NEREDE O ESKİ ‘SILA YOLU’

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Her sene yaz ayları geldiği zaman, biz Avrupalı Türkler’in diline sakız gibi dolanır ‘Sıla yolu’. Hatta öyle ki, adeta onunla yatar onunla kalkarız. Tatil öncesi onu tatacak olmanın heyecanını yaşar, tatil sonrası ise verdiği zevki ve mutluluğu anlatırız.

Aslında tatilden çok sıla yolunu anlatırız. Yol boyunca gördüklerimizi, yaşadıklarımızı, kuyruk çilesini, aldığımız mazotun parasını, vs… Anlata anlata bitmez.

Adına nağmeler döküp, şarkılar yazdık. Hatta filmlerde konu bile ettik.

Bu sıla yolu öyle bir şey ki, stresle dolu geçen bir yılın stresini adeta insanın üzerinden koparırcasına alır. Onun sayesinde ne stres kalır ne de başka bir rahatsızlık.

Her ne kadar biz Avrupalı Türkler olarak onun adını ‘Sıla yolu’ koysak da bazen onu çile yolu diye de tabir edenler çıkıyor. Çünkü kolay olmadığı için onu herkes sevmeyebiliyor. Ama ne olursa olsun, sıla yolu, Avrupalı Türkün zor ama tatlı çilesidir.

En azından onun sayesinde bir yıl boyunca anlatacağımız hikayeler ediniyoruz. İşin kolayına kaçıp, uçakla izin yapmış olsak, sonuçta aynı hikayeler çıkar mı? Mümkün değil. Uçakla yapılan yolculuk, üç etaplı kısa bir serüven. Uçağa binmek, üç saatlik seyahat ve en nihayetinde uçaktan inmek. Bunun neresinden macera çıksın ki, anlatılasın. Bu yolculuktan sonra “Uçağa ne güzel bindik” diyecek halimiz yok ya… Zaten uçak fiyatları almış başını gidiyor. Gerçi uçak fiyatları ile ilgili mesele ayrı bir sorun. O konuya şimdilik pek değinesim gelmiyor doğrusu.

***

Oysa sıla yolu öyle midir? Her kilometresi bir maceradır. Almanya otoyolunda çılgınca yapılan hız, balkan ülkelerinin cam silicileri, çukurlu yollar, sıcakta eriyen asfaltın kokusu, yol kenarında çekilen uyku ve gümrük kuyrukları. Hepsi bir araya gelince, ortaya unutulmayacak macera dolu bir yolculuk çıkıyor.

Sıla yolundan herkes hoşlanmayabilir. Onunla ufak yaşta tanışmanın etkisi olsa gerek, her zaman ona karşı bir sevgi duymuşumdur. Üstelik eskiden çok daha zordu. Eskiden arabayla beş günde giderdik. Avusturya’dan sonra yollar memlekete kadar hemen hemen tek şeritliydi. Gümrük sıralarından geçtim, Yugoslavya ve Bulgaristan’ın komünist olduğu yıllarda petrol kuyrukları olurdu ve saatlerce o kuyrukları beklerdik. Zaten o yıllarda GPS falan da yoktu. Arabalar eski ve klimasız. Üzerine bir insan boyu bagaj atılırdı ve araba düz yolda 80-90 kilometre hızı zor yapardı.

***

O yıllarda macera bol olurdu…

1982 yılında Türkiye giriş yapmak için gümrükte yaklaşık 24 saat beklemiş, tüm bagajımız yere indirilmiş ve didik didik aranmıştı. Ardından 1989 yılında babamın eski pasaportu yüzünden Yugoslavya’nın girişinde, yani şimdiki Slovenya’da iki gün pasaport beklemiştik. 1990 yılında Türkiye’den dönerken Yugoslavya’nın başkenti olan Belgrad yakınlarında yaptığımız kaza. 1991 yılında Almanya’nın Münich kenti yakınlarında 160 kilometre hızla giderken patlayan lastik. 1992 yılında yine Belgrad yakınlarında arabanın araret yapması yüzünden yolda kalışımız. Ve daha neler neler. Hepsi, trajedi artı zaman eşittir komedya hesabı, hafızalarımızda yerlerini koruyorlar.

Bazen bu hikayeleri kendi aramızda anlattığımızda gülüyoruz. Hatta bazen kendi kendimize “Nerede o eski sıla yolu” dediğimiz bile oluyor… O eski sıla yolunu görmeyip sıla yolunu eleştirenlere ise kızmadan edemiyorum.

Şimdiki çileyse eskiye ne demeli?

***

Bu arada sosyal paylaşım sitesi üzerinden yayınlar yaparak vatandaşları birçok konuda bilgilendiren ‘Sıla Yolu’ derneği (silayolu.com) gönüllülerini candan kutluyorum. Gecelerini gündüzlerine katarak, verdikleri kaliteli hizmeti tarif etmek mümkün değil. Keşke ortalıkta dernekçiyim diye dolaşanlar bu arkadaşlar tarafından yapılan hizmetin onda birini yapabilseler.

Cafer Yıldırımer

Kapıkule

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Uygulamayı Yükle

Uygulamamızı yükleyerek içeriklerimize daha hızlı ve kolay erişim sağlayabilirsiniz.