Gerçekte olup yanında bulunmayana özlem insanı dinç ve diri tutar fakat asli hüvviyetini kaybetmiş bir ögeyi gerçeği bu algısı vererek insana sunmak, insanın yavaş yavaş özden ve kendinden uzaklaşmaya ve yok oluşa yönlendirir. Fransız ihtilali ve yenilik hareketleriyle başlayan ve ilk başta avrupayı sonraları İslam beldelerini saran seküler düşünce akımları İslam dünyasını derinden etkileyerek dinin hayattan soyutlanmasına kadar gitmiştir. Protestan akımın avrupada çıktığı yıllarda Katolik klisesinin insanlara yaptığı zulüm ve yeni bulunan bilimsel gerçeklere yoğun tazyik yapması, zengin olanın fakir olana tercih edilmesi hatta kliselerdeki Pazar ayinlerine en ön saflarda en zenginlerin oturduğu, maddi durumuna göre fakirlerin arka sıralara gittiği ve hiç parası olmayan ailelerin ise kilisenin bahçesinde ayinlere katıldığı gerçeği gayet normal olarak bir isyan ve protesto hareketini kaçınılmaz kılıyordu. 2016 yılında Belçika’nın Sint-Niklaas katolik kilisesinin bir davetiyle kilise ziyaretimiz olmuştu. Bölgeye yeni atanan papazların baş sorumlusu. Yani bize göre müftisi diyebileceğimiz bölge baş papazı bizi karşıladıktan ve kahve ikram ettikten sonra kiliseyi bize gezdirmeye ve içerideki detayları anlatmaya başladı. Bu arada bir arkadaşımızın dikkatini zemindeki yazılar ve isimler çekti. Papaza bunlar nedir diye sorduğumuzda onların mezar taşı olduğunu ve eskiden toplumun en zenginlerinin ölümünden sonra kilisenin içine gömüldüklerini, hatta ayin sırasında icerisinin ceset kokusundan bunaltıcı bir hale geldiğini ve bir Hristiyan ata sözü olarak karşımıza çıkan; “zenginler gibi kokuyor” sözünün asıl kaynağının bu gelenek olduğunu anlattı. Tüm bunlara baktığımızda neden protestan akımının başlamış olabileceğine tahmin yürütmek pekte zor olmasa gerek. Engizisyon mahkemelerini ve cadı avı kampanyalarını burada anmaya gerek bile duymuyorum.
İşte en basitlerini andığım bu sebeblerden dolayı Avrupada başlayan dinin insanın afyonu olduğu görüşü günden güne yayılarak tam bir din düşmanlığı olarak karşımıza çıkmış, dinin ismine bakılmaksızın dinin Dünya işlerinden artık elinin ayağının çekilmesi gerektiği vurgulanmış ve bu minvalde büyük savaşlar verilmiştir. Bu mücadelenin sonunda Katolik dünyasından ayrılarak kendi Protestan krallıklarını kuran İngilizler, Almanlar ve Hollanda lılar gibi devletler hızlı bir sanayileşme hamlesi başlattıktan sonra kilisenin yerini fabrikalar, papazların yerini patronlar almıştır. Büyüyen kampanyalara kaynak ihtiyacı hasıl olduğu anda gözler İslam topraklarına çevrilmiş ve yeni kliselerin makinalarının dönebilmesi için sömürü kolonilerine ihtiyaç olmuştur. Haçlı seferlerinde getirdikleri ganimetlerle Katolik kilise papazlarını beslemek zorunda kalan Avrupalıların dinleri değişsede, yeni papazları olan fabrika patronlarını doyurabilmeleri için yeni haçlı seferlerine kapılar açılmıştır. Avrupanın tarihi birikimini bir anda ötelemesi ve tüm ahlaki örüntülerini yırtıp atmaları ortaya yeni ahlak algısı olarak para ve zenginlik kavramı ortaya çıkmıştır. Avrupanın etik olmayan tüm yolları deneyerek sanayi ve bilimde ilerlemesi İslam alemi içerisindede bir hareketlenmeye ve isyan örgütlerinin teşekkül etmesine vesile oldu. Zaten 600 yıl Avrupa medeniyetini etkilemiş olan Endülüsün de ortada kalmamış olması Cihan imparatorluğu olan Osmanlı topraklarının yeni hedef olması durumunu doğurmuştu. Bir yandan Endonezyadan, Hindistana kadar büyük bir mücadele devam ediyor. Diğer yandan Avrupaya yaklaşabilmek için sanayi ve eğitim alanında yeniliklere gidiliyor, Din ile bilimin çatışmayacağı, İslamın modernizme ters olmadığı
gösterilmek için reformlar yapılıyordu lakin canavar çok büyük ve çok yırtıcı boyutlara ulaştığı için savaş kaçınılmaz oldu ve yüzyıl boyunca bölgesel savaşlarla yorulan Osmanlı Devleti birinci Dünya savaşının malup tarafı Almanya ile olarak savaşta yer almış omanın bedelini ağır ödemiş sonuç kaçınılmaz bir çöküş olarak karşımıza çıkmış ve yenilginin asıl sebebi kasıtlı olarak gelenekler ve İslam dini olarak lanse edilmiştir.
Anadolu içinde yakılan özgürlük ve kurtuluş hareketleri her nekadar islami bir direniş tavrı göstersede genç Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşundan sonra fatura köhneleşmekle suçlanan Osmanlı kurumlarına ve batılılaşmada entegresyon sorunu olarak görülen Osmanlı alfabesine kesilmiştir. Hernekadar Latin alfabesine geçiş 1926 yılında gerçekleşen Türk dünyasının ortak bir alfabeye geçişi ve birbirleriyle entegre olabilmesini amaçlayan Türk Dil Kongresinde kararlaştırılsada batı yanlısı kesim Osmanlıya ve İslama karşı bir zafer gibi algılamış buna karşı İslama bağlı Anadolu insanıda Latin alfabesine karşı bir tutum sergilemiş ve bu tutum günümüzde dahi sert kavgalara sebeb olmaktadır. Batılaşma taraftarlarıda gelenekcilerde geçen yüz seneye rağmen iddia ettikleri hiçbirşeyi ispatlayamamış ne Batı yanlıları tam bir batı demokrasisine adapte olabilmiş nede muhafazakarlar Osmanlıdan kalan arşivleri inceleyip ve el yazması eserleri Latin alfabesi ile Türkçeye tercüme edebilmiştir. Kavgalarla geçen bir yüzyıl geride kalırken ortaya büyük bir enkaz çıkmıştır. Ne batılı, ne doğulu, ne tam laik, ne tam müslüman.
Bu ortada kalmışlık maddi ve manevi doyumsuzluğu beraberinde getirmiş fakat çözüm yolunda medet umdukları müspet ilimler asla faydalı olmamıştır. Yapılan milyarca liralık yatırımlar, koca koca hastaneler, tıp fakulteleri bırakın çözüm bulmayı, çözümsüzlüğün bir tarafı olmuştur sanki. Eldeki verilere bakıldığında milyonlarca kişinin kırmızı reçetelerle verilen uyuşturucu ve sakinleştirici ilaçlarla veya beyine direk etki eden sitimüle edici ilaçlarla tedavi edilmeye çalışılması bunun en büyük kanıtıdır. Hatta ilk okul çağındaki yüzbinlerce çocuğa bile kırmızı reçeteli ilaçların verildiği medyada yer bulmaktadır. Bu konuyla alakalı 2015 yılında Radikal gazetesinde yayınlanan bir yazıda çocuk ve genç psikiyatrisi uzmanı Doc.dr. Osman Abalının Sağlık bakanlığına dayandırdığı verilere göre 600 bin çocuğa kırmızı reçeteli ilaç yazıldığını bildirmesi durumun vahimden öte olduğunu göstermektedir (http://www.radikal.com.tr, 2015). Diğer yandan manevi buhranlar içinde boğuşan insanlarımız bulundukları bölgelerdeki din görevlilerine de sıkıntıları ile alakalı başvurmakta, gerek yetersizlikleri, gerekse kanuni gereklilikler din adamlarının manevi sorunlar yaşayan kişilere yardımcı olamaması sebebiyle zaten durumu kötü olan hastanın merdiven altı tabir edebileceğimiz cinci, büyücü tabiriyle sınıflandırabileceğimiz halk arasında derin hoca diye nitelenen ve umut tacirliği yapan insanların eline düşerek daha da bağımlı bir duruma düşmelerine sebeb olmaktadır. Tıp dışı çare aramak olarak litaratüre geçen bu durum müsbet tıbbın olaya bakışınıda açıkca ortaya koymaktadır. Halbuki tıp ve Din el ele vererek bu problemi cözüme ulaştırmada başarılı olabilir tabiki bunun için bir önkoşul gereklidir. Bu önkoşul din adamlarının bu konularda kendilerini geliştirmek suretiyle meydana çıkmaktır. Zira islam sorunları tespit ve çözümler üretmede aciz olmadığı gibi daha problem başgöstermeden önleyici tedbirlerle sorunsal ortaya çıkmadan önlemeyi amaçlar.
Yüce Allah cc Kuran-ı Kerimde: “Onlar, inananlar ve kalpleri Allah’ı anmakta huzura kavuşanlardır. Bilinizki, kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.” Rad Suresi Ayet 28
Başta söylediği gibi Allah (cc) ile kul arasını modernizm ve laiklik bahanesi ile açmak huzura giden yolu kapamaktan başka bir şey olmamıştır. Zira sağlıklı bir toplum için sağlıklı bireylere ihtiyaç vardır.sahısların nasıl sağlam beden için temiz ve kuvvetli besinlere ihtiyaçları varsa, ruhun gıdası da Allaha (cc) yaklaştıracak olan haller ve amellerdir. Dinin aslen afyon olmadığı Dünyada milyarlarca afyon bağımlısı ortaya çıktıktan fark edilmiştir. Türkiyede ise batılı ülkelere parelel olarak ahlak ve maneviyat bozulmuş, uyuşturucu madde bağımlılığı ilkokul seviyesine kadar düşmüş, helal haram hassasiyeti kalmamış ve zina meşru gibi görülmeye başlamış. Hatta ismine yasak aşk denmek suretiyle olayın vehameti yumuşatılmıştır. Dinden uzaklaşmak helallerden de uzaklaşmaya sebep olduğu için manevi hayat haramların karanlık dünyasına bulanmıştır. Haram gıdaların insan ilişkilerine etkisi cok büyüktür.
Allah(cc) Kuran-ı Kerimde: “Ey insanlar! Yeryüzünde helal ve temiz olanlardan yiyin…” (el- Bakara,168). Buyurarak helal ve temiz gıdayı işaret etmiştir. Peygamber efendimiz Muhammed (sas) ise bir hadisi şerifinde: “Şüphesiz helal bellidir haramda bellidir. Fakat bu ikisi arasında birtakım şüpheli şeyler varki, pek çok kimse onları bilemez. Şüpheli şeylerden kaçınan bir kimse, dinini ve haysiyetini korumuş olur. Şüpheli şeylerden sakınmayan bir kimse ise, zamanla harama düşer. Tıpkı sürüsünü başkasına ait bir arazinin etrafında otlatan çoban gibi ki, sürünün bu araziye girme tehlikesi vardır. Dikkat edin! Her padişahın girilmesi yasak bir arazisi vardır. Unutmayın ki, Allah ın yasak arazisi de haram kıldığı şeylerdir.” ( Buhari, iman, 39)
Allah (cc) ın yasak arazisine girmenin elbet bir bedeli vardır. Bu bedel hem manevi hemde maddi aleme taalluk edecektir. Maddi bakımdan haram ve pis sayılan Kuranın tabiriyle şeytan işi pislik olarak adlandırılan hallerin bazılarına değinecek olursak göreceiğizki insanın yaratılış fıtratının ters yöne yalpa yapmasına sebep olur. Mesela içki ve kumar sekürel Türkiyede toplumsal zemine ilk ve hızlı yayılan unsurlar olarak karşımıza çıkmıştır ve bu unsurların sebep olduğu ruhi bunalımlar saymakla bitmeyecektir. Yıkılmış yuvalar, borç batağına battığı için hırsızlık suçuna iştirak eden babalar, bebeklerini satmaya kadar varan travmatik hadiseler, aile bireyleri içinde bulunan kadınların fuhuş batağına sürüklenmesine neden olması gibi durumlarla başlayan hadiseler zinciri günümüzde ise neresinden tutarsan tut kopacak hale gelmiş bir sosyal yapıya dönüşmüştür. Ruhi rehberlik alanında çalışma yapacak olan birinin bu konuyu irdelemeden geçmesi düşünülemez. Deruni olana yönlenmek elbette kolay olacak bir şey değil bunun bir bedeli var ve bu bedelin ilk adımı Allahın (cc) yasak arazisinin dışında kendine verilen sınırları korumaktır. Yapılan birçok bilimsel araştırma yenilip içilen gıdaların insanların davranışlarına etkili olduğu hatta insan DNA sında yapısal değişikliklere neden olup kalıtsal nesilden nesile aktarıldığını ortaya koymuştur. Fakat uzun vadeli sorunlara gelmeden hızla gelişen olaylar zinciri insanlığın ortak hafızasına elm sokağı kabusu gibi çökmüştür. Dünya sağlık örgütü verilerine göre: Dünya nüfusunun %20 sini, Gelişmekte olan ülkelerin %25 ini, Gelişmiş ülkelerin %15 ini ve Türkiye nüfusunun %19,7 sini adolesanlar oluşturuyorlar. Tüm Dünyada 2025 yılında 1.13 milyar adolesan… Her yıl 10-24 yaş grubunda 2.6 milyon ölüm saptanmaktadır. Bunların %97’si düşük ve orta gelirli ülkelerde görülmektedir. Aşağıda verilen rakamlar WHO resmi verilerinden oluşmaktadır.
Adolesan Morbidite ve Mortalitesi:
• Her yıl 100 000 adolesan intihara bağlı olarak ölmektedir.
• Her yıl 300 bin adolesan sigara ve tütüne bağlı hastalıklar yüzünden ölmektedirler
Adolesan yaşta görülen pekçok hastalığın sebebi:
• Sigara,
• Riskli cinsel davranışlar,
• Alkol ve uyuşturucu bağımlılığı,
• Şişmanlık gibi yaşam stililleridir
Erişkin yaşta erken ölümlerin %70 sebebi ve hastalıkların 1/3’ünün sebebi adolesan yaşta kazanılan alışkanlıklara bağlıdır. (http://www.tuseb.gov.tr, 2018)
Görüldüğü üzere yasaklanmış şeylerin yapılmasıyla toplumsal bir felakete sürüklendiğimiz aşikardır. Hadisi şerifte aslında bu durumun kendiliğinden yok oluş ve bilerek intihar olacağı ve yasaklanan şeylerin cezasız kalmayacağı bildirilmiştir. Zira hadiste belirtilen çoban ve sürü tanımlamaları başlı başına önem taşımaktadır. Hadisin söylendiği Arap tolplumunun hayvancılıkla ugraşan ve sürülerin peşine giden çobanlardan teşekkül etmesi hadisi cok iyi tahlil ederek içselleştirmelerine ve ruhi bunalıma ve ölüme götürecek tehlikeleri sezmelerine vesile olmuştur. Anadoluda çobanlık meşhur mesleklerden birisidir. Bundan 30 yıl evveline kadar nerdeyse koyun ve keçisi olmayan ev yok gibiydi ve toplumun coğunluğu çiftcilik ve hayvancılıkla meşgul olurdu. Andadoluda çobanlara özel bir önem arz edilirdi. Genelde eğitimsiz kişilerden oluşşsada güvenilir kimseler olmasına gayet önem verilirdi. Eğer çoban sürüsüne sahip olmazsa sürüye bir kurdun dadanması sözkonusu olacağı gibi, sürünün başı boş bırakılmasıyla yabancı bir araziye girerek telafi edilemez zararlara sebep olabilirdi. Eğer bir çoban dikkatsizliği sonucunda arazide ekili alanlara zarar verirse çobanın hapsedilmesi ve sürünün köy muhtarı ve ihtiyar heyeti tarafınfan emanete çekilmesi sonucuyla sonuçlanırdı. Aslında tutsak olmak yine bir şekilde çözüme ulaşabilecek bir mesele gibi görünmektedir. Eğer zamanında önlem alınıp sürü araziden çıkartılmazssa hayvanların doyumsuz ve kanmaz bir nefis taşımalarından kaynaklı ölümler yaşanacaktır. Hayvanlar halk arasında kullanılan yem çarpması olarak nitelenen duruma duçar olarak topluca öleceklerdir. Hayvancılıkla uğraşan birisi dikkatsizliğin nelere sebeb olacağını gayet iyi bilir. Buyüzden bu hadis tavsiye niteliğinde olsada indiği toplumda ve çevrede bir tehdit olarak algılanabilecek bir hadistir. Eğer Allahın(cc) yasak arzine girersek bu tehditler bizim için geçerlilik kazanacak ve şeytana tutsak ve içinde bulunduğu durumdan çıkamayarak ölüme ve hatta yem çarpması oluncaya kadar bekleyen bir hayvanın nasıl kendi intiharını hazırlamışşsa bulunduğu durumu düzeltmeyen insanda yavaş yavaş intihara gidecektir. Dünya sağlık örgütünün verdiği verilerde gördüğümüz gibi yasak sınırların içinde dolaşmak intihar olaylarını arttırmıştır ve intihar etmeyeninde dolaşım sistemi problemleri sonucunda pasif intihar deyebileceğimiz yavaş yavaş ölümü vuku bulacaktır. Tüm bu verilere dayanarak bir manevi danışmanın kendisini önleyici tıp uzmanı olarak yetiştirmesi ve toplum önüne çıkması önemlidir. Fakat eldeki rakamlara göre artık vakit çok geç gibi görünmektedir. İşte buyüzden hadiste bahsedilen padişahın affına başvurmanın gerekliği ortadadır. Nasılki bir padişah tebasının işlediği suçları affedebilirse, kadiri mutlak olan Allah(cc) de kendi yasak arazisinde dolaşan kullarını affedebilecek ve tedavisi için şifa vercek yegane güçtür. Eğer tevbe yoluna gidilmez ise zarar katlanarak devam edecektir. Modern tıbta görünmeyene değer verilmemekte ve bilimsel kabul edilmemektedir. Ruhi hastalılara beyni sitimüle eden ve bağımlılık yapan, aslında zararlı olan ilaçların verilmesinin yolunu açan bu düşünce tarzı hastaların aslında tedaviden çok ölüme yaklaşmasına sebeb olmaktadır. Bir çobanın yasak araziye girmiş bir sürüyü kurtarayım derken başka bir yasak araziye kovalaması gibi bir durum ortaya çıkmaktadır. Diğer yandan haramlarla yaratılış özelliklerinin bozulması ile karşılaşan nesil sadece kendine değil diğer insanlarada zarar vermeye başlamakta ve doluluk oranıyla dikkatleri üzerine çeken hapishaneler karşımıza çıkmaktadır. Hastaları hıfs edebilmek için nasılki şehir hastaneleri denen yapı ortaya çıktıysa, devasa hapishaneler yapılmakta ve sorun kar taneleri üzerine yeni yağan karların birikmesi gibi birikmektedir. 2016 yılında ceza infaz kurumlarında yatan kişi sayısı %13,2 artışla 200 bin 727 ye ulaşmıştır. Bu rakamın %95,8 lik kısmını erkeklerin oluşturması ise ayrıca dikkat çekici bir durumdur. 2012 yılı rakamlarına göre her 100 bin kişinin başına düşen mahpus sayısı 181 iken her yıl sayı düzenli bir artış göstererek 2016 yılında 251 e ulaşmıştır. Görülen o ki suçlu sayısı artış içindedir. Ayrıca sosyolokların ve manevi danışmanlık faaliyetlerinde bulunan rehberlerin gözden kaçıramayacakları bir diğer grup ise çocuk suçlulardır. 12/17 yaş grubuna göre oran 2016 yılı itibariyle önceki yıllara göre %13 artış göstererek 982 çocuk ceza infaz kurumuna hükümlü olarak giriş yapmış ve toplam çocuk hükümlü 9 bin 201 olmuştur. Kanunlara göre birden fazla suç varsa en ağır suçtan dolayı hüküm verilmektedir buna göre suç oranlarına baktığımızda 1 Ocak 31 Aralık 2016 arası hükümlülerin %16,9’u hırsızlık, %12,6’sı yaralama, %9,3’ü İcra İflas Kanunu’na muhalefet, %7,7’si uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti ve %4’ü ise öldürme suçu işledi. (www.tuik.gov.tr, 208)
Tüm bu eldeki verilere baktığımzda sadece hastahanelerde değil hapishanelerdede büyük bir birikim olduğunu görmekteyiz ve manevi destek alanında çözüm bekleyen bunca insana rehberlik faaliyeti kolay olmayacaktır ve sadece din adamı kisfesiyle olaya yaklaşmak soruna da çözüm sağlamayacktır zira suç oranlarına orantılı Türkiyede cami ve Din görevlisi sayısıda artmaktadır. 2004 yılında 84,195 olan Din görevlisi sayısı 2017 yılında 109,332 ye ulaşmıştır. Fakat manevi destek alanında gözle görülür bir artış gözlemlenememiştir. Hatta Diyanet İşleri Başkanlığı web sayfası incelediğinde manevi rehberlik alanında verilen belli başlı bir dal görülmemektedir. (http://www.diyanet.gov.tr/tr-
Ebû Hureyre (ra)’nin şöyle dediği işitilmiştir: – Peygamber (s.a.v.) buyurdu ki: -Cehenneme sokan şeyin en çoğu nedir?” Ashab: -Allah ve Onun Rasûlü bilir, dediler. Peygamber: “- İki boşluktur: Bunlardan biri ağızdır, diğeri de ferc’dir. Cennet’e sokan şeyin de en çoğu nedir? bu da Allah’tan korkmaktır, takva sahibi olmaktır ve güzel ahlaktır. (En çok cennete vesile olan bu iki haslettir).” (el-Buhârî, 2018)
Cehenneme sokan iki şey olarak bize rivayet edilen ağız ve ferç kavramları manevi danışmanlık faaliyetlerinde bulunacak ilahiyatcıların üzerine durması gereken ve çalışmalarını bu kelimelerin derin manalarını irdelenmesi üzere bina etmesi elzemdir. Bu korumanın çevresi ise takvavegüzelahlaktır.
Seküler hayatın içine sürüklediği insanların buhranı dünden bugüne artarak devam ediyor ve manevi bir kaynaktan kaynak bulunup içilmezsse daha da kötü olması kaçınılmaz olacaktır. Allah (cc):
”Onlar, Allah ile beraber başka bir ilâha kulluk etmeyen, haksız yere, Allah’ın haram kıldığı cana kıymayan ve zina etmeyen kimselerdir. Kim bunları yaparsa ağır azaba uğrar.” Furkan/68 buyurarak tekrar şirk ile birlikte cana kıymayı ve zinayı sayarak, bunlardan uzak duranların kurtuluşa erenler aksi halde ise azaba duçar olanlar olacağından haber vermektedir. Bu haramlardan uzak durmak zor gibi görünede bunlardan uzaklaşarak ve helal yolları arayarak kurulacak olan rabıta Allah (cc) Eğer bu bağı gerektiği gibi kurmaktan acziyet getirirsek, en iyi ve güzelin kendine ait olması ile kul arasındaki ilişkiyi kuvvetlendirecektir. Gerektiğini söyleyen ve Allah’a bedbahtın durumundan farklı olmayacaktır. Maide/27 (cc)
Bir hediye vermesi gerektiği zaman çürük çarığını getiren esasen insan oğlu temiz bir fıtrat üzerine yaratılmıştır. O nu bozan yedikleri ve içtikleridir. Fıtratı korumak manevi açıdan da korunmuş olmaya yaracaktır, aksi takdirde dokularda çürüme kaçınılmazdır.
Abdullah İbn-i Rabî’a (ra)’dan rivayet edildiğine göre, şöyle dedi: “- Biz, Abdullah İbn-i Mes’ud’un yanında oturuyorduk. (Orada bulunanlar) bir adamı andılar da, ahlakından bahsettiler. Abdullah dedi ki: -Bana söyleyin, eğer o adamın başını kesmiş olsanız, onu tekrar yerine getirebilir misiniz? Onlar: – Hayır! dediler. – Elini kesseniz ? dedi. Onlar: – Hayır! dediler. Abdullah: -Ayağını kesseniz? dedi. Onlar: – Hayır! dediler. Abdullah: – O halde siz, onun tabiatını değiştirmedikçe, ahlakını değiştiremezsiniz. Nutfe (yumurta), rahimde kırk gün kalır, sonra katılaşarak kan olur. Sonra pıhtı haline döner. Sonra et parçası olur. Sonra Allah bir melek gönderip onun rızkını, ahlakını, bedbaht veya bahtiyar olduğunu yazar, (Allah bunları takdir buyurur) dedi.” (el-Buhârî, 2018) Hapishanelerin dolup taştığını belirtmiştik. Hergeçen gün ceza muhakemeleri yasası yenilenmekte, yeni icat olunan suçlara tanımlar eklenmekte ve tanımlı suçlarada cezalar katlanmaktadır. Fakat çözüm ne mümkün. Fıtrat bozulmuştur bir kere. Mega mahpushaneler yapmakla, kararnameye müebbet yazmakla suyun üstündeki köpük üflenmiş olacaktır. Bu işin çözümü fıtrat tirenini raylarına geri oturtmak suretiyle olacaktır. Fakat bozulma metalin derinlerine kadar indiği için artık astar boya vurmakla korunamamaktadır. Mecburen kimyasal işleme tabi tutulması gerekir. İnsanlarda yeyip içtikleri ile bozulmaya uğrarlar ve bu bozulmadan kurtuluş yoları Dinin kaynaklarında vardır ve din kimyasal işlem görevi görüp kulu tezkiye edecektir. Lakin bir simyacı nın varlığı kaçınılmazdır. Buda manevi rehberlik alanında kendisini geliştirmiş bir ilahiyatcı tarafından yapılabilir. Gıdalar hakkında bilgi sahibi olmak ve fıtrata etkisini anlayabilmek için 26/28 Kasım 2011 yılında Afyonkarahisar da yapılan günümüzde helal gıda konulu Diyanet İşleri Başkanlığı 4. Güncel dini meseleler istişare toplantısı sonuç bildirgesine bakmak faydalı olacaktır.