Rahmân ve Rahîm olan Yüce Allah’ın adıyla…
Hamd âlemlerin Rabbi ALLAH (c.c.) içindir. Salât ve Selâm Peygamber efendimiz Hazret-i Muhammed Mustafa (s.a.v)’in Âli’nin ve Ashâbının üzerine olsun. Âmin.
Hz. Allah (c.c.) Kur’an-ı Kerim’inde şöyle buyuruyor; “Andolsun size kendinizden öyle bir Peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, müminlere karşı çok şefkatlidir, merhametlidir.” (Tevbe suresi, 128)
Peygamber Efendimiz (s.a.v) buyurdular: “Bana salevât okuyana, okumaya devam ettiği müddetçe melekler istiğfar ederler.” (Musannef-i İbn-i Ebî Şeybe)
Muhterem Müslümanlar,
Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v), Rebîulevvel ayının 12’nci gecesinde Pazartesi günü kâinâtı şereflendirmişlerdir. Bu ayın onikinci gecesi, hicrî senenin ilk kandilidir.
Mahlûkâtın (tüm yaratılmışların) en şereflisi olan Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa’nın (s.a.v) dünyayı teşrif buyurdukları mübarek gün, bütün Müslümanlar için pek büyük bir bayramdır. Bu sebeple, bu gecede Müslümanlar arasında Kur’ân-ı Kerîm, salevât-ı şerîfeler ve Peygamber Efendimizin (s.a.v.) dünyaya gelişini anlatan Mevlid-i Nebevî’yi okumak, gariplere, yetimlere, ihtiyaç sahiplerine ikram ve ihsanlarda bulunmak âdet olmuştur.
Osmanlı padişahları tarafından da her sene Sultan Ahmed Câmii’nde Mevlid-i Nebevî selamlık merasimi yapılırdı. Bu merasim, Sultan Ahmed Han tarafından âdet edinilmiş ve Sultan İkinci Abdülhamid Han zamanına kadar devam etmiştir. Ayrıca Osmanlı devrinde bu mübarek gün, bayram günlerinden kabul edilmiştir.
Bu ay içerisinde çokça salât ve selâm getirilmelidir; “Allahümmme Salli alâ Muhammed” veya “Allahümme Salli alâ Seyyidinâ Muhammed’in ve alâ âli Seyyidinâ Muhammed” gibi…
Salât-ı Nâriye, Salât-ı Münciye ve Salât-ı Fethiye okumak daha faziletlidir.
Peygamber Efendimizin Şemâil-i Şerîfinden
Berâ radıyallâhü anh dedi ki: “Resûlullah Efendimiz (s.a.v), yüz güzelliği ve yaratılış cihetinden insanların en güzeli idi.” (Sahîh-i Müslim)
Enes bin Mâlik radıyallâhü anh’den şöyle rivâyet olundu:
“Peygamber Efendimiz (s.a.v)’in bedeni güzeldi. Orta boylu olup ne çok uzun ne de kısa idi. Saçları tamamen kıvırcık ve düz olmayıp ikisi arasında idi. Mübarek tenlerinin rengi kırmızıya çalan beyaz beyaz tenli bir kimsenin utandığı zaman yüzünde beliren kızıllık gibi bir renk idi. Yürürken dik yürümez bir miktar önüne eğilirdi. Yüzüğü gümüşten idi. Yüzüğün kaşı habeşî yani akik idi.”
Hz. Ali (r.a.), Peygamber Efendimiz (s.a.v)’in vasıflarını anlatırken şöyle buyurdu: “Mübarek yüzleri hafif yuvarlakça idi. Ten rengi kırmızıya çalan beyaz idi. Göz rengi siyah, kirpikleri uzunca, kemik yapısı kalın ve iki omzu arası açık/geniş idi. Kolları, bacakları ve göğsü hâricinde mübarek bedenlerinde pek fazla kıl yok idi. Göğüs kılları ise sık olup göğsünden göbeğine kadar ince hat gibi kıllar vardı. El ve ayak parmakları büyükçe idi. Bir yere yürüyeceği zaman yerinden heybetle kalkar, hafif öne eğilerek yokuş aşağı iner gibi yürürdü. Bir yere döneceği bakacağı zaman bütün vücuduyla dönerdi. İki kürek kemiği arasında nübüvvet mührü vardı.
Resûlullah Efendimiz (s.a.v), Peygamberlerin sonuncusudur. O, insanların kalbi en genişi yani ümmetinden gelen eziyetlere gayet tahammüllü ve kalbindeki ilâhî marifetleri onlara öğretmekte çok cömert idi. Konuşması en doğru ve en düzgün, huy ve tabîatı en yumuşak, dostlarına en cömert olanı idi. Onu ilk defa görenler, bir anda heybetine kapılır ve ondan korkardı, lâkin yanında bulunup tanıyanlar ise kendisini çok severdi. Onu övenler, “Ondan önce ve ondan sonra onun benzerini görmedim.” derdi.
Câbir bin Semure (r.a.), mehtaplı bir gecede Resûlullah (s.a.v)’i görünce şöyle demiştir: “Bir Peygamberimiz’e bir de Ay’a baktım. Vallâhi bana göre Resûlullah (s.a.v)’in mübarek yüzleri, Ay’dan daha parlak idi.”
Peygamber Efendimizin Şemâil-i Şerîfinden
İbn-i Abbas (r.a.)’dan şöyle rivâyet olundu: “Resûlullah (s.a.v.)’in ikisi üstte, ikisi altta olmak üzere dört mübarek ön dişleri seyrekçe ve gâyet beyaz olduğundan konuştukları zaman mübarek dişleri inciler gibi parlardı.”
Câbir radıyallâhü anh şöyle buyurdu: “Ben, Resûlullah sallallâhü aleyhi ve sellem’in mübarek iki kürek kemiği arasındaki nübüvvet mührünü gördüm. Güvercin yumurtası kadar olup kırmızıya meyilli idi.”
Câbir (r.a.)’den şöyle rivâyet olundu: “Peygamber Efendimiz (s.a.v.), sol elle yemekten men etti.”
Ebû Hüreyre (r.a.)’den Peygamber Efendimiz sallallâhü aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu rivâyet olundu: “Sizden biriniz ayakkabı giyeceği zaman sağ ayağından, çıkaracağı zaman sol ayağından başlasın.”
Hazret-i Âişe radıyallâhü anhâ’dan şöyle rivâyet olundu: “Resûlullah Efendimiz (s.a.v.), gücü yettiğince ayakkabılarını giymek, saçını taramak, abdest almak gibi işlerinde sağ tarafından başlamayı severdi.”
Resûllullah Efendimizin bazı mübarek isimleri
Peygamber Efendimiz (s.a.v) buyurdular: “Meclislerinizi bana salevât okuyarak süsleyiniz. Zira bana salevâtınız, kıyamet günü, sizin için nurdur.” (Süyûtî, el-Câmiu’s-Sağîr)
Resûlullah Efendimiz (s.a.v)’in mübarek isimleri çoktur. Bu isimlerden bazıları hikmet icabı sadece ona mahsustur. Yani kendisinden önce bu isimler başka kimseye verilmemiştir. Mübarek isimlerinden bazıları şunlardır:
Muhammed: Çok övülen demektir. O, dünya ve âhirette insanlar ve melekler tarafından çokça övülendir.
Ahmed: En çok ve en güzel şekilde hamdeden demektir. O, Allâhü Teâlâ’ya başka hiç kimsenin hamdetmediği şekilde hamdetmiştir.
Mukaffî: Bütün peygamberlerden sonra ve onların izinden, onların dinini ikmâl ederek gelen demektir.
Nebiyyü’t-Tevbe (Tevbe Peygamberi): Resûlullah Efendimiz (s.a.v.), Allâhü Teâlâ’ya çokça istiğfâr ve tazarruda bulunurdu. Ümmet-i Muhammed’den bir kimse günahından tevbe ettiği zaman dünya ve âhirette ayıplanmadığı, sanki hiç günah işlememiş gibi affolunduğu için bu isim verilmiştir. Diğer ümmetlerde ise bir kimse günahından tevbe etse bile dünyada cezasını çekerdi.
Nebiyyü’r-Rahme (Rahmet Peygamberi): Varlığı rahmet sebebidir. Nitekim Allâhü Teâlâ bir hadîs-i kudsîde, “Sen olmasaydın yâ Muhammed, kâinâtı yaratmazdım.” buyurmuştur. Evliyâullah der ki: Resûlullah Efendimiz (s.a.v.) hayatta iken ümmeti için en büyük emân idi. Sünnet-i seniyyesi işlenmeye devam edildiği müddetçe de en büyük emân olacaktır.
Mâhî: O, küfrü mahveden veya kendisine tâbi olanların günahlarını affettiren peygamberdir.
Hâşir: O, kıyametten sonra ilk haşrolunacak zâttır. Diğer bütün insanlar, ondan sonra haşrolunacaktır.
Âkıb: O, en son peygamberdir. Kendisinden sonra başka bir peygamber gelmeyecektir.
Fâtih: Allâhü Teâlâ, İslâm’ı onun vasıtasıyla yaydı.
Kâff: Resûlullah Efendimiz (s.a.v.), insanları günah işlemekten ve kötülükten men edendir.
“Salât Sana, Selâm sana Ey Allah’ın, Seni hakkı ile bilen ve öven âlemlerin Rabbi Allahü teâlâ’dır. Sen Rahmeten lil’âleminsin. Insü cinin Peygamberisin. Sen Hâtemü’l Enbiyâsın, Sen “Levlâke levlâke lemâ halektü’l eflâk” hitâb-ı izzetinin muhatabısın. Sen Muhammed Mustafa sallallâhü aleyhi ve sellem’sin.”
Mevlid kandilimiz mübarek olsun. Hayırlı Cumalar dilerim.
Vesselâm
Nihat Gülal