(AA) – Bilkent Üniversitesinde yürütülen araştırma sonunda, vücutta az miktarda sentezlenen özgün bir yağ olan “palmitoleat”ın, uzun süreli ve ağızdan verildiğinde damar sertliğini önleyebildiği ortaya konuldu.
İnsan sağlığını bozabilecek önemli besin kaynaklarından birinin yağlar olduğu biliniyor. Bilim insanları, bu durumun tüm yağlar için geçerli olup olmadığını sorguluyor.
Bilkent Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ebru Erbay’ın laboratuvarında yürütülen araştırmalarda, özellikle vücutta üretilen bazı yağların insan sağlığı için iyi olup olmayacağı sorusuna yanıt aranıyor. Bu kapsamda, damar sertliğinin tedavisinde yağlara dayanan çığır açıcı nitelikte yeni tedavilere olanak tanıyacak sonuçlara ulaşıldı.
Bilim dünyasında heyecan yaratan bu araştırma, Avrupa Birliği’nin en prestijli bilim programlarından olan Marie Curie tarafından desteklendi. Projenin sonuçları ise bilim alanında yüksek düzeyde etki faktörüne sahip Science Translational Medicine dergisinde yayımlandı.
Araştırma sonuçlarına göre, vücutta az miktarda sentezlenen özgün bir yağ olan palmitoleat, uzun süreli ve ağızdan verildiğinde damar sertliğini önleyebiliyor.
Erbay, AA muhabirine yaptığı açıklamada, 1970’lerden beri yağların insan sağlığı için zararlı olduğunun genel kabul gördüğünü, bu nedenle de beslenmede ve gıdaların üretiminde yağ oranlarının düşük olmasına özen gösterildiğini söyledi.
Bunun yanında yağların, insan vücudu için en önemli yapı taşları arasında yer aldığına işaret eden Erbay, yaptıkları çalışmanın ise bazı yağların insan sağlığı için iyi olabileceğini ortaya koyduğunu belirtti.
Obezite ve diyabette kalp krizine neden olabilecek şekilde kan yağları dengesinin bozulduğuna, bu durum incelendiğinde ise dolaşımda sıklıkla artan bir yağa rastlandığına dikkati çeken Erbay, bu yağın çalışmanın konusunu oluşturan palmitoleat olduğunu ifade etti.
Palmitoleatın bilim insanların çok düşünmeyeceği, basit bir yağ görünümünde bulunduğunu dile getiren Erbay, “Biz genel kabulleri sorgulayan bir yaklaşımla hareket ettik. Söz konusu sağlık sorunlarında bu yağın seviyesi artıyor ve bilim insanları bunun metabolik hastalığın alametlerine sebep olduğunu, örneğin insüline direnç geliştirmesine, yağlı karaciğer oluşmasına, kalp krizinin ortaya çıkmasına katkıda bulunduğunu düşünmekteydi. Oysa öğrencilerim ve ben, bu yağın obezitede bir savunma sistemi olarak artabileceği hipotezine yoğunlaştık. Örneğin, diyabette ve insülin direnci geliştiği zaman dolaşımda insülin miktarı artıyor. Bu, insülin o hastalığa sebep olur anlamına gelmemektedir. İnsülin o durumda ihtiyaç arttığı için yükseliyor. Bu yaklaşımla, vücudumuzda artan bu yağın da bir savunma görevi olabileceğini düşündük. Fareler üzerinde yapılan çalışmalar, bu yağın artışının özellikle insülin ve diyabeti azaltabileceğini göstermekte.” değerlendirmesini yaptı.
Bu yağın kalp krizine neden olan damar sertliğini önlemekte faydalı olabileceğini düşünerek, bu hastalık modelinde hipotezlerini fareler üzerinde test ettiklerini söyleyen Erbay, “Denemelerimizde farelerin kalp krizi geçirmesinin alameti olabilecek damar sertliğinin önemli ölçüde baskılandığını gördük. Elde ettiğimiz pozitif sonuçlar halk sağlığı için çok önemli. Türkiye’deki ölümlerin yüzde 40’ının kalp-damar hastalıklarından olduğu düşünülürse damar sertliğini önleyecek bir yöntemin önemi de ortaya çıkıyor.” diye konuştu.
Erbay, şöyle devam etti:
“Bizi en çok şaşırtan, farelere ağızdan verdiğimiz yağın kana, karaciğere, damarlara, yağ ve kas dokusuna kadar ulaşmakla kalmaması, bu dokuları oluşturan hücrelerin içinde metabolik fonksiyonları kontrol eden organellerin zarlarına kadar girmiş olmasıydı. Ağzınızdan aldığınız bir şeyin bu kadar dinamik şekilde nüfuz edebilmesi bizim için çok büyük bir şans. Dışarıdan verdiğiniz bir şeyin yapı taşlarının içine girebildiğini, yapı taşlarını istediğimiz yönde oynatabildiğini gösteriyor.”
Erbay, ayrıca sağlıklı yağın yapı taşlarına girmesiyle, kötü diyet sonucu gelen yağların hücrelerin zarlarına, yapı taşlarının içine artık çok rahat giremediğini gördüklerini söyledi.
Çalışmalar çok boyutlu sürüyor
İstenmeyen yağların kötü etkilerinin de bu şekilde engellendiğini Erbay, şu bilgileri verdi:
“Bunun sonucu olarak da şunu gördük, hücreler, organlarımız, kötü diyet içeriğimize rağmen bunların zararlı etkilerinden çok daha az etkileniyorlar. Bu da şöyle önemli, eğer kilo vermek, sağlıklı yaşamak çok kolay olsaydı zaten hepimiz bunu başarıyla hayata geçirebilirdik. Bunun toplumun büyük kesimi için çok zor olduğunu biliyoruz. Bu o kadar kolay olmadığı için kötü diyetin hızlanmış yaşlanma, diyabet, kalp krizi gibi sonuçlarını önleyebilen ilave veya koruyucu bir seçenek olarak sadece besinimize bir yağı ekleyerek ülke ekonomilerini de olumsuz etkileyen önemli bir halk sağlığı problemine çözüm getirme şansı doğuyor.
Bu yağla ilgili bazı klinik denemelere geçildiğini biliyoruz. İnsanlara verildiğinde kan yağlarının düzeldiği ve vücutta yangının (inflamasyon) baskılandığına dair olumlu sonuçlar var. İnsülin direncine ve diyabete etkisine yönelik çalışmalara yeni başlandı. Önümüzdeki 5 yıl bu yağın sağlık alanında faydalarını ortaya koyabilmek için çok önemli olacak.”
“Çok başarılı bir ilaç yok”
Erbay, halk sağlığı açısından ele alındığında, bu yağın, damar sertliği, tıkanıklığı ya da kalp krizi durumlarına karşı önleyici bir yöntem olarak değerlendirilebileceğini belirtti. Ebru Erbay, “Şu anda kalp krizini efektif olarak önlemek için çok fazla seçenek yok. Bir takım kan yağlarını düzenleyebilecek, risk faktörlerini ortadan kaldırmaya yönelik ilaçlar var. Bunların başarı oranları istenilen düzeyde değil. Kalp krizi riskini tamamen önleyebilecek kurşun geçirmez bir mekanizma üzerinden çalışan bir ilaç maalesef yok. Bu ilaçlara ilaveten doktorunuz egzersiz yapmanızı, kilo vermenizi öneriyor. Bu tavsiyeleri hayata geçirmede hastaların çok başarılı olmadığını görüyoruz. Bu nedenle kalp krizi riskini önleyici ilave bir tedavi yaklaşımı bulmak çok önemli. Palmitoleata ilişkin pozitif sonuçlar, kalp-damar hastalıklarında çok başarılı bir ilaç olmadığı için önemli bir açığa hitap ediyor. Çok basit bir yağı diyetinize terapötik dozlarla ve saf olarak eklemeniz yeterli olabilir.” ifadelerini kullandı.
En zengin bitki yabani iğde
Erbay, palmitoleatın çok az gıdada ve tedavi dozlarına ulaşmayacak kadar az miktarlarda bulunduğunu söyledi.
Bunun yanında kanda en fazla yer alan 5 yağdan birinin palmitoleat olduğun dile getiren Erbay, “Bu yağı ya vücudunuz yapacak ya da dışarıdan takviye edeceksiniz. Genetik olarak bazı insanlar bu yağı daha çok yaparak hastalıklardan korunuyor olabilir. Bu da incelenmesi gereken bir konu.” dedi.
Erbay, yiyecekler arasında ise palmitoleatın en çok yabani iğde bulunduğunu belirterek, “İğde meyvesinde yüzde 30-35 oranında bu yağ yer alıyor. Ancak terapötik dozlara ulaşmak için her gün oturup kilolarca iğde yerseniz bir diyabet hastasının kan şekeri yükselebilir. Tedavi amaçlı kullanmak istiyorsak meyvenin içinden bu yağın saf ve konsantre şekilde elde edilip, her gün kullanabileceğimiz bir kapsül haline getirilmesi gerekiyor.” diye konuştu.
Bu yöndeki araştırmaların ve ticari yatırımların çok daha hızlanacağına inandığını ifade eden Erbay, son 2 yılda ortaya konulan klinik çalışmaların pozitif sonuçlarının da bunun işaretlerini verdiğini belirtti.
Fotoğraf: Pixabay