Macron aşısı ‘Avrupa fikri’ni canlandırabilir mi?

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

(AA) – 2017 Fransa ilk tur başkanlık seçimleri, Fransız siyaseti açısından bir çok noktada sürprizleri ve umutları da beraberinde getirdi. Son 60 yılda ilk defa sağın ve solun ana partilerinin adaylarının yarışmadığı bir ikinci tur seçiminin yapılacak olmasının yanı sıra, Fransa belki de ilk defa bu kadar genç ve daha önce seçimle elde edilen hiçbir görev yapmamış ve dahası teşkilatlanmış bir siyasi tabanı olmayan bir cumhurbaşkanına sahip olacak. Kısa süreli ekonomi bakanlığı ve ekonomi danışmanlığı görevleri dışında ciddi bir siyasi kariyeri olmayan 39 yaşındaki Emmanuel Macron, kurduğu merkezci ‘En Marche’ (İleri) hareketiyle bir sene gibi kısa bir sürede, Fransa cumhurbaşkanlığına en yakın aday olma konumuna nasıl yükseldi? Bu sorunun cevabını sadece Macron’un Fransız toplumu ve Avrupa siyaseti açısından bir umut ışığı niteliğinde olan siyasi vaatlerinden ziyade, kısa sürede böyle bir adayın ortaya çıkmasına imkan veren Fransız siyasetinin, tarihinin ve sosyal yapısının geleneksel dinamiklerinde aramak doğru olacaktır.

Fransa’ya üst düzey devlet memuru yetiştirmek amacıyla 1945’te kurulan Ulusal İdare Okulu (Ecole Nationale d’Administration/ENA) mezunlarının genellikle Fransız siyasetinde önemli yerlere geldiği bilinse de, Macron’un kısa özgeçmişine bakıldığında, Hollande’ın danışmanlığına gelene kadar izlediği kariyer sürecinden Hollande hükümetindeki bakanlığına ve sonra istifa edip kendi siyasi hareketini kurduğu sürece kadar izlemiş olduğu yolun, ancak fırsat eşitliği ve liyakate dayanan Fransız sisteminin bir sonucu olarak mümkün olabileceğini söylemek yanlış olmaz.

Macron’un hızlı yükselişinin ardındaki bir diğer önemli itici güç de halkın ve özellikle de genç ve orta yaşlı Fransızların ülkedeki merkez sağ ve merkez solun artık tıkanmış ve kendini tekrar eder olduğunu görmüş olmaları ve geleneksel Fransız siyasetindeki açmazların ancak eski siyasete alternatif sağ ve sol politikaları bütünleştirici yeni bir ‘orta yol’ siyasetiyle aşılabileceğini düşünmüş olmalarıdır. Marine Le-Pen’in Milliyetçi Cephesi’nin aşırı milliyetçi ve ırkçı söylemlerinin yükselişe geçmesi ve bunun frenlenmesi ihtiyacı da siyasette yeni soluk arayan Fransızların Macron’u desteklemesinin diğer bir nedeni olarak görülebilir.

Macron ile Avrupa Siyaseti ve Uluslararası Düzen?

Fransız siyasal ve sosyal yapısının girdiği çıkmazın bir alternatif olarak ortaya çıkardığı genç Macron’un muhtemel cumhurbaşkanlığındaki Fransa’nın aşırı uçlardaki popülizmden uzak, pragmatik çizgiye sahip bir uluslararası ajandaya sahip olacağı düşünülürse, olası Macron liderliğinin sadece monoton hale gelmiş Fransız siyaseti açısından değil, genel anlamda kutuplar üzerinden şekillenme yoluna girmiş Avrupa siyaseti ve liberal uluslararası düzen açısından da olumlu bir dönüşüm hamlesine dönüşebileceği söylenebilir. Esasında Macron rüzgarıyla oluşabilecek bu hareketlilik sadece popülist liderler arasında alternatifler arayan diğer Avrupa halklarına bir ilham kaynağı olmaktan öte, pratik manada önemli bir boyutu da beraberinde getirebilecek. Bu pratik boyutun en önemli yansıması, olası Macron idaresindeki Fransa liderliğinde yeniden canlanacak ve ivme kazanacak Avrupa’nın entegrasyonu fikri olarak ortaya çıkmakta.

Tıpkı De Gaulle gibi kendi hareketinin de sağın, solun ve merkezin en iyi yanlarını barındırdığını söyleyen Macron’un, De Gaulle örneğini takip ederek Avrupa siyasetinin bütünlükçü geleceği açısından bir sorumluluk üstlenme girişiminde bulunabileceği ve bu uğurda en yakın partnerinin Almanya olacağını söylemek mümkün. Bu bağlamda, Avrupa fikrine olan inancın tekrar yeşertilmesi için, ileride bir Macron-Merkel inisiyatifinin sistemik bir kriz içerisinde olan Avrupa Birliği siyasetine yeni bir hareketlilik kazandırması pek muhtemel. Macron’un yatırım bankacılığı geçmişinden kaynaklanan siyasi programının temelinde yer alan iş dünyası yanlısı tutumu, ekonomik manada da bölünmüşlüğe doğru savrulan ve Brexit sonrası büyük belirsizlikler gösteren Avrupa entegrasyon sürecinin geleceği açısından bir diğer pragmatik boyutu teşkil ediyor. Zira en basit anlamıyla katı Fransız vergi sistemine kolaylıklar getirmeyi vaat eden bu tutum, sadece siyasetçiler ve toplumlar açısından değil, aynı zamanda umutsuzluk içerisinde olan Avrupalı yatırımcılar ve iş adamları açısından da avantajlar yaratabilme potansiyeline sahip görünüyor. Macron’un bu tutumunu, sadece Avrupa Birliği’nin geleceğini kurtarmaya yönelik optimist bir tavırdan ziyade, bizatihi Euro krizinden olumsuz şekilde etkilenen Fransız ekonomisine canlılık getirme adımı olarak okumak mümkün.

Olası Macron liderliğindeki bir Fransa sadece Avrupa Birliği’ne olan inancın yenilenmesi konusunda değil, içerisinden geçtiği kriz daha da derinleşen liberal uluslararası düzen açısından da oldukça önemli. Öyle ki yeni Fransız başkanının, özellikle Trump başkanlığındaki ABD’nin küresel yönetişim karşısındaki olumsuz ve belirsiz tavırları sonrası liberal düzen savunuculuğunda yalnız başına kaldığı iddia edilen Almanya’nın yanında güçlü ve kararlı bir şekilde yer alacağı ileri sürülebilir. Zira bu denklemden yola çıkarak Marine Le Pen de başkanlık kampanyasında Macron ile olan mücadelesini “vatanseverlere karşı küreselcilerin mücadelesi” olarak nitelendirmişti. Bu bağlamda dikkat çekici diğer bir önemli nokta, çeşitli uzman görüşlerinde de zaman zaman üstünde durulduğu gibi, özellikle Avrupa siyaseti bağlamında geleneksel sağ-sol ayrımına dayalı siyasetin yerini artık küreselciler ve yerelciler/milliyetçiler arasındaki mücadelenin aldığı gerçeğidir. Birleşmiş Milletler, G20 ve benzeri uluslararası örgütlere olan inancın azaldığı bu dönemde, olası Macron liderliğindeki bir Fransa’nın, küresel yönetişim önceliğini tekrar Avrupa gündemine taşıması muhtemel görünüyor.

Macron’un küresel liberal düzeni savunan vizyonunun yanında, bu düzende Fransa’ya liderlik rolü çizdiğini de söylemek mümkün. Macron liberal düzenin geleceği vizyonunda Fransa’yı yeni bir merkez olarak konumlandırmakta ve bu vizyonunda stratejik bir şekilde Trump idaresini de hedef almakta. Buna örnek olarak Macron’un, popülizm rüzgarına kapılan Trump idaresindeki ABD’nin yerine, bu yeni dönemde Fransa’nın bilim adamlarına, girişimcilere, araştırmacılara yeni bir yuva olabileceği söylemini gösterebiliriz.

Liberal uluslararası düzenin geleceğinde olası Macron liderliğindeki Fransa’nın rolü açısından bir diğer önemli nokta da Macron’un Rusya’ya karşı olan tutumu. Rusya’ya empoze edilen yaptırımların kaldırılmasını savunan Le Pen’in aksine Macron, bu yaptırımların Rusya aleyhinde şimdilik devam etmesi konusunda görüş bildiriyor. Macron’un Rusya karşısındaki bu tutumu, son dönemde sıkça üstünde durulan, Rusya’nın Avrupa siyasetinde liberal uluslararasıcılar karşısında daha çok Avrupalı popülist-milliyetçi hareketleri desteklediği görüşünü kanıtlayıcı nitelikte.

Avrupa siyaseti ve liberal uluslararası düzen açısından daha şimdiden bu olumlu havanın esmesini sağlayan muhtemel Macron liderliğinin karşısındaki en büyük engel ise kuşkusuz Fransız ulusal meclisindeki denge olacak. Ortaya konulan bu olumlu vizyonun pratiğe dökülebilmesinin, ancak teşkilatlı bir siyasi altyapıdan yoksun Macron liderliğindeki En Marche hareketinin Haziran’da yapılacak Fransız meclis seçimlerinde sağlayabileceği başarı ile mümkün olabileceği söylenebilir.

Ortadoğu ve Türkiye’ye etkileri 

Peki, yukarıda değinildiği gibi milliyetçi yönelimlerin yükselmeye başladığı Avrupa siyaseti ve liberal uluslararası düzenin sağlıklı işleyişi açısından bir umut ışığı olarak ortaya çıkan muhtemel Macron başkanlığı, bölge siyaseti ve özellikle yeni dönem Türkiye-Fransa ilişkileri açısından ne ifade edebilir? Yükselen aşırı milliyetçiliğin, yabancı düşmanlığının ve uzun dönemdir küçülen Avrupa ekonomilerinin, büyüme ve istihdam problemlerinin gölgesindeki Avrupa siyasetine ve bunun uzantısı olarak küresel siyasete ‘orta yolcu’ merkez sağ ve sosyalist politikaları birleştiren pragmatik çizgisiyle bir ivme kazandıracağı tahmin edilen olası Macron başkanlığının, Ortadoğu ve Fransa-Türkiye ilişkilerinde kısa dönemde büyük bir değişime yol açacağını öngörmek mümkün görünmüyor.

François Mitterand’dan François Hollande’a uzanan, iktidara ulaşabilmiş sosyalist-sol Fransız dış politika geleneğinin hemen hepsinin, Ortadoğu bağlamında müdahalecilikten uzak ve daha dengeci bir düzlemde hareket ettikleri gerçeği dikkate alınırsa, Macron’un da aynı şekilde, bir önceki dönemde de benimsenen düşük profilli bölge siyasetini devam ettireceğini ileri sürmek mümkün. Macron’un siyasi programının savunma harcamalarında artış öngördüğü bir gerçek. Ancak bunun ana nedenini proaktif bir Ortadoğu siyaseti yerine, son yıllarda terörle yüzleşen Fransız iç siyaset dengeleri bağlamında değerlendirmek gerekmekte.

Suriye ve genel olarak Ortadoğu ile ilgili konularda düşük profilli ve pasif bir dış politika izleyen Hollande hükümetinin aksine, olası bir Macron hükümetinin aktif bir Suriye ve de Ortadoğu politikası izleyeceğini öngörmek zor. Bunun aksine seçim kampanyası esnasında altını çizdiği gibi, Fransız iç politikasındaki sorunları, özellikle de ekonomiyle ilgili konuları önceleyeceği anlaşılan Macron’un, dış politikadaki önceliğinin Avrupa merkezli entegrasyonist bir çizgide Fransa’yı tekrar Avrupa’nın motor devleti haline getirmek olacağı söylenebilir. Buna paralel olarak, globalist bir vizyonla Fransa’nın milli çıkarlarını birleştiren bir dış politika anlayışının, Fransa’ya uluslararası örgütlerde yeniden öncü ve inisiyatif alan bir rol biçeceğini ileri sürmek yanlış olmaz.

François Hollande’ın ekonomi bakanlığı ve yine Hollande’ın ekonomi danışmanlığını yürütmüş olan Macron’un, Fransız sosyalistlerinin ortak şekilde öncelik verdiği insan hakları, azınlık, göçmen ve işçi hakları, demokratik özgürlükler, sosyal haklar, fırsat eşitliği ve adaletle ilgili alanlarda geri adım atmayacağı dikkate alındığında, olası bir Macron başkanlığında, geçmiş dönem sosyalist hükümetlerin Türkiye ile olan ilişkilerindeki mesafeli ve ihtiyatlı çizginin, bu yeni dönemde de aynen sürdürüleceği söylenebilir. Özellikle Kürt meselesi çerçevesinde geçmişte sosyalist Mitterand hükümetiyle ciddi sorunlar yaşayan Türkiye, Hollande hükümeti döneminde Fransa’nın ikili ilişkilerde Kürt meselesi ve çözümünü merkezileştiren bir tutumuyla karşılaşmamıştı. Merkez sağın söylemini sosyalist gelenekle harmanlayan Macron’un Türkiye politikasının uçlarda seyretmeyeceğini ve aynı eleştirel ve ihtiyatlı politikanın devam edeceğini tespit etmekle beraber, Türkiye’nin AB adaylığı, mülteci meselesi ve masada olan geri kabul ve vize muafiyeti anlaşmasıyla ilgili olarak, yeni Fransız başkanının Almanya Başbakanı Angela Merkel ile ortak bir tutum ve politika izleyeceği ileri sürülebilir.

Son olarak, olası bir Macron başkanlığının, Avrupa’yı tekrar büyük yapma idealine hizmet etme potansiyeli oldukça fazla. Fransa’nın tekrar Avrupa sahnesine dönmesinin ve bunun da izolasyonist, korumacı politikaların tersine, Avrupacı-enternasyonalist politikalar tercih edilerek yapılmasının bir olasılık olarak belirmesi bile, küresel siyasette yükselmekte olan popülist-aşırı milliyetçilik rüzgarını bir süreliğine de olsa, gerek Avrupa’da gerekse de Avrupa’nın yakın ve uzak komşuluk bölgelerinde tersine estirecek gibi görünüyor.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir