Değerli okurlarım. Biliyorsunuz, yazmayalı uzun zaman oldu. Hepinizin büyük bir merakla beklediğini de biliyorum. Ancak kendini ‘Editor’ zanneden Cafer Yıldırım mıdır, Yıldırımer midir nedir, işte onun yüzünden yazılarıma bir süre ara verdim. Neymiş efendim, şunu yaz da bunu yazma. Başka isteğiniz, arzunuz? Ne yazacağımı sana soracağım kardeşim. Sen kimsin? Üstüne üstlük utanmadan son yazıma sansür uygulamış… Demokrat ya. Sansüre mağruz kalmış yazımı gazetede görünce adeta deli danalar gibi çılgına döndüm. O ara raydan çıktım. Kendimi ayrana verdim. Tam niyeti bozuyorum derken, araya bizim böyükler girdi ve olay büyümeden kapandı. Şimdi aramız eskiden olduğu gibi iyi değil ama en azından kötü de sayılmaz.
Geçenlerde Sayın Editor beni aradı ve “Baki abim, gözünün çapağını yirim gardaş, gene yaz” dedi. Kendisine düşünmem gerektiğini ifade ettim. Uzun süren bir pazarlığın ardından tekrar yazmayı kabul ettim. İşin içinde kurabiye ve ayran olunca. Ama bu sefer şartlarım var ve ayrıca sansür yok dedim. Kendisi de “Tamam gardaş” dedi. Bir de gerçek fotomu eklemesini rica ettim. Önceden köşemde hiçbir şeye benzemeyen bir resim yer alıyordu.
Ama itiraf etmeliyim ki, yazmak gibisi yok. Tekrar yazabilmenin mutluluğunu anlatamam. Oh be, dünya varmış. Rahatlıyorum yaw…
Neyse bu ufak meseleyi fazla uzatmadan sadede gelelim. Hayır Saadet’e değil, sadede.
Geçenlerde bizim Şosedak’ı şöyle bir turlayım dedim. Baştan sonuna kadar yürüdüm. Sonu derken, bizim Türk mahallesinin bittiği yer yani. Biliyorsunuz Şosedak, Dak denen köye kadar gidiyormuş. Oraya kadar yürüyecek halim yok. Zaten Dak’ta Türk de yok. Arkadaş karşıma kim çıktıysa dernekci olmuş. İl, ilçe, bucak ve köy derneklerinden tutun cenaze derneklerine kadar her türlü dernek var. Zaten oldum olası en çok cenaze derneklerini merak etmişimdir. Mümkün olsa da bir toplantılarına katılsam. Öyle tahmin ediyorum ki, meftalardan oluşan yönetim kurulu her toplantıda ruh çağırma ayinleri gerçekleşitiriyor.
Neyse ki, bu derneklerden de geçtim. Beni en çok enterese eden iki dernek oldu. Birisi Turkish Papy derneği diğeriyse 8 Gönüllü Baba derneği. İlk önce yakın bir zamanda aldığım bir davet üzerine Turkish Papy derneğinde bir toplantıya katıldım. Arkadaş sanki Brüksel’in bütün pala bıyıkları oraya toplanmış. Hepsinin elinde birer gümüş tespik. Hatta iki eliyle tespik sallayanı bile gördüm. Neyse başkan konuşuyor ama elde sallanan tespiklerden konuşmaları anlamak ne mümkün. Zaten maksat toplantı yapıldı hesabı toplanmış kalabalık. Lakin toplantıda hiçbir bayanın olmaması dikkatimi çekti. Söz aldım ve şikayetimi bildirdim. Aradan kısa bir süre sonra Turkish Papy Anneler Kolu’nun kurulacağını duydum.
Akabinden 8 Gönüllü Baba derneğine gittim. Durum diğer dernekten biraz farklı ama bu dernek de her kadar erkeklerden oluşsa da bunlar tesbik sallayan pala bıyıklardan değil. Genelde entel takılan delikanlılar. Birçoğunun profilinde ‘Anadolu Üniversitesi’ yazıyor. Ama diplomaya sahip olup olmadıkları meçhul. Pek sorasım da gelmiyor zaten. Bu arkadaşlara da itiraz ederek bayanların neden derneklerinde yer almadıklarını sordum. Üstelik isimlerinde ‘8’ sayısı yer almasına rağmen neden 7 kişiden oluştuklarını da sordum ama orasını fazla karıştırmamamı söylediler. Netice itibariyle bu delikanlılar da beni kırmayarak kendileriyle paralel çalışmalar yürütebilecek 8 Gönüllü Anne derneğinin kurulacağına dair söz verdiler. Eksik olmasınlar.
Dernek demişken aklıma bir zamanlar gençlerimize sinerji depolayan dernek geldi. Kendi kendime “Vay be nerede o eski Michael Jackson Party’ler” dedim. Yine Michael Jackson şapkalarımızı alıp ‘Beat İt’ parçasında kurtlarımızı döksek. Bir dönem o partiye üye olmak isteyen siyasetçi arkadaşlarımız bile vardı. Bugün toplumda yer alan bütün olumsuzlukları görünce keşke o sinerjileri bugünlere saklasaydık diye düşünmeden edemiyorum…