“Tecessüs ve Gıybet”

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Rahmân ve Rahîm olan Yüce Allah’ın adıyla…

Hamd âlemlerin Rabbi ALLAH (c.c.) içindir. Salât ve Selâm Peygamber efendimiz Hazret-i Muhammed Mustafa’nın (s.a.v), Âli’nin ve Ashâbının üzerine olsun. Âmin. 

Muhterem Müslümanlar, 

İnsanların ayıplarını araştırmamak, hattâ tesâdüfen görülen ayıp ve kabahatleri dahî setretmek, yani örtmek, her mü’minin, beşerî münâsebetlerinde dikkat etmesi gereken mühim bir husustur. Bu haftaki mevzumuzu İslamın çirkin gördüğü ve men ettiği, biz Müslümanların en büyük manevi hastalıklarından olan TECESSÜS VE GIYBET gibi meselerlerden bahsetmeyi uygun gördük. Günümüzde bu gibi hal ve hareketler, davranışlar Müslümanlar arasında yaygın hale gelerek artık normal görülmektedir. Tecessüs ve Gıybet gibi çirkin fiiller Şeytanın fitnesi ve tuzağıdır. Lakin farkında değiliz. Allahu Teala Tecessüsü de Giybeti de Haram kılmıştır. İnsanın adeta hem dünyasını hem de âhiretini felakete uğratacak çirkin fiillerdir. İnsanı çok kolay Cehenneme götürecek fiillerdir hafezan Allah… Bunun içindir ki, bu iki meseleyi iyi okuyalım ve bu gibi haramlardan uzak duralım. Böyle manevi hastalıklarımız varsa o halde Allahu Teala’dan af ve mağfiret dileyelim, tövbe edelim, istiğfar edelim inşaAllah… 

TECESSÜSÜN NEDİR?

Tecessüs, Müslüman kardeşinin ayıplarını, kusurlarını bulmak için casus gibi inceden inceye yoklayıp araştırmak demektir ki kötü bir huydur. Esasen kötü zanna dayanan nefsânî bir davranıştır. 

“Settâru’l-Uyûb” olan Hazret-i Allah (c.c.) insanların umûmu alâkadar etmeyen şahsî kusur ve ayıplarının araştırılıp ortaya dökülmesine gazap eder. Nitekim âyet-i kerîmede şöyle buyrulmaktadır:

“Allah, zulme uğrayanın dile getirmesi dışında, çirkin sözün açıklanmasını sevmez. Şüphesiz Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.” (Nisâ suresi, 148)

Zira gizli kalmış kötülük ve çirkinliklerin araştırılıp ortaya dökülmesi, onların âdeta bulaşıcı bir hastalık gibi toplumda revaç bulmasına sebebiyet verir. Bu yüzden, bu nevî hâllerin şuyûu, vukūundan beterdir denilmiştir. Yani bunların duyurulup yayılması, toplum ahlâkı için daha büyük bir tehlike teşkil eder.

Tecessüs illetinde ağırlıklı olarak, herhangi bir müslümanın bir ayıbını, kusurunu veya sırrını bir şekilde öğrenip açıklamak gibi kötü bir niyet mevzubahistir. Bu ise, hem Kur’ân’da hem de Sünnet’te yasaklanmıştır.

Nitekim âyet-i kerîmede Rabbimiz; “Birbirinizin gizli hâllerini araştırmayın” (Hucurât suresi, 12) buyurmaktadır.

Abdullah bin Mes’ûd (r.a.) şöyle buyurdu: “Muhakkak ki biz, tecessüsten (insanların kusurlarını araştırmaktan) nehyolunduk.” (Sünen-i Ebû Dâvud)

Peygamber Efendimiz Hazret-i Muhammed Mustafa (s.a.v.) buyurmuşlardır ki:

“Müslümanların eksikliklerini, ayıplarını araştırmayın. Zira her kim, Müslümanların ayıplarını araştırırsa, Allâhü Teâlâ da onun ayıbını ortaya çıkarır, nihayet evinin içinde bile olsa onu rezil ve rüsvâ eyler.”

“(Sû-i) Zandan sakınınız. Zira zan (ile söylenen söz), kelâmın en yalanıdır. İnsanların ayıplarını araştırmayın. Birbirinize düşmanlık beslemeyin. Ey Allâh’ın kulları, din kardeşleri olun!”

Cebrâîl (a.s) buyurmuştur ki: “Yâ Muhammed (s.a.v.)! Eğer biz ibadetimizi yeryüzünde yapıyor olsaydık, şu üç hasletle muhakkak amel ederdik: Susuz Müslümanlara su dağıtmak, muhtaç aile sahibi Müslümanlara yardımda bulunmak ve Müslümanların kusurlarını örtmek.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.): “Allâhümmestür avrâtinâ ve âmin rav’âtinâ” (Allâhım, bizim kusurlarımızı ört ve korktuklarımızdan bizi emîn eyle) diye çok dua ederlerdi.

Amr bin Âs (r.a.) demiştir ki: “Haramı ve helâli bilmeden tüccarlık eden, harama düşer. Arkadaşı için kuyu kazan, ona kendisi düşer.”

Başkalarının ayıplarını araştıran kimsenin ayıplarını da, başkaları araştırır. Ekseriya bu kimse, ayıplarını araştırdığı kimseden daha ziyâde rezil rüsvâ olur. Nitekim denilmiştir ki: “İnsanlara nasıl davranıyorsan, sana da öyle davranılır.”

Kişi, insanların ayıplarını araştırmamalı, onun yerine kendi nefsinin ayıplarını ıslâh ile meşgul olmalıdır. Zira böyle yapan kimsenin bedeni rahat eder, kalbi yorulmaz. İnsanların ayıplarını araştırıp kendi nefsindeki ayıbı görmeyen kimsenin ise kalbi kör, bedeni yorgun olur.

İnsanların en âcizi, kusurları sebebiyle onları ayıplayandır. Ondan daha âcizi ise kendisinde aynı ayıp varken bunu yapandır.

GIYBET NEDİR?

Gerçekten gıybet, İslâm kardeşliğini bozan, toplum düzenini altüst eden, birlik ve beraberlik rûhunu öldürerek kalplere kin ve husûmet saçan büyük günahlardan biridir. Böyle olmakla beraber birçok kimse, câhilâne bir düşünce ile söylediğinin gerçek olmasıyla kendisini avutur. Hâlbuki gıybet, esâsen gerçek olan bir kusurun söylenmesidir. Gerçek olmayanı söylemek ise iftirâdır. Bunu düşünmeyerek, bir kişinin, sözlerinin doğru olmasıyla tesellî bulması ve yanlış yolda devâm edip gitmesi, ne büyük bir gaflettir!

Yüce Allah Hucurat suresinin 12. Ayetinde şöyle buyuruyor; “Birbirinizin gıybetini yapmayın. Herhangi biriniz ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz! Allah’a gönülden saygı besleyip O’na karşı gelmekten sakının.”

Resulullah (s.a.v) bir gün:

“Gıybet nedir, bilir misiniz?” diye sormuştu. Ashâb-ı kirâm:

“Allah ve Resûlü daha iyi bilir.” dediler. Hazret-i Peygamber:

“Gıybet, din kardeşini hoşlanmadığı bir şeyle anmandır.” buyurdu.

“Söylenen ayıp, eğer o kardeşimde varsa, ne dersiniz?” diye soruldu.

Eğer söylediğin şey onda varsa gıybet ettin; yoksa o zaman ona iftirâ ettin demektir.” buyurdu. (Müslim, Ebû Davûd)

GIYBET DİN KARDEŞİNİN ETİNİ YEMEK GİBİDİR!

Resulullah Efendimiz (s.a.v.) buyurdular: “Muhakkak kıyamet günü kulun amel defteri açılmış olarak kendisine verilir de kul, ‘Yâ Rabbi! Şu günlerde şöyle hayır yapmamış mıydım,’ der. Ona ‘O işlediklerinin (sevabı) insanları gıybetin sebebiyle defterinden silindi.’ denilir.” (Kenzü’l-Ummâl)

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) buyurdular: Mîrac’a çıkarıldığım gece bir topluluğa rastladım. Sağlarından sollarından etleri kesiliyor, sonra da kendilerine yediriliyordu. Onlara, “Dünyada kardeşlerinizin etini yediğiniz gibi şimdi kendi etlerinizi yiyiniz.” deniliyordu.

Ben, “Yâ Cebrâîl! Bunlar kimlerdir?” diye sordum.

Cebrâîl (a.s.), “Bunlar senin ümmetinden, insanların ayıp ve kusurlarını arayan, onları başkalarına söyleyen (gıybet eden)lerdir.” dedi.

Câbir bin Abdullah (r.a.) naklediyor: Resûlullah (s.a.v.) zamanında kötü kokulu bir rüzgâr esti. Peygamber Efendimiz (s.a.v.), “Bazı münafıklar, Müslümanları gıybet ettiler. Bu kötü kokunun sebebi işte budur.” buyurdular.

Hikmet ehli bir zâta, “Resûlullah Efendimiz (s.a.v.) zamanında gıybetin kötü kokusu ortaya çıkıyordu. Fakat günümüzde bu koku ortaya çıkmıyor. Bunun hikmeti nedir?” diye soruldu. Şöyle cevap verdi: “Günümüzde gıybet o kadar çoğaldı ki, burunlar o kokularla doldu. Artık kötü koku belli olmuyor. Bu, şuna benzer:

Derilerin işlendiği tabakhaneye ilk defa giren birisi, derilerin kötü kokusundan orada duramaz. Hâlbuki orada çalışanlar, burunları o kokuya alıştığından bu kötü kokuyu hissetmezler. İşte günümüzde gıybet de böyledir.”

Hazret-i Mevlana’nın; “İnsanların kusurunu, ayıbını örtmekte gece gibi ol.” öğüdünü burada hatırlatırız. Rabbim biz ümmet-i Muhammed’i TECESSÜS ve GİTBET gibi çirkin filleri işlemekten uzak eylesin. Cuma günümüz mübarek olsun. Hayırlı Cumalar dileriz. 

Vesselâm
Nihat Gülal 

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Uygulamayı Yükle

Uygulamamızı yükleyerek içeriklerimize daha hızlı ve kolay erişim sağlayabilirsiniz.