Rahmân ve Rahîm olan Yüce ALLAH’in (c.c.) adıyla…
Hamd âlemlerin Rabbi olan ALLAH (c.c.) içindir. Salât ve Selâm Peygamber efendimiz Hazret-i Muhammed Mustafa (s.a.v)’in, âli’nin ve ashabının üzerine olsun.
Hakikî Mâbud
Mâbud ne demek; Kulluk edilmeye layık olan, sadece O’na (ALLAH’a) ibadet edilmesi gereken yüce İlahtır.
Muhterem Müslümanlar,
Hazret-i Âdem Aleyhisselâm’dan itibaren gönderilen peygamberler, insanın îman ve teslîmiyet arayışına rehberlik etmiş; onlara Allâh’ın varlık ve birliğini, tevhid inancını öğretmişlerdir. Çeşitli bölge ve zamanlarda peyderpey vahyedilen kitaplarda, Âlemlerin Rabbi, esmâ ve sıfatlarıyla kendisini tanıtmış, kullarına çok yakın olduğunu, Hayy (diri) olarak her an ve mükemmel şekilde gören, işiten, güç ve kuvveti her şeye yeten hakikî bir mâbud olduğunu bildirmiştir.
Bu husustaki âyet-i kerîmelerin bazıları şöyledir:
Rahmân ve Rahim olan Yüce Allah’ın adıyla…
“Allah, O’ndan başka ilâh yoktur; diridir, her şeyin varlığı O’na bağlı ve dayalıdır. Ne uykusu gelir, ne de uyur. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur. O’nun izni olmadıkça katında hiçbir kimse şefaat edemez. Onların önlerinde ve arkalarında olanları O bilir…” (Bakara suresi, 255)
Rahmân ve Rahim olan Yüce Allah’ın adıyla…
“De ki: O Allah birdir. Her şey o Allâh’a muhtaç ama O, hiçbir şeye muhtaç değildir. O, doğurmamış ve doğmamıştır. Hiçbir şey O’na denk değildir.” (İhlâs suresi, 1-4)
Rahmân ve Rahim olan Yüce Allah’ın adıyla…
“Kullarım Sana Beni sorduklarında bilsinler ki, şüphesiz Ben onlara çok yakınım. Bana duâ ettiklerinde, duâ edenin duâsına karşılık veririm…” (Bakara suresi, 186)
Muhterem Müminler,
Âlemlerin Rabbi olan Allah, vahyedilen kitaplarda ve özellikle son kitabımız Kur’an-ı Kerim’de kendisini tanıtmasının yanında, insanın yaratılış maksadını, dünya ve âhiret hayatının mâhiyetini, din ve hesap gününün özelliklerini anlatmış; kulları için hazırlamış olduğu Cennet nîmetlerine ulaşmanın ve insan-ı kâmil olmanın yollarını göstermiştir.
“Şu hâlde Benim dâvetime gelsinler ve Bana îmân etsinler ki, doğru yolu bulabilsinler!” (Bakara suresi, 186) buyurarak dünya imtihanını kazanmanın ipuçlarını vermiş;
“Sizi Bize yaklaştıracak olan, ne servetiniz ne çocuklarınızdır. Ama îmân edip sâlih ameller yapanlar başka, yaptıklarına karşılık onlara kat kat fazlası ödül vardır ve onlar köşkler içinde hiçbir endişe taşımadan yaşayacaklardır.” (Sebe suresi, 37) buyurmuştur.
Âlemlerin Rabbi, Kur’ân-ı Kerîm’de 114 sûre ve 6666 âyet-i kerîme ile insana hitap etmiş, bir nevî “şahsa özel mektup” göndererek “Oku!” diye emretmiştir.
Günde beş kez ezanlarla huzûruna davet etmiş, Kur’ân-ı Kerim’in anahtarı olan Fâtiha Sûresi’nde kuluyla günde kırk kez kulluk ahdini tazeleme hususunda anlaşma yapmıştır.
“Duânız olmasa ne ehemmiyetiniz var!” (Furkan, 77) buyurarak yatarken, otururken, hastayken, üzüntülü ve sevinçliyken duâ yapmamızı ve ibadet etmemizi istemiştir.
“Artık siz Beni anın ki, Ben de sizi anayım. Bana şükredin, nankörlük etmeyin!” (Bakara suresi, 152) buyurarak tefekkür ve tezekkür etmemizi emretmiş; “…Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” (Zümer suresi, 9) diye sormuştur…
Allâhü Teâlâ’ya Îmân
Resulullah Efendimiz sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdular: “Muhakkak Allâhü Teâlâ’nın benimle göndermiş olduğu hidâyet ve ilmin misali, yeryüzüne yağan yağmura benzer.” (Sünen-i Nesâî)
Muhterem Müslümanlar,
İmanın altı şartından birincisi, Allâhü Teâlâ’ya iman etmektir. Kula ilk lâzım olan, bütün bu kâinatın bir yaratıcısı olduğunu bilmek ve bu yaratıcının Allâhü Teâlâ olduğuna inanmaktır.
Allâhü Teâlâ birdir, zâtında ve sıfatlarında ortağı, misli ve benzeri yoktur. O, hâdisâta mahal olmadı, hâdisat da ona mahal olmadı (doğmadı ve doğurulmadı).
Bütün âlemleri yoktan var eden O’dur. O’nun büyüklüğüne, kudret ve azametine nihayet yoktur. Bizleri ve bizim gördüğümüz, görmediğimiz, göremeyeceğimiz nice binlerce âlemleri yaratıp yaşatan, besleyen ancak O’dur. Bakara Sûresi’nin 163. âyet-i kerîmesinde şöyle buyurulmuştur (meâlen):
“Sizin Rabb’iniz, zâtında ve sıfatlarında birdir ve eşi yoktur. O’ndan başka ilah yoktur. Kullarına çok merhametli ve müminlere rahmeti de pek fazladır.”
Allâhü Teâlâ’nın zâtını düşünmek ve hayal etmek câiz değildir. Bu husûsta kalbe her ne gelirse Allâhü Teâlâ, onun gayrıdır. Sadece ibret nazarı ile kâinattaki eserlerine bakıp fiilleri ve sıfatları düşünülmelidir.
Allâhü Teâlâ, cisim değildir. Allâhü Teâlâ, bir yere ve mekâna muhtaç değildir. Mekânı o yaratmıştır. Allâhü Teâlâ, bir tarafta, bir yönde değildir. “Yukarıda Allah var” sözü halk arasında yanlış olarak meşhur olmuştur. Duada elleri yukarı kaldırmak ise duanın kıblesi gök olduğu içindir. O’nun için nasıl, nice, ne hâldedir, denemez. O’nun nasıl ve nice olduğu bilinemez, hiçbir şeye benzetilemez. Allâhü Teâlâ için hareket ve intikal etmek mevzu bahis değildir. Allâhü Teâlâ’nın şekli ve sûreti yoktur. Allâhü Teâlâ’nın nihayeti yoktur. Kul, kendiliğinden, O’nun sıfatlarını anlayamaz. Kul, Allâhü Teâlâ’yı ancak O’nun sıfatlarının eserleriyle tanıyabilir.
Allâhü Teâlâ; Hâlık, Râzık ve Gafûr’dur, yani yaratmaya, rızık vermeye ve bağışlamaya muktedirdir. Lâkin bu mutlaka yaratacak, rızık verecek ve bağışlayacak demek değildir.
İşte biz, böyle kemâl sıfatlarıyla muttasıf olan Allâhü Teâlâ’nın varlığına ve bütün bu yüce sıfatlarına iman ederiz.
Cuma günümüz mübarek olsun inşaAllah. Hayırlı Cumalar dilerim.
Vesselâm
Nihat Gülal