan beyninin yarattığı bu sonucu sağlayamazdı.” diyerek bu gerçeği ortaya koyar.
Türk dili, Türk coğrafyasında şair ve yazarların yeni ürettiği eserlerle geleceğe emin adımlarla ilerlemektedir. Ses yapısı, sözcük zenginliği, kültürel mirasıyla Türk dili milli kimliğimizin yegane unsuru olarak ebed-müddet yaşayacaktır.
Türkçe, Yahya Kemal Beyatlı’nın ağzında ‘’anne sütü’’, Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın eline ‘’ses bayrağı’’dır.
Türkçe; şiirdir, şiir dilidir.
Ahmet Urfalı