Gençlerle yaptığımız İstanbul gezilerinden çok güzel hikâyeler çıkıyor. Gençlerimiz İstanbul’a sahip çıktıkça inşallah bu tarihi eserler daha nice yıllar ayakta kalır. İstanbul’u seven meraklı gençlerimizle Karaköy- Tophane-Fındıklı bölgesini gezerken lise son sınıf öğrencisi bir genç heyecanlı heyecanlı yanıma gelerek şunları söyledi:
“Hocam siz hep diyorsunuz ya Osmanlı medeniyeti aynı zamanda vakıf medeniyeti idi. Sadece İstanbul’da o dönemde yirmi bin adet vakıf varmış. İnsanlar parayı mal istiflemek için değil kazançlarını vakıf kurarak değerlendirirlerdi diyorsunuz. Peki sabahtan beri geziyoruz. Şu ana kadar neredeyse 5 km yol yürüdük. Hiçbir vakıf adı bize söylemediniz. Bu semtlerde hiç vakıf yok muydu? Hani nerede güvercinlere yem veren vakıf, hani nerede hasta kuşlara yardım eden vakıf, hani nerede hastaları ziyaret eden vakıf, meyve ağacı diken vakıf, herkese meyve dağıtan vakıf….”
Gerçekten de Osmanlı döneminde o kadar ilginç vakıflar vardı ki bu gencimiz sadece üç-beş tanesini sayabildi. Ama o kadar çok vakfımız vardı bakın ilginç vakıflardan bazıları: At vakfı, borcundan dolayı hapse düşenlere yardım vakfı, nefes vakfı, misafirleri ağırlama vakfı, suyu soğutan vakıf… Peki, nerede bu vakıflar. İşte gencimiz de bunları soruyor. Bir zamanlar yardımlaşma temeline dayanan, dini ve medeni bir müessese olan vakıf, sosyal dayanışmanın en eski hukuki müesseselerinden biriydi. Neden yok oldu derseniz eğer buna bir sürü cevap verilir ama Kuran buna en güzel cevabı veriyor. Bende bu soruyu soran gencimize ve geziye katılan tüm gençlere şöyle cevap verdim:
“Sevgili gençler, Kuran-ı Kerim’de hatırlarsanız Salih as. devesi anlatılır. Allah Salih as Semud kavmine elçi olarak göndermişti. Kavmi ondan mucize istedi. Allah cc da bir dişi deve gönderdi. Ve Allah Salih as vasıtasıyla kullarını şöyle uyardı: “Ey kavmim dedi, Allah’a kulluk edin, sizin O’ndan başka bir ilâhınız yoktur. Size Rabbinizden açık bir delil geldi. İşte şu, Allah’ın devesi, size bir mucizedir; bırakın onu Allah’ın yeryüzünde yesin (içsin), sakın ona bir kötülük etmeyin, yoksa sizi acı bir azap yakalar. Fakat Semud kavmi Kurani ifadeyle söylersek eğer: “Derken dişi deveyi boğazladılar ve Rablerinin buyruğundan dışarı çıktılar; “Ey Sâlih, eğer hakikaten elçilerdensen, bizi tehdit ettiğin (o azabı) bize getir!” dediler. Allah cc daha sonra o kavmi bildiğiniz gibi helak etti.
Bazı tefsirlerde burada geçen Salih as devesini vakıf malı, kamu malı olarak açıklama getirirler. Yani nasıl ki o deve topluma faydalı idi. Ona Allah dokunmayın dedi. İşte vakıf malları da tıpkı Salih as devesi gibi artık kamu malıdır. Ona zarar verdiğimiz zaman tıpkı Salih as devesini kesenler gibi oluruz. Bir zamanlarda sadece İstanbul’da yirmi binden fazla vakıf varken şimdi sadece tüm Türkiye’de yaklaşık 4-5 bin adet vakıf var. Diğerleri nerede, bu vakıfların mülkü nerede derseniz eğer. Sanırım onları Salih as devesi gibi kestik. Dileğimiz bu vakıfları ve vakıf mallarını tekrar ihya edecek şuurlu neslin tekrar yetişmesi.
Büyükler diyorlar ki “vav”lardan sakının diyorlar, “ Bu “vav”lar nedir? Bir defa, yani “vallâhi” diyerek lüzumsuz yere yemin etmekten sakın. Çünkü Allâh’ı şâhit gösteriyorsun. Allah adına, “vallâhi” diyerek bir yemin etmekten sakın. İkincisi: Mes’ûliyet şuuru ve hassâsiyet taşımayan bir “vâli” olmaktan sakın. Bu da vav’lı başlıyor, vâli. Mes’ûliyet şuuru ve hassâsiyet taşımayan bir vâli olmaktan sakın.Üçüncüsü: Hakkını îfâ edemediğin bir “vasi” olmaktan sakın. Dördüncüsü: “Vakıf”. Vakıf malının mes’ûliyetinden korkun. Onu gereği gibi muhâfaza edin. Tabi bu, “vakıf hizmetlerinden uzak durun” demek değildir. Liyâkat sahibi kişilerin bu vakıf hizmetlerinde bulunmaları zarûrîdir. “
Kısaca:
“Ey kavmim! İşte şu, Allah’ın dişi devesi, size bir mucizedir. Bırakın onu Allah’ın yeryüzünde (otlaklarında) otlasın. Ve ona kötü bir maksatla el sürmeyin, sonra sizi yakın bir azap yakalar. Derken, o deveyi kestiler. Bunun üzerine Salih dedi ki: “Yurdunuzda üç gün daha yaşayın. İşte bu, yalan çıkmayacak olan kesin bir vaaddir.”(Hud Suresi: 64-65)
Salih “İşte (mucize) bu dişi devedir; su içme hakkı (bir gün) onundur, belli bir günün içme hakkı da sizin” dedi. “Sakın ona bir kötülükle ilişmeyin, yoksa sizi büyük bir günün azabı yakalayıverir. Derken onu kestiler; fakat pişman da oldular. Çünkü kendilerini azap yakalayıverdi. Şüphesiz bunda bir âyet (alınacak bir ders) vardır, ama çokları iman etmiş değillerdir. Ve şüphesiz Rabbin, işte O mutlak galip ve engin merhamet sahibidir.” (Şuara Suresi 155-156-157)