Gurbet, insanın sılasından ayrılmasıdır.
Gurbet diyarındaki insan açısındandoğulan ve sürekli yaşanılan yerdir sıla.
Gurbet ve sıla birbirine zıt iki kardeştir. S. Mehmet Şen şöyle diyor:
“Sıla bir ırmaktır, sularında arındığım
Sıla bir ağaçtır, gölgesinde barındığım
Sıla bir topraktır, sinesinde sarındığım
Sıla bir lokma ekmek, bir yudum su’dur.”
Gurbetteki insan sıla hasreti çeker.
Sıla hasreti, vatan hasretidir.
Âşık Kerem, gurbette hasta düşmüş, ecelle pençeleşmektedir. Ölümün sılada gerçekleşmesi için ecelden “üç gün ara” ister:
“Bir han köşesinde kalmışım hasta
Gözlerim kapıda kulağım seste
Kendim gurbet elde gönlüm heveste
Gelme ecel gelme üç gün ara ver
Al benim sevdamı götür yara ver.”
Çünkü Karacaoğlan’ın söyleyişi ile “gurbette ölenin gözü yumulmaz” sıladan başka yerde öldüğü için.
“Bugün çay bulandı yarın durulmaz
Gurbette ölenin gözü yumulmaz
Anadan ayrılır yardan ayrılmaz
Yol ver dağlar ben sılama gideyim”
Âşık Dertli, adını herhalde sılasından ayrı olduğu için almıştır:
“Dertli ölüm haktır asan demişler
Ölümden beterdir hicran demişler
‘Hubbu’ul vatan min’el iman’ demişler
Gönül ol sebepten vatan arzular.”
Seyrani mezarının vatan toprağında olmasını ister;
“Hicranlar mı çöktü içime benim
Gözyaşımı kimse silmez ağlarım
Mezarım olsaydı keşke vatanım
Sılamdan hiç haber gelmez ağlarım.”
Süleyman Nazif;
“Acımam kendime asla… Fakat-Eyvah!.. Eyvah!..
Korkarım belki vatandan da nişan kalmayacak”
derken sürgün yıllarında vatan özleminin, vatan kaygusuna dönüştüğünü ifade eder.
Süleyman Nazif’in, Malta sürgünü olduğu günlerde yazdığı Daussıla adlı şiiri gurbette yaşayanların ruh halini yansıtması bakımından önemlidir.
Şair, Malta’nın dağına taşına baktıkça yabancılığı artar, vatan hasreti yoğunlaşır.
“Bu şeb de cûşiş-i yâdına ağladım durdum…
Gel ey kerîme-i târih olan güzel yurdum.
Ufukların nazarımdan nihân olup gideli,
Bu hâk-dân-ı fenaânın karardı her şekli.
Gözümde kalmadı yer gök, batar çıkar giderim.
-Zemîne münkesirim, âsümaâna muğberim-
Dumanlı dağların, ağlar gözümde tüttükçe,
Olurmehâsin-i gurbet de başka işkence.
Demek bu mahbes-i âmâl içinde ben ebedî
Yabancıyım… bana her şey yabancıdır şimdi:
Garîbiyim bu yerin şevki yok, harâreti yok;
Doğan, batan güneşin günlerimle nisbeti yok.”
Sılaya varamamanın kaygusu, endişesiyle telaşlanır Karacaoğlan ve engel olarak görür “yıkılası dağlar”ı.
“Bakarım bakarım sılam görünmez
Ara yerde yıkılası dağlar var.”
Sümnâni, sılaya ulaşamamanın çaresizliği ile kıvranır, intihar etmeyi düşünür, Tanrı’dan dilekte bulunur;
“Kağıdım yok yazayım yâre gönderem
Yanık arzuhâlim kime bildirem
Hançer alıp kendi kendim öldürem
Kâdir Mevlâm nasip eyle sılayı”
Fakı Edeer’in duyuşu gibi sıla da çağırır gurbetçisini;
“Eller göçer olmuş yayla evine
Muhabbet kurulmuş meydan yerine
Dostlardan bir name geldi elime
Diller beni çağırıyor gel deyin’’
İnsan hiç bitmeyecek bir seferdedir.
Hasret, sürekli kanayan bir yaradır ince bedenlerde.
Ve yenik düşmüştür gönlün hasretin ıstırabına.
Şimdi ürkek bir ceylandır, arzulanan vuslat.
Dönebilir mi insan, el kapısından, gurbetten?
Yoksa yeni gurbetler mi bulur kendini?
“Gene yanar oldu bağrımın başı
Nasıl söner bu sevginin ateşi?
Oğuzlar soyunun savaş yoldaşı
Atların nalında gurbet yazılı.”
Her akşamın yalnızlığında bir hançer saplanır döşlere, sızım sızım sızlar gönüller.
Sonra sıladan bir türkü gelir kulaklara zehirle pişmiş, acıyla yoğrulmuş, gözyaşıyla ıslanmış…
“Ah şu gurbet viran etmiş hanemi
Bülbül değil baykuş konmuş gel hele
Ben ağayım ben paşayım diyenler
Kapılara kilit vurmuş gel hele.”
“Azınca içimde sılaya sevgi
Değişti sazımın teli ahengi
Bahçemde solmadan güllerin rengi
Güller beni çağırıyor gel deyin”
Sılada akrabalar vardır. Eş-dost gidenlerin yolunu gözler.
Yaşlılar hal-hatır sorulmasını bekler.
Sıla-yı rahim yapmak; peygamber buyruğudur, töre gereğidir.
Kutlu elçi; “Akrabalık bağlarını kesip koparan kimse cennete giremez” ikazını yapar.
Akrabalık bağları güçlü olan toplumda huzur ve güvenlik üst seviyededir. Moral değerler yüksektir.Sıla-yı rahimde;tatlı sözlü, güler yüzlü olmak, hal hatır sormak, güzellik ve iyilik dilemek,ziyaret etmek, yardımda bulunmak şanlı elçinin izleğinden yürümekisteyenler için işaret taşlarıdır.
Sıla-yı rahim yapan kimse, sosyal barışa ve yardımlaşmaya kapı aralar. Gönül ve duygu dünyası genişler.
Aldığı dualarla inancı kuvvetlenir. Hayata bakışı tazelenir.
Sıla-yı rahim yapan kimseye müjde yine kutlu elçiden gelir;
“Kim rızkının bol olmasını ve ömrünün uzamasını isterse sıla-yı rahim yapsın”
Baharda sıla daha bir güzeldir. Seni saba rüzgârı çağırır, kır çiçekleri beklemeye başlar, serin dere suları hasretlik yangınını söndürür.
Ve ayetlerle perçinlenir sıla-yı rahim;
“(Ey münafıklar) demek idareyi ele alırsanız, yeryüzünde bozgunculuk yapacak ve akrabalık bağlarını koparacaksınız öyle mi?” (Muhammet, 4/22)
Ahmet Urfalı