Müslüman, diğer Müslümanların elinden ve dilinden zarar görmediği kimsedir. Mümin de, halkın, can ve mallarını kendisine karşı emniyette bildikleri kimsedir. Osmanlı döneminde birçok Avrupa şehri kılıçla, topla, tüfekle değil, güzel insanların güzel hal ve hareketleri sayesinde önce oradaki insanların kalplerinin fetih edilmesiyle kazanılmıştır.
Şimdi anlatılacak olan hikâye 1980’li yıllarda İstanbul’da gerçekleşmiş gerçek bir hikâyedir. Burada ismi geçen insanlar bugün bile yaşamaktadır. Babası vefat eden bir gencin daha sonra başından geçen ilginç hadiseyi kendi dilinden sizlere aktarıyorum:
-Bizim Sultanhamam’da hazır elbise satan bir dükkânımız vardı. Babamız terziydi. O zamanlar yeni moda olan uzun pardösüler dikerdi babamız. Babamız ölünce, terzilikten iflas ettik. Nasıl mı iflas ettik? Ağabeyimle, ben işi bilmiyoruz ya ondan sebep. Bir baba dostunun da güya bize yardım edeceğim deyip, aslında bize kötülük yapması yüzünden iflas ettik. Babam vefat edince baba dostları geldi tabi. Baba dostlarından da A.D ağabey var. İsmini hala hatırlarım. Şu anda kendisi yaşıyorsa eğer ümit ederim, tövbe eder de helalleşiriz. Öldüyse de bir şey demiyorum. Allah rahmet eylesin demiyorum. Bu A.D bizim elimizden geldi malların hepsini satın aldı. Biz de sevindik. Ne güzel baba dostu bize yardımcı oldu. Mallarımızı satın aldı diye. Bize senet verdi. Bizde O’nun verdiği senetlerle de mal aldık. Ama O bize verdiği senetleri ödemedi. Ödemeyince biz zora düştük ve o senetleri biz neyimiz var, neyimiz yok satarak borçları ödedik. Ama bu arada da sıfıra düştük, iflas ettik artık.
Sonra aradan 5-6 ay geçti Davut abi diye bir abi geldi. Daha doğrusu biz ona Davut abi diyorduk. Aslında ismi Davit idi ve Musevi bir işadamıydı. İri yarı uzun boylu biriydi. Geldi dedi ki: “Mustafa amca yok mu?” Biz de: “Yok” dedik, “Mustafa bizim babamızdı vefat etti”. Davut abi bizimle muhabbet etti. Tabi bizde acı var sudan çıkmış balık gibiyiz. Bir taraftan baba acısı var. Bir taraftan dost bildiğimiz biri tarafından dolandırılmışız. Bu arada Cengiz ağabeyim de asker. Bize dedi ki: “Bana vereceğiniz ne kadar mal var? Ne kadar dükkânda kalan malınız varsa bana gönderin”. Biz malları teslim ettik Aaa tak tak tak paramızı fazlasıyla saydı peşin peşin ödedi. Sonra da: “Cuma günü yanıma gelin“ dedi. Cuma günü yanına gittik. Aldığı mallardan beş misli daha sipariş verdi. Oradan al oraya ver derken başka başka mallar da istedi: “Yapar mısınız “dedi? Yaparız dedik.
Bu Davut abi ki dediğim gibi gerçek ismi Davit L…..idi. Bizi çalıştırdı tam bir yıl. Gidiyorum Davut ağabeye sipariş verdiği malı götürüyorum aynı maldan bir daha sipariş veriyor. Biz de her şeyi bıraktık kendimizi işe verdik. İki kardeş bilfiil çalışmaya başladık. Dediğim gibi aradan bir yıl geçti yine bir cuma günü yanına gittim. Çünkü Cuma günleri tahsilat günüdür. Hem bize ödeme yapıyor, hem de yeni sipariş veriyordu. Yanına gittim Davut Ağabeyin, bu sefer daha bir yüzü gülüyordu. Benim elimden tuttu ve dükkândan çıktık beraberce hiç konuşmadan. Bu arada elimi de bırakmıyor, beraberce baba-oğul sokaklardan geçiyoruz. Geçtiği yerlerdeki dükkân sahiplerini kapıda görüyor, selam veriyordu. Düşünsenize o dönemde büyük bir iş adamının yanında gidiyorum. Bu aynı zamanda ben buna kefilim demekti. Bizim için büyük bir referanstı.
Sonra depo olarak kullandıkları yere geldik. Açtı deponun kapılarını. Aaaa ne göreyim? Deponun içi bizden aldığı mallarla dolu duruyor. Şaşırdım: “Davut abi ya senin bir sürü malın var. Sen niye bize gelip bir daha mal alıyorsun?”
Dedi ki: “Ben, babanı çok severdim. Baban benim dostumdu. Mustafa Amca kimseye mal vermez bana ayırır mal verirdi. Benim ona vefa borcum var. Eğer ben böyle yapmasaydım, siz dağılır giderdiniz. Ben size işi sevdirdim. Çalışmayı sevdirdim. Sizi çalıştırdım. Yoksa kederlenir, ticaretten soğurdunuz.“
Evet, aynen böyle sevgili dostlar. Yukarıdaki hikâyede adı geçen Davut Ağabey aslında bir Musevi iş adamıdır. Ama bugün bu hikâyenin sahibi olan iki kardeşe yaptığı iyilik sayesinde bu iki kardeş şu anda yurt içinde ve yurt dışında ciddi bir başarı kazanmış durumda. Yanlarında yüzlerce kişi çalışıyor. Peki, diğer işadamı ne oldu dersiniz? O’nun da başına neler gelmiş yine hikâyenin gerçek sahibinden dinleyelim: ”A.D’nin oğlu olmuyordu. Allah ona bir oğlu verdi. İkinci bir evlilik mi yaptı onu bilmiyorum. Çok kızı vardı. O oğlu var ya onun tüm servetini yedi. Adam öyle bir duruma geldi ki en son duyduğuma göre el açar durumdaydı. Ama yaşıyor mu öldü mü bilmiyorum şimdilerde…”
Fahri Sarrafoğlu