Belçika’da özellikle bu son yıllarda, ne zaman bir seçim olsa, Türkler arasında “Oyumuzu Türk’e vermeli miyiz?” gibi soruların sıkça gündeme geldiğini görmekteyiz. Bu ve buna benzer soruların yanında “Artık Türk’e oy yok” gibi tepkiler de beraberinde geliyor ister istemez. Ne yalan söyleyeyim. Belçika’da doğup büyüyen birisi olarak bu soruyu ben bile bazen kendi kendime sormadım değil.
Şimdi bu sorunun cevabını aramak için kaseti ta başa sarmamız icap ediyor. Türklerin siyasete ilk atılmaya başladıkları yıllara. Yani 90’lı yılların sonlarına. İlk kuşağın Türk toplumuna hakim olduğu ve birlik ve beraberliğin var olduğu yıllara.
Yıl 99’du ve Belçika kimliğine sahip olduğum için hayatımda ilk kez oy kullanacaktım. İlk kez oy kullanacak olmanın heyecanıyla babama kime oy atmam gerektiğini sormuştum ve o yıllarda kendisi Belçika İslam Federasyonu’nda aktif olduğu için birkaç Türk kökenli siyasetçinin isimlerini söylemişti. Bu isimleri de verirken, “Biz bunları seçelim ki, bunlar da toplumumuzu savunsunlar” demişti. Bu şekilde hayatımda ilk kez oy kullanmıştım ve cidden bizi savunacaklarına inanıyordum.
Gel zaman git zaman, 2000’li yılların başlarıydı ve Türk kökenli siyasetçi sayısı ırkçı partilerin haricinde her partide çoğalıyordu. Türk seçmeni açısından siyaset dünyasında yelpaze genişlemişti yani. Bu durum o zamanlar bir kitle tarafından “Partilerin Türklerin oylarına talip olmak istedikleri” şeklinde yorumlanırken, bir diğer kitle tarafından ise, “her partinin diğer partilerdeki Türklerin oylarını bölüp hepsinin seçilmelerini engellemek istedikleri” şeklinde yorumlanıyordu.
Ancak bunun yanı sıra, oy verme kriterlerine bakacak olursak, o dönemde Belçika İslam Federasyonu, Diyanet Vakfı, EYAD, Atatürk Düşünce Derneği vs gibi hızlı olan kuruluşlar, Türklerin aday oldukları partilerde seçilerek iyi yerlere yükselmelerine olumlu bakıyorlardı. Bu yüzden, o zamanlar açık açık yapılmasa da, kuruluşlar kapalı kapılar ardında siyasetçilerle destek konusunda pazarlıklar yapıyorlardı. Bazıları toplumun çıkarlarını bazılarıysa derneklerin çıkarlarını düşünüyorlardı.
Fakat dernek ve kuruluşlarla vs bağlantısı olmayan vatandaşlara gelince, kriterler farklı olduğu belirtmekte fayda var. Birçoğu olaya önce elbette milliyetçi gözüyle bakıyordu ancak bazılarının kriterleri, köylüm, hemşerim, komşum gibi çok basit kriterlerdi. Bu kriterlere sahip olanların ilk kuşata ait olan ve hayatını işçi olarak geçirmiş insanlardı. Büyük ölçüde bir bölümü diplomasız ve okuması yazması olmayan insanlardı.
Ancak aradan yıllar geçtikçe hem seçmenin hem de siyasetçinin değişti. Seçmenlerde zamanla yaşlanan ilk kuşağa ait olanlar yavaş yavaş ahirete göç ettiler. Siyasetçilerde ise, piyangoyla partilere giren ve yegane amaçları seçilmek olan ilklerden birçoğu zamanla partileri tarafından farklı sebeplerden dolayı saf dışı bırakıldılar. Bu durum böyle olunca da, varolan seçmen tarafında kriterlerde büyük değişiklikler yaşandı. Artık “Bizimkiler seçilsin” diyen ilk kuşağın çocuklarının bir bölümü “Oy verdiklerimiz bugüne kadar ne yaptılar?” gibi tepkiler verirken, eğitim konusunda önceki kuşaklara bakarak iyi yerlere gelmiş üçüncü ve özellikle dördüncü kuşağın “Türklere oy yok” dediklerini sıkça duymaktayız.
Bu konuda örnek vermek için fazla uzağa gitmeye gerek yok. Yüksek okulu bitiren kızımla konuşurken, birçok defa “Ben Türk’e oy vermem” dediğine şahit oldum. Sebebini sorduğumda ise, “Bizi aptal yerine koyuyorlar” diyordu.
Açık konuşmak gerekirse, bu konu beni hem üzüyor hem de yaralıyor. Çünkü 25 yıl önce başlayan bu serüven o dönemlerde ne hayallerle başlamıştı ve şu anda baktığımız zaman ne yazık ki, hayallerin çok uzağında kaldı. Ne gibi diyecek olursanız, en çok Türk’ün yaşadığı Schaerbeek belediyesinde, Türklerin oylarıyla seçilmiş bir belediye başkan yardımcısının Türk toplumunu savunmaktan aciz olduğunu görmek, her zaman “Türkler’e oy verelim” diyen birisi olarak beni çok üzüyor. Bunun yanı sıra milletvekili olup, beş yıl ortalıklarda görülmeyenler de var mesela. Mübarek sanki seçimden seçime ışınlanıyor.
Velhasılıkelam, oy verme kriterleri ile birlikte seçmen kitlesini göz önünde bulundurulduğunda ve son dönemde Brüksel’i terk eden Türk sayısına bakıldığında, bizim Türk kökenli siyasetçilerin işlerinin cidden zor olacağını düşünüyorum. Zaten bu sebeple Türk kökenlilerin bir bölümü Fas kökenli seçmene bir bölümüyse Bulgar kökenli seçmenlere göz dikmiş durumda. Onlardan bizimkilere “oy gelir mi, gelmez mi?” veyahut “ne kadar oy gelir?” gibi sorulara cevap bulmak cidden kolay değil. Umarım hesaplarında şaşmazlar.
Türk kökenli bir vatandaş olarak “Oyumuzu Türk’e vermeli miyiz?” sorusu hakkında şahsi düşüncemi soracak olursanız, ben evet diyorum ve oyunu verecek olan herkesin oy verdiği siyasetçiyi hem seçim öncesi hem de seçim sonrası uyarmalarını öneriyorum. Mesela eskiden seçim zamanı, bir siyasetçi Belçika İslam Federasyonu’na bağlı Hicret Camii’ne geldiğinde, orada kendisine sorular sorulurdu ve “Seni seçersek, bizi temsil et” baskısı yapılırdı. Ancak ne yazık ki, bu tür uyarılar ilk başlarda yapılırken sonradan unutuldu ve yapılmaz oldu çünkü federasyon ve camiler genel olarak o eski ağırlığını kaybettiler. Yani bana göre, eğer bugün seçmen ve siyasetçi arasında bir güvensizlik varsa bunun sebebi lobi gücünü oluşturan kuruluşların güçsüz olmalarından kaynaklanıyor.
Bu önümüzdeki süreç hem seçmen hem de siyasetçi açısından kolay olmayacak. Çünkü seçmenin güvenini kaybeden siyasetçi seçilme konusunda zorlanabilir ve büyük bir bölümü seçilmeyebilir. Siyasetçisi seçilmeyen seçmeni ise önemli yerlerde savunacak kimse olmayabilir.
Cafer Yıldırımer