Yahudilerin, Filistin’e yönelik yerleşme, yurt ve bağımsız ülke kurma operasyonları Temmuz 1882’lerde resmen başlamıştır. Önceleri Batılı Yahudi zenginlerin Filistin’den para ile Yahudiler için Osmanlı’dan toprak satın alma girişimleri ile başlayan bu operasyonlar, siyonizmin lideri Theodor Herzl’in 1896-1902 yılları arası tam beş defa İstanbul’u ziyaret ederek amacına ulaşmak için yaptığı girişimlerle yeni bir boyut kazanmıştır.(1) II. Abdülhamid Theodor Herzl’in her teklifini -vaat ettiği para ve medya desteğine rağmen- kesin bir dille reddetmiş, padişah, arkadaşı Newslinski aracılığı ile Theodor Herzl’e şu ültimatomu göndermişti:
“Eğer Bay Herzl, senin arkadaşın ise ona söyle, bu meselede ikinci bir adım atmasın. Ben bir karış dahi olsa toprak satmam. Zira bu vatan bana değil, milletime aittir. Milletim bu vatanı kanlarıyla mahsüldar kılmışlardır. O bizden ayrılıp uzaklaşmadan, tekrar kanlarımızla örteriz. Benim, Suriye ve Filistin alaylarının askerleri birer birer Plevne’de şehit düşmüşlerdir. Bir tanesi bile geri dönmemek üzere hepsi muharebe meydanında kalmışlardır. Devlet-i Aliyye bana ait değil, Türk milletinindir. Ben onun hiçbir parçasını veremem. Bırakalım Musevîler milyonlarını saklasınlar, benim imparatorluğum parçalandığı zaman Filistin’i karşılıksız ele geçirebilirler. Fakat yalnız bizim cesetlerimiz parçalanarak, bu ülke taksim edilebilir. Ben, canlı bir beden üzerinde ameliyat yapılmasına asla müsaade edemem.(2)
“Filistin’i satmayız”
Fakat buna rağmen bugün olduğu gibi dün de Yahudiler Avrupa’da “Ermeni Meselesi”nde Türkiye’yi destekleyecek, Osmanlı’nın Avrupa’daki borçlarını ödeme girişiminde bulunacak, hatta 30 milyon sterlini bulan tüm Osmanlı borçlarını Filistin’e karşılık tasfiye etme ve ödeme girişiminde bulunacaklardı. Hiç olmazsa Hayfa dahil Akkâ sancağı kendilerine verilmeliydi. Fakat Osmanlı yetkilileri, buna karşılık, Yahudi girişimcilere ekonomik bazı imtiyazlar verebileceklerini, ama asla Filistin’i vermeyeceklerini söylüyorlardı. Washington’daki Osmanlı Büyükelçisi Ali Ferruh Bey, 24 Nisan 1899’da bir Amerikan gazetesine verdiği demeçte “Ceplerimize milyonlarca altın doldursalar, hükümetimiz Arap memleketlerinin hiçbir bölümünü satmak niyetinde değildir” diyordu. Ali Ferruh Bey aynı beyanatında, Filistin meselesinin ekonomik değil, siyasî bir mesele olduğunu, bu nedenle de Maliye Nezareti’ni ilgilendirmediğini söylemişti.(3)
Siyonistlere tedbir
II. Abdülhamid, sadece Siyonistlerin teklifini reddetmekle kalmamış, onlara karşı Filistin’e yerleşmemeleri için etkin önlemler de almıştı. Bu nedenle de büyük güçler nezdinde diplomatik girişimlerde bulunulmuş, Musevîlerin Siyonistleşmesini engellemeye çalışmış. Duhûliye Nizamları hazırlatmış, Siyonistlerin yabancı himaye elde etmelerini önlemek için çaba harcamış ve Filistin’den Yahudîlerin arazi satın almalarını yasaklamıştı. (…)
1867 tarihli Osmanlı Arazi Kanunnamesi Mûsevîlerin Kutsal Topraklar’da arazi almalarını engellemiyordu. 5 Mart 1883’de çıkarılan yeni kanun yabancı Siyonistlerin Osmanlı ülkesinde taşınmaz mal satın almalarını yasakladığı halde, Osmanlı vatandaşı olan Yahudilere herhangi bir yasak getirmiyor, bu nedenle de yerli Yahudilere Siyonist örgütlerce para verilerek, bölgede önemli bir toprak parçasının Siyonistlerce satın alınması sağlanıyordu.
Filistin’i satanlar
15 Ağustos 1893’de üç Filistinli yöneticinin gönderdiği bir rapor, Filistin’de yaşananları, ihanet ve gafletleri bir bir ortaya koyuyordu. Raporu, Akkâ’nın eski Umumî Müdürü Nabluslu Muhammed Tevfik, Bihke’nin eski Reji Müdürü Muhammed Said ve Bihke’ye bağlı Bihar Nahiye Müdürü Beyrutlu Suphi Efendiler hazırlamışlardı. Bu iki sayfalık önemli raporu sadeleştirerek ve kısaltarak Filistin’i kimlerin sattığını merak edenlerin dikkatlerine sunmak istiyoruz.(4)
“Romanya ve Rusya göçmeni Yahudilerin Osmanlı ülkesinde, özellikle Filistin’de iskânları, Filistin’e girmeleri ve burada arazi satın almalarının padişahın yüce emri ile yasaklandığı herkesçe bilindiği halde, bazıları özel çıkar ve menfaatleri, bazıları da bozguncu, zararlı fikir ve düşüncelerinin etkisiyle bu emre uymamışlardır. 1890 senesinde Yafa ve Hayfa kasabalarında Baron Hirscb’in adamları Mösyö Henger ve Mayer Zelyan aracılığı ile Yahudiler için toprak satın alınmış, Rus tebaası 140 aile Hayfa havalisine yerleştirilmişti. Bu işte onlara Akkâ Mutasarrıfı Sadık Paşa, eski Hayfa Kaymakamı Mustafa Efendi Kanevetti, yeni Hayfa Kaymakamı Ahmed Şükrü, Akkâ Müftüsü Ali, Hayfa Belediye Reisi Mustafa ve Hayfa İdare Meclisi Azâsından Necip Efendi aracılık yapmışlardı. Bu ekip, düzenledikleri sahte mukavele ve belgelerle eski Adana Mutasarrıfı Şakir Paşa ve Cebel’i Lübnan ahalisinden Selim ve Nasrullahi’l-Havarî’nin vaktiyle 800 liraya aldıkları Hayfa yakınlarındaki mülkleri; Hazire, Dordore ve Nefbâte çiftliklerini 18.000 liraya satmış, ayrıca kendileri de 2.000 lira aracılık parası almışlardı. Bu satış sonrası bir gece içinde Hayfa Polis Memuru Aziz ve Zabıta Memuru Yüzbaşı Ali Ağaların marifetiyle Rus göçmeni 140 aile Hayfa sahillerindeki bu araziye yerleştirilmişlerdi. Padişahın iradesi (emri) nedeniyle arazi satışının yasak olduğunu çok iyi bilen Hayfa Belediye Başkanı Mustafa Efendi, selâhiyetini kullanarak sahte ve kadim (çok eski) tarihli bir ruhsatname ile burada 140 haneli yeni bir Yahudi köyü kurmuş, onlardan bir de vergi alarak yıllardır Osmanlı vatandaşı olduklarını belgelemeye çalışmıştır. Bununla da yetinmeyen Mustafa Efendi güya bunların yıllarca Safed ve Taberiyye kazaları arasında bulunan “Mizrate’l-Hafize” köyünde asırlardır yaşadıklarını, ama nüfuslarının unutularak kaydedilmediklerini ileri sürerek onları Osmanlı nüfusuna kaydetmiş, 140 fakir Yahudi ailesinin altısından, birer mecidiye, toplam altı mecidiye, “nüfusa geç kaydolma” cezası almıştı. Böylece bir gecede 140 Yahudi aile Osmanlı vatandaşı olarak Osmanlı fakirlik ve ilmuhaberi verilerek birçok devlet hizmetinden bedava yararlanmaları sağlanmıştı.”
Şikâyetçilere göre Hayfa ve Akkâ’da bu yolla Yahudilerin iskânı sürekli hâle ettirilmiştir. Bundan başka Baron Bilavaroş’un vefatıyla sahipsiz kalan Zemarin köyüne Yahudi koloniciler el koymuş, Baron Roşeyle yönetimindeki 700 hane Yahudi bu köye yerleştirilmişti. Daha sonra da her ne yapılmışsa yapılmış bu arazi Yahudilere Padişahın emrine aykırı olarak satılmıştı. Bu köyün çevresindeki Eşfiya, Emma’l-Altun ve Emma’l-Cemal adlı üç köy de bu arazinin içinde gösterilmiştir. 2-3 bin kuruş kıymetinde harap bir arazi, Akkâ Mutasarrıfı Sadık Paşa tarafından 2.000 liraya Yahudilere satılmıştır. Hayfa ve Yafa arasında bulunan Hazine-i Hassa ile bitişik, dönümü bir kuruştan alınan Haşmezrezzake adlı 30 dönüm arazi, 30 bin liraya Yahudilere satılmıştı. Yine dönümü 3 kuruşa alınan beşbin dönümlük arazi de 15.000 liraya Yahudilere satılmıştı. Bu, şebekenin faaliyetlerini bütün bütün ortaya çıkarmıştı. (…)
Yahudîlerin maddî fedâkârlıkları sonucu onlarla iyi geçinen yerel yöneticiler genelde onlara itibar etmiş, Müslümanlara fazla yakınlık göstermemişlerdir. Bunlardan biri olan Maykerî Nahiyesi Müdürü Çerkes Ali Ağa, Yahudilerin kalp akça bastıkları ihbarı üzerine Yahudî köylerine gidip soruşturma yapmak isteyince tahkir ve saldırıya uğramış, daha sonra da onların girişimleriyle azledilmişti. Onun gönderilmesinden cesaret alan Yahudîler bir takım silah ve mühimmat depolamaya, gizli eğitim kurumları açmaya ve kendilerini engelleyebilecek kişileri haps ve işkence ile yıldırmaya başlamışlardı.(5)
(1) Mim Kemal Öke, Kutsal Topraklarda Siyonistler ve Masonlar, İstanbul 1991, 3. Baskı, Çağ Yayınları, s. 55-63
(2) Yaşar Kutluay, Türkiye ve Siyonizm, İstanbul, 1973, s. 108-109
(3) Mim Kemal Öke, A.g.e., s. 91
(4) Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Y.PRK.AZJ. 27/39
(5) Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Y.PRK.AZJ. 27/39
Bu yazı Tarih ve Düşünce dergisinden alınmıştır.