18 Mart 2011 yılında ebedi aleme intikal eden çok sevdiğim babaannem için yazdığım ve gundem.be haber sitesinde yayınlanan yazıyı, istek üzerine, babaannemin vefatının 2. yılında kendi haber sitemizde yayınlıyorum.
Eski zamanların birinde mıh (çivi) imal eden bir zavallı usta varmış. Güzel mi güzel de bir eşi varmış. Bir gün o yöreyi idare eden zalim vali zavallı adamın eşine göz koyar. Kafasınca zavallı ustanın eşini elde edebilmek için sinsi bir planla ustayı ortadan kaldırmayı düşünür. Ve bir gün zavallı ustanın iş yerine giderek ustadan olmayacak bir iş ister. Der ki: “Yarın sabah güneşi doğana kadar üç yüz askerim için kebkeb (pabuç çivisi) isterim. Şayet sabah güneşi doğduktan sonra benim üç yüz askerime kebkeb imâl edemezsen senin kelleni uçururum”.
Hâlbuki ömrünü mıh işlerine adamış bu usta bir günde on beş veya yirmi kebkebi ancak imâl edebilirmiş. Zavallı, çaresiz ve ümitsiz bir şekilde, zalim valinin kendisinden istediği kebkebleri imâl edemeyeceğini ve sabaha karşı kellesinin uçacağını düşünerek, sabaha kadar bir yandan elinden geldiği kadar kebkeb hazırlarmış diğer yandan da ağlayarak Allah’a sığınırmış.
Sabah güneşi doğduktan sonra hızlı bir şekilde kapısına vurulur. O sırada hanımı ile helalleştikten sonra kapıyı açan usta, karşısında valinin adamlarını görünce hayattan ümidini tamamen keser.
Valinin adamlarından bir tanesi ustaya telaşlı bir şekilde bakarak şöyle der: “Bu gece valimiz öldü. Senden mismâr (tabut çivisi) almaya geldik”.
***
Bir şair bu hadisedeki hikmeti şöyle şiirleştirmiş:
Kebkebi mismâra tebdîl eyleyen Perverdigâr,
Lâne-i mürg-i garîbi kul yıkar Allah yapar.
Tercümesi:
Kebkebi mismara dönüştüren Allah,
Garip kuşun yuvasını kul yıkar, Allah yapar.
Bizim Afyon yöresinde ise bu hadiseden çıkan tabir şu şekilde kullanılır:
“Mıhı mismar eden Allah”.
***
Ailemizde ne zaman bir sıkıntı yaşansa, rahmetli babaannem hep soğukkanlı bir şekilde “Siz merak etmeyin elbet mıhı mismar eden Allah var” diyerek etrafındakileri sakinleştirmeye çalışırdı.
Gerçi babaannemin bu sözüne pek aldırış eden olmazdı aslında. Ama bir gün yine sıkıntılı bir zamanda babaannemi yine gayet sakin bir şekilde “Mıhı mismar eden Allah” diyerekten mırıldandığını duyduğumda dayanamayıp kendisine bu sözün nereden geldiğini sormuştum. Kendisi de bana bu yukarıdaki hadiseyi anlatarak, “Şimdi anladın mı oğul. Bak bu sözü unutma. Başına ne gelirse gelsin, elbet mıhı mismar eden Allah var” demişti.
***
Aslında babaannem “Mıhı mismar eden Allah var” sözünü kendine bir şekilde bir hayat felsefesi edinmişti. Bu şekilde kendi kendine edindiği bu felsefe sayesinde sağlıklı ve uzun bir ömür yaşadı. Osmanlının son döneminde dünyaya gözlerini açan babaannem Sultan Şahbaz her ne kadar kâğıt üzerinde doksan altı yaşına kadar yaşamış görünse de sağlam kaynaklardan edindiğimiz hesaplara göre hayata gözlerini yumduğunda tam yüz iki yaşında bulunmaktaydı. Hatta kendisine yaşı sorulduğunda, nüfus dairesine yazıldığı günlerde harmanın yeni kalktığını ve aklının baya erdiğini söylerdi. Birinci Cihan Harbi sırasında Yunan ordusunun Emirdağ’a ayak bastığı günleri bile çok iyi hatırlaması yaşının kâğıt üzerinde ne kadar yanlış nitelikte olduğunun bir kanıtıydı.
***
Onun çile dolu hayatını yazmaya belki satırlar yetmez.
Birinci Cihan Harbinden gazi olarak dönen babasını genç yaşta kaybetmiş. Fakirlik yüzünden okula gidememiş. Babası öldükten sonra ailesine bakan amcasından çok eziyet görmüş. Amcasının eziyeti yüzünden genç yaşta sevdiğine kaçmış. Sevdiği adamın yani büyükbabamın varlıklı bir muhtar olması sayesinde her ne kadar kısa bir dönem olmak üzere rahat bir hayat geçirmiş olsa da, onun vefatından sonra hayatı yeniden değişmiş. Kendinden yaşça epey küçük kayını olan nam-ı diğer Cıngıdık ile zorla evlendirilmiş. Bir zamanlar kayını olan bu yeni kocasından ömründe hiç unutamayacağı eziyetleri görmüş.
Zamanla, Cıngıdık’ın rahmetli abisinden kalan bütün varlıkları kumar masalarında kaybetmiş olması babaannemi ve ailesini sefalete ve açlığa sürüklemiş. Üstüne kuma gelmiş. Cıngıdık hapishanelere düşmüş. Evlerini basan hacizcilerin ve tefecilerin haddi hesabı bilinmezken bir de diğer kayınlarından gelen eziyetler yaralarına tuz biber ekmiş adeta. Bu acımasız kardeşlerin babaannemi döve döve elinden evin tapusunu zorla alarak üç kez satmaları ise o dönemde o civarda dillere destan olmuş.
Bu çileli hayatından unutamadığı en acı verici olay ise kavgalı olduğu komşusunun çıkardığı yangın sonucu evlerinde yalnız bulunan Hale isimli ufak kızını yangında kaybetmesi olmuş.
***
İşte böyle çileli ve zor bir hayat geçirmiş babaannem. Ancak bu zorlu hayat yürüyüşünde hiç yılmamış, yıkılmamış ve hiç isyan etmemiş. Her zorluk karşısında içinden “Mıhı mismar eden Allah’ım” diyerek kendi kendini teselli etmiş. Kendini çocukları için feda etmiş. Zorlu ve kısıtlı hayat şartlarına rağmen onlara saçını süpürge etmiş. Namusuna ise güzelliğine rağmen hiçbir zaman leke sürdürmemiş.
Kimi zaman bu inanmakta zorlandığım trajik olaylar hakkında babaanneme sorular yönelttiğimde, sanki bu olaylar hiç başından geçmemiş, sanki izlediği bir filmin sahnelerini anlatırcasına anlatırdı yaşadıklarını. Üstelik yaşadığı keder yüklü anılarını paylaşırken de yüzünden acı dolu bir tebessüm ise hiç eksik olmazdı. Bazen kendi kendime düşünüyorum da, pireyi deve yapan bizler, en basit bir sorunla karşı karşıya kaldığımız zaman farklı farklı stres türlerini girer hemen bir isyan türküsü patlatırız. Oysa benim babaannem her insanın ömrüne kolay kolay sığmayacak bunca sorunları kendi felsefesiyle kolay olmasa da bir şekilde üstesinden gelebilmiş.
***
Hayatımın büyük bir bölümü babaannemin yanında geçtiği için sanki kendisi hiç ölmeyecekmiş sanki hep yanımda olacakmış gibi geliyordu bana. Ama 2011 yılının mart ayında bir gün ansızın yorgunluktan dermansız kalıverdi. Bu yüzden kendisini acilen hastaneye yatırdık. Doktorlarca beyin ve beden iyi durumdaydı ancak kalp çok yorgun düşmüştü. Artık yapacak bir şey kalmamıştı. Kendisi de bundan haberdar değildi. Gerçi her ne kadar haberdar olmasa da sona doğru yaklaştığının farkındaydı. Bunu birkaç defa üstü kapalı bir şekilde ima etmişti. Ama yine de etrafına gülücükler saçmayı ihmal etmiyordu.
Son günlere doğru kendisinden helallik dilemek üzere ziyaretine gittim. Ama bu ziyaretim esnasında ölüme yaklaşırken gülümsemeyi bir an bile olsun ihmal etmeyen bir insandan helallik dilemenin ne kadar zor olduğunu öğrendim. Ziyaretim esnasında tam “Babaanne hakkını helal et” diyeceğim anda kendisiyle göz göze geldik. O anda odaya çöken sessizlik yüzünden bir ara sadece bakışlarımızla konuştuk. Elini tuttum ve dilim çözüldüğünde yavaşça kendisine “Babaanne mıhı mismar eden Allah var” dedim. Kendisi de bana ‘haklısın’ dercesine hafif bir şekilde başını öne doğru eğerek tebessüm etmişti. Son görüşmemiz bir veda niteliği taşıyordu adeta.
“Mıhı mismar eden Allah var” sözünü kendisine hayat felsefesi edinen bu örnek insan ‘Çanakkale Şehitlerinin’ anıldığı 18 Mart Cüma günü zikir çeke çeke Hakk’ın Rahmeti kavuştu.
Nur içinde yat bahtsız babaannem. Bana verdiğin öğüdü kalbime büyük harflerle “MIHI MİSMAR EDEN ALLAH VAR” diye kazıdım…