1960 yılında, Dominik Cumhuriyet’inde katledilen ve dünyada “Kelebekler” adıyla efsaneleşen Mirabel Kardeşlerin anısına, 25 Kasım ”Kadınlara Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü” olarak anılmaktadır. Dünyanın dört bir köşesinde kadınlar, bu günün anısına Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliğine, ayrımcılığa, şiddete ve savaşa karşı kadın dayanışmasını örgütlüyor, seslerini yükseltiyorlar.
Ülkemizde son yıllarda kadına yönelik şiddette büyük bir artış olmuş, öldürülen kadın sayısı 2012 yılında 165 iken, 2013’ün ilk 10 ayında bu sayı 168’e çıkmıştır. Türkiye’de evli kadın nüfusunun yüzde 39’u fiziksel şiddete, yüzde 15’i cinsel şiddete, yüzde 44’ü duygusal istismara maruz kalmaktadır. Cinsel saldırıya uğrayan kadınlardan çoğu korku, baskı gibi gerekçelerle şikayetçi dahi olmamıştır. Öldürülen her iki kadından biri kendi hayatına dair bir karar vermek istediği için öldürülmüştür. Devletten koruma talebiyle polise veya savcılığa başvuran kadınların yüzde 73′ü sığınma evlerinde olan kadınların ise yüzde 27′si cinayete kurban gitmiştir. Bu rakamlar, sık sık tekrarlanan kadına yönelik şiddete “sıfır tolerans” gösterildiği söylemlerini yalanlamaya yetiyor. Kadınlar, kadın oldukları için şiddetin her türlüsüne maruz kalıyorlar.
Belçika’da da kadına ayrımcılık ve şiddet uygulması maalesef kendini göstermektedir. Özellikle evlilik yoluyla Belçika’ya gelen Türk kadınları başta olmak üzere göçmen kökenli kadınlar arasında şiddet görenlerin sayısı azımsanamayacak boyutlara ulaşmıştır. Şiddetten sadece yabancı kökenliler değil daha az oranda olsa da Belçikalı kadınlar da nasibini almaktadır.
Biz kadınlar değişik biçimlerde şiddete uğruyoruz. Kadınların eğitimden yoksun bırakılarak eve mahkum edildiği, ekonomik faaliyetinin yasal ve geleneksel birçok engelle kısıtlandığı, çalışma yaşamında bin bir haksızlık ve ayrımcılıkla karşılaştığı koşullarda, şiddetin ilk hedefi de doğal olarak, biz kadınlarız!.
Ülkemizde okuma-yazma bilmeyenlerin yüzde 83’ünü kadınlar oluştururken, kız çocuklarını okuldan uzaklaştıran düzenlemeler birbiri ardına devreye sokulmaktadır. Kadınların işgücüne katılım oranı yüzde 29 iken ekonomi ve fırsat eşitliğinde 136 ülke arasında 127. sıradadır. Kadınlar kayıt dışı olarak istihdam edilmek istenmekte ve sigortasız, güvencesiz işlerde çalıştırılmaktadır.
Türkiye’de kadınlar ortalama olarak erkeklerden yüzde 20 oranında az ücret almaktadır ve çalışan kadınların yaklaşık yüzde ellisi mobbing mağdurudur. Belçika’daki durum da kaygı vericidir.
AİHM bir kararında, toplumsal cinsiyete dayalı şiddetin, kadına yönelik ayrımcılığın bir biçimi olduğunu söylemesi kendi tarihi açısından bir ilkti. AİHM yine verdiği bir kararda; kadına yönelik şiddet meselesine kendilerinin müdahale edemeyeceği bir aile meselesi olarak bakan polisler ve aile içi şiddet faillerine caydırıcı cezalar vermeyen mahkemeler sebebiyle ciddi sorunlar yaşandığını, tüm bunların da Türkiye’deki genel ve ayrımcı yargı pasifliğinin aile içi şiddeti besleyen bir ortam yarattığını belirtmiştir.
Biz diyoruz ki; yaşadıklarımız, muhafazakarlaşmanın ve feodal yapının yanısıra, 11 yıllık otoriter devlet anlayışının bir sonucudur. Günümüzde ileri sürülen “kutsal aile” tezi; her gün beş kadının eşi, sevgilisi veya herhangi bir yakını tarafından öldürüldüğü ülkemizde tamamen çökmüştür. Bireyi; bedeninden kişiliğine kadar denetim altına alma ve terbiye etme arzusuyla kadınlarımız; özde yasakçı, sözde uzun vadeli nüfus politikası hedeflerine kurban edilmek istenmektedir. Doğurganlık üzerine kurulan baskılar kız ve erkeklerin aynı evlerde yaşadıklarında denetim altına alınmak istenmeleri, çocuk gelinlerin gittikçe artan sayısı, baskıcı iktidarların ve ideolojilerin ortak yanıdır. Bireylerin bedenleri ve hayatları üzerinde en yüksek düzeyde denetim kurarak rejimi inşa etmeye çalışan bu düzeni reddediyoruz. Ülkemizde %97’si şiddet gören biz kadınlar, toplumsal cinsiyetin; erkeği otorite, iktidar sahibi olmaya zorladığı, “namus” gerekçe edilerek yakını olan kadını öldürmesinin emredildiği bu topraklarda, “şiddete karşı mücadele”nin sadece kadınların değil erkeklerin de sorumluluğu olduğuna inanıyoruz. Kadına yönelik şiddetle mücadeleyi bir kamu politikası olarak benimsiyor ve sosyal politikalarımızı bu doğrultuda ele alıyoruz.
Belleğimizi diri tutmak ve bize dayatılan bunca şeyin altında ezilmemek için “Böyle gelmiş böyle gider” diyenlere karşı, “Yeter Artık” diyen kadınların yaşamlarını kendi yaşamlarımıza katıyoruz. Bizler; kadına yönelik şiddete karşı verdiğimiz mücadelede, sevgiyi örgütlemek amacıyla “KELEBEKLER ÖZGÜRDÜR!” diyoruz.
Naciye Dumanoğlu
CHP Belçika Birliği Kadın Kolları Başkanı