İslamofobya sözcüğü Fransa’da iddia edilenin aksine 1979 tarihinden (İran Devrimi) çok daha önce kolonyal dönemde 1910’da ilk defa kullanıldı
Fransa’nın Reims şehri geçen yaz başörtülü kadınlara yönelik saldırı sahnelerine tanık olmuştu. Çok farklı kültürleri içinde barındıran şehir genel olarak sorunsuz şehirler kategorisinde değerlendiriliyordu. Ancak medyaya yansıyan kareler Müslümanlara yönelik saldırıların sıradanlaştığını göstermekte kalmadı, ulaştığı boyutları gözler önüne sermesi sebebiyle de büyük önem taşıyor. Bu saldırıların ardından, geçen hafta, Reims şehrinde yaşayan Müslümanlar kendilerini savunabilmek için self defence dersleri alacaklarını duyurdular.
Reims şehrinde yaşayan Müslümanlar gibi Yahudilerde Paris’te yaşadıkları yerlerde kendilerini korumak için organize oluyorlar. Genel havaya bakıldığında korkunun egemen olduğunu söyleyebiliriz. Bu çerçevede Ulusal İnsan Hakları Komisyonu 26 Eylül’de verdiği tavsiye kararında Fransa’da laikliğin koruma altına alınması için yeni bir yasanın gerekmediği, tarafların radikalleştiğini kabul etmekle birlikte herhangi hukuki bir boşluğun olmadığı ve varolan yasalar konusunda doğru bilgilendirilmenin yapılması gerektiğini ifade ediyordu. Bu noktada Fransa’da 1905’te kabul edilen laiklik yasasının din ve vicdan hürriyetini koruma altına alan birinci maddesinden çok mabetlerin finansmanına ilişkin ikinci maddesinden itibaren laikliğin konuşulduğu ve de tartışıldığını söylemek mümkün.
Özellikle Müslümanlar söz konusu olduğunda laiklik en katı haliyle yorumlanıyor. Devlet eşit mesafede durmaktan çok dışlayıcı. Son 12 yılda çeşitli konu başlıkları altında ülkenin elitleri Müslümanları sık sık gündeme getirilmek suretiyle bir “Müslüman sorunsalı” oluşturdular. Kavramlar sulandırılarak içi boşaltıldı. Modern insanın çok kimlikli olduğu gerçeği bir kenara bırakılmak suretiyle ötekileştirilen Müslüman sadece dini kimliği üzerinden değerlendirilerek parmakla gösterildi. Güvence altına alınan hürriyetler pratiğe dönüştüğü oranda tehdit ve uyumsuzluk olarak takdim edildi. Televizyon ekranlarında görülen “yeni aydın” tipi sosyal gerçeklikleri göz ardı ederek kurguladığı sanal Müslümanı anlattı.
Fransız siyasası da düne kadar elitlerden çok farklı bakmıyordu. Nicolas Sakozy’nin cumhurbaşkanlığı döneminde yaşanan laiklik ve uyum tartışmalarını hatırlamak yeterli olacaktır. Müslümanlara yönelik gerçekleşen sözlü veya fiziki saldırılar “ırkçılık” olarak değerlendiriyordu. Ancak son dönemde bu tutumda bir değişiklik gözlemleniyor. İçişleri bakanlığı 2010’dan bu yana şiddet olaylarının istatistiklerini yayımlıyor. Bakanlığın rakamlarına göre 2012’de ırkçı saldırılarda yüzde 30’luk bir artış gözlemleniyor. Bu yılın ilk altı ayı için CFCM’nin verdiği rakamlara bakılırsa yüzde 35’lik bir artış yaşandı. İstatistiklerde gözlemlenen artış yaşananların salt ırkçı saldırılar olarak değerlendirilmesini engelliyor. Cumhurbaşkanı Hollande, İslamofobya sözcüğünü kullanmasa da Fransa’da Müslümanlara yönelik bir ırkçılığın olduğunu kabul ediyor. Hükümet sözcüsü ilk defa İslamofobya sözcüğünü kullanarak hükümette tutum değişikliği sinyali veriyor. Bu küçük adımlar tartışmaya yeni bir boyut kazandıracaktır.
Türkiye Cumhuriyeti ve İslam Konferansı Teşkilatı’nın İslamofobyanın uluslararası suçlar arasında değerlendirilmesi için Avrupa Birliği ve Birleşmiş Milletler nezdinde çalışmalar yürüttüğü biliniyor. Uluslararası toplumun ikna olması zaman alacaktır. Ne var ki, görülen bu ufak kıpırdanmalar da büyük önem taşıyor. İslamofobya sözcüğü Fransa’da iddia edilenin aksine 1979 tarihinden (İran Devrimi) çok daha önce kolonyal dönemde 1910’da ilk defa kullanıldı. Fransız “aydını” sözcüğü yazarken dem dem içinde yazıyor. Genellikle “Müslüman karşıtlığı” kavramı tercih ediliyor veya ırkçı saldırılar kategorisinde değerlendirilmek suretiyle geçiştiriliyor.
Fransızlar son yıllarda İslam’ı ve Müslümanları özellikle sağcı, popülist , ırkçı parti veya hareketlerin belirledikleri gündem üzerinden tartışıyorlar. Tüm dünyada olduğu gibi Fransa’da da görsellik yapılan tartışmalarda önemli bir yer tutuyor. Fikri planda konunun tartışılmasında katkı sağlamak iddiasıyla medyada görülen yüzler tam aksine konunun çok daha karmaşık ve gizemli bir hal almasında büyük bir rol oynuyorlar. Fransız matbuatı tartışmaların bir adım gerisinden geliyor. Raflarda görülen kitaplar anlamaktan çok kaygı ve korku üretiyor.
Ne var ki, 2013 bu noktada İslamofobya kavramının daha sağlıklı temeller üzerinden konuşulmasına ve de tartışılmasına katkı sağlayacak önemli çalışmaların yılı olarak matbuat tarihine geçecektir. Bunların içinde Abdellali Hajjat ve Marwan Muhammed’in “İslamofobya…”adlı sosyolojik çalışması, Kamel Meziti’nin “İslamofobya sözlüğü”, Claude Askolovitch’in “Fransa’nın istemediği Müslümanlar”, Raphael Liogier’nin “Tekrar dönen popülizm” ve karşıtlardan Elisabeth Schemla’nın “Fransa’nın sınavı : İslam” isimli eserini kitapçı raflarında görmek mümkün. Bu kitaplar içinde en fazla tartışılan ve konuşulan Askolovitch’in çalışması oldu. Özellikle televizyon ekranlarında görülen yeni aydınların Müslümanlara dair ileri sürdükleri tezlerin gerçeklikten ne kadar uzak olduğu ve tartışılan konunun siyah beyaz olmadığını göstermesi rahatsızlıkları artırıyor. Yazarın Fransa’nın en saygın gazetecilerinden biri olması, sola mensup olması, Yahudi olması ve kitabında bazı Müslümanlardan bahsederken arkadaşım diye söz etmesi kafaları karıştırdığı gibi karşıtlarına duygusal yaklaştığı argümanını vermekte. Ancak hiç şüphesiz kitabın çizdiği Müslüman portreleri inandırılmak istenen figürlerdem çok daha renkli !
Son gelişmeler İslamofobya tartışmalarında Fransa’nın yeni bir dönemin eşiğinde olduğunu düşündürüyor. Hem siyaset cephesinde hem de matbuat cephesinde görülen gelişmeler İslamofobya’nın sosyal bir realite olarak geçiştirilmesi mümkün olmayan boyutlara ulaştığını gösteriyor. Ulusal İnsan Hakları Komisyonu’nun altını çizdiği gibi var olan yasaların doğru uygulanması durumunda toplumda beliren kırılmaların önüne geçilebilir. Ancak bunun için laiklik kavramı dışlayıcı olmaktan çok kuşatıcı olmak durumundadır.