Batı’nın sanayi devriminde duyduğu insan gücü ihtiyacı uluslar arası göçe yeni bir ivme kazandırmıştır. Bu göç hareketinin daha uzun yıllar devam edeceği görülmektedir. Sadece belli bir sermaye edinebilmek için gurbete çıkan birinci nesil,sağladığı yeni imkanların bir kısmını yurduna aktarmış, ancak en önemli varlığı olan çocuklarını dönüşe ikna edememiştir. Artık ikinci ve üçüncü nesil, anne ve babalarının misafir işçi olarak geldiği ülkeye, ikinci vatanın yeni yurttaşı olarak bakmaktadır. Dönüş düşünülmemekte, yeni ülkenin imkan ve fırsatlarından daha fazla yararlanma yolları aranmaktadır.
Yeni durumun ortaya koyduğu melez kültür, insanlarda mensubiyet düşüncesini de sarsmaktadır. Orada yabancı,burada gavurcu olarak tanımlanma kültürel anlamda şoklara neden olmaktadır.
Eve dönüş,vatana kavuşma düşüncesi terk edilmeye başlamıştır. Artık “Türk Mezarlıkları” kurularak ölüler de vatana getirilmemektedir.
Zira; Türkistan ata vatan, Türkiye ana vatan, Belçika yeni vatan olarak kabul edilmektedir.
Memlekette alınan mülkten dolayı pişmanlıklar doğmuştur.Anavatana olan bağlılık günden güne zayıflamakta, Türklük bilinci azalmaktadır. Döviz makinası olarak görülen işçiler ve onların çocukları kendi kültürlerine yabancılaşmaktadır. Halbuki kişi ve devlet olarak alınacak tedbirlerle milli kültür bağları kuvvetlendirilerek, hem asimilasyon önlenir ve hem de oradaki yurttaşlarımızın Türk milletinin şerefli birer ferdi kalmaları sağlanabilir.
İnsan belli bir ülkede belli bir ailede dünyaya gelir. Ana baba, yakın akraba ve komşulardan oluşan toplumsal gruplar içinde büyür ve toplumun bir üyesi olur. Toplumun dilini, dinini, bilgisini, sanatını, ahlakını, alışkanlıklarını, kısaca kültürünü öğrenir ve benimser. İnsan, kültürün bazı öğelerini ailede ve okulda, bazılarını okul dışında ve okul sonrasında kazanır ve onları kişiliğinin bir parçası olarak görmeye başlar. İnsana içinde yaşadığı toplumun kültürünü kazandıran bu sürece, kültüre katılma denir. Bu yolla bir toplumu oluşturan bireyler benzer özellikleri taşıyan, birbirini anlayan kişiler durumuna gelir ve aynı toplumsal grup, toplum ya da ulusun üyeleri olur.İnsanlar bir kültürü o kültüre katılarak kazanırlar. Her kültür kendine özgü öğelere sahiptir. Bu öğeler içerisinde, o kültürün genel özelliklerini taşıyanlar başta gelir. Dil, din, tarih töre kültürü meydana getiren temellerdir.
Göçmen Türkler kimi sosyal zorluklara rağmen, Belçika’ da olduğu kadar diğer Avrupa ülkelerinde de, kültürel uyum uğruna genel olarak örf ve adetlerinden ödün vermemiş ve çoğu geleneklerini korumayı başarmışlardır. Bunda Emirdağlıların büyük payı vardır.Gerek yakın akrabalık ilişkileri gerekse hemşehrilik duyguları sosyal kontrol sağladığı gibi dayanışma bilincini de uyanık tutarak milli kültürden kopmayı önlemiştir. Milletlerin önemli kuvvet kaynaklarından biri de tarihleridir. Tarih, milletin ortak karakter ve değerlerini gösterir. Toplumlar, millet olarak yarlıklarını devam ettirebilmek için tarihlerine dayanmak zorundadırlar. Tarih, millette kök duygusunu uyandırır. Bu duygu, birey veya toplumda bir millete mensubiyet bilincini canlı tutar ve onu derinleştirir. Birey ve toplum, en uzak geçmişten sonsuz geleceğe doğru akıp giden zaman içinde var olduğu ve var olacağı duygusuna ancak tarih bilinci ile ulaşabilir. Bu bilinç, birey ve toplumda kendini gösterdiği zaman tarihîlik de gün yüzüne çıkar. Geçmişten, yaşanılan zamana doğru kesintisiz geliş, her devri ile perde perde açılır. Tarih sahnesinde ne varsa, dikkatler bunların üzerine düşer. Düşünce hâlihazırın dar çerçevesinden çıkıp, yeni bakış ve yorumlar aralığından yeni ufuklara yönelir. Bunu tarih bilinci sağlar. Tarih bilincine tarih bilgisi olmadan ulaşılamaz. Tarih üzerine bilgi sahibi olmak ise, tarih bilincine sahip olmak demek değildir.Tarih bilinci kendiliğinden ortaya çıkmaz; zaman, mekân ve şartlara tarih bilgisi ile bakmak, görüleni yaşanılan anın değerleri ile yorumlamak suretiyle doğar. Milletlerin ortak ruhunu dokuyan, besleyen ve zenginleştiren kuru tarih bilgisi değil, tarihteki olaylara ve geçmişten kalan her şeye, anın ihtiyaçlarına göre getirilmiş yorumlarla oluşmuş; hayata ve tarihe, varlığı ve ruhu ile iştirak etmekten doğan tarih bilincidir. Tarih bilinci geçmişten beslenmekle beraber ileriye doğru giden düşünceye dayanır ve geleceğe yön vermede belirleyici yer tutar. Gelecek tasavvuru tarih bilinci ile oluşur. Tarihin biriktirdiği her şey; bütün bir medeniyet, yaşama şekli, maddî ve manevî değerler buna yardımcı olur. Tarih bilinci, tarih bilgisi yanında, geçmişle doğrudan temasa geçmeye de ihtiyaç duyar. Geçmişle teması ise ancak tarihten bugüne kalan eserler sağlayabilir. Bu eserler sadece mekânı fethetmek suretiyle değil, mekânla birlikte zamanı da fethederek devamlılığı sağlayan eserlerdir.
Ahmet Urfalı