Zamandan şikayetci oluyoruz. Önümüze gelen yemekten, hasta olsak hastalıktan, eş eşten, bacıdan kardeşten, dosttan düşmandan, evlattan, soğuktan sıcaktan, hatta anadan babadan, haşa Yaratan’dan dahi şikayetci olanlar duyarız. Allah.c.c iyilerle karşılaştırsın iyiliklerde daim kılsın.
Hiç kendimizi eleştirip kendimizden şikayetci olmayız. Her birimiz sütten çıkmış ak kaşık gibiyiz.
Her nedense…? İşareti bizden uzaktır. Oysa soru işareti kendimize yakın olmalı.
İnsan beşerdir hata yapar ama bir yerde nefsini hesaba çekmesinide bilmeli. Hatasına karşı özür dileyebilmeli günahına karşı tevbe edebilmeli.
Kişi yaşadığı toplumda diğer kişilere karşı sorumluluğunuda bilmeli bilmiyorsa örnekleri dikkate almalı azami zamanda hayat okulundan bir şeyler kapmalı yoksa ömür kısa ahiret biletimiz Azrail’in terkisinde hazır, bineceğimiz terminal belli değil her an her yerde o yolculuğa çıkabiriliriz.
Makaleye başlarken konuyu çocuklarımız üzerinden ele alıyım istemiştim lakin önce bize dokundu kalemim, böyle de olmalı idi.
*
Çöğer gezer önümüzü görmez olduk,
Çöktü benlik illeti imiğimize,
Tilkiyi Kargayı kılavuz seçtik,
Aydınlığa çıkalım derken çöpe düştük.
*
Pardon; Kalemimin şiir ile dostluğundan olsa gerek dökülü verdi bir kıtacık, anlayana vesselam. Bizde bir söz vardır sohbet ortasında “Sözüm ona.” deriz. Oysa başkasına söyleyeceğini herkes kendine söylese çok şey değişir çoook.
Bir ata sözü şöyle der “Herkes kapısının önünü temizlese şehir ter temiz olur.” vesselam.
Efendim kimse kendi haline yanmaz dili benliğini sorgulamaya dönmez başkasının arkasından önünden yalpa yapar.
Yaygın olmamakla beraber yöresel bir söz şöyle ifade de bulunur, kaba bir tabir lakin ifade aynen şöyledir… “Bokluda gülüyor çamurluya.” Efendim kendini gözden geçir ki başkasına söz söylemeye hakkın olsun.
Hopbalaaa… Ne diye almıştık kalemi ele, neler de saklanmış mürekkebe. Neyse çocuklarımızdı makeledeki niyetimiz aslına dönelim.
Yavrularımız canlarımız kuzularımız geleceğimiz umudumuz.
*
Doğmadan hayallerini kurduklarımız,
Bıraktık yalan yanlış topluma öğtülür,
Canım ciğerim diye çırpındıklarımız,
Küfrün değirmeninde öğütülür.
*
Geçenlerde bir düğün davetiyesinden söz edildi. İşittiğim anda başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Merak mı ettiniz? Belki duyanlarınız olmuştur belki de ilk defa duyup ben deniz gibi kaynar sulara düçar olur. Belki de soğuk duş havası oluşur beden dilinizde. Davetiye şöyle imiş… “Lütfen salona çocuk getirmeyin.”
*
Çocuk kadar taş düşmesin başına,
Beyhude gelmişsin kırk beş elli yaşına,
Davet et ki yavruyu kültürünü aşıla,
Nedir korkun,elmi uzatılır bir kaşık aşına.
*
Götür ki, yavruyu tanış olsunlar akranları ile kız kızan yarınların büyükleri küçüklük hatıraları olsun her yerde. Özelliklede yeni vatan Avrupa’da götürün gittiğiniz yerlere çocuklarınızı ki, kendi toplumuzunun fertleri ile tanış olup geleceğe her türlü adımları beraber atmayı öğrensinler.
Anadolu’dan ilk gelenlerimizin ve ikinci nesilin düğünleri oldukca kalbalık ve bazı abartılara rağmen hoş oluyor. Lakin gelecek nesil aileler arasında düğünler tertipleyip belkide tanıdığımız bazı kültürlerdeki gibi 40, 50 kişi ile düğünler yapıp nüfus kalabalık olsa da tanışmışlık az olacak, varlık içinde yokluk yaşayan bir kültür oluşacak.
Cenazelere götün çocukları ki, o serüven nasıl yaşanıyor baş sağlı nasıl dileniyor eş dos akrabayı-iyal niye toplanmış öğrenip geleceğe gelenek görenek dini vecibeler nasıl taşınıyor öğrensinler.
Pardon ne dedim..? Çocukları götürmek mi..?
Efendim biz büyükler gitmiyoruzki hanımı çocukları götürelim.
Niyemi gitmiyoruz…? Tepen baktığımız kodamanlığımız için, çünkü biz ölmeyeceğiz, küsmüşüz de ondan, niye küstün üç kuruşluk dünyada neyi paylşamadın.
*
Hangisine dokunsam kalem ağlar,
Silkinin kendinize gelin ağalar,
Üzüm vermeyecekse niye yetişir bağlar,
Ölen öldü,bir birinize sahip çıkın sağlar.
*
Beyfendi hanım efendi seni sen diye anıp düğününe davet etmiş vaktin varsa yarım saatte olsa uğrasan şenliğnde bulunsan azda olsa neşeli gününüzde beraberiz mesajı versen senliğinden ne kaybedersin Mevlan aşkına.
Bir köylün bir tanıdığın bir hemşerin bir din kardeşin bir vatan kardeşin bir iş arkadaşın ya da bir yakınları vefaat etmiş varıp bir taziyede bulunsan kederli gününüzde beraberiz mesajı vermiş olsan senliğinden ne kaybedersin Mevlan aşkına. Be hey kodaman başını yere indir bir gün sende toprak olacaksın.
Babamın dayısı merhum Raşit Yapı’nın güzel bir sözü vardı hiç unutmam. Kasalak kodaman burnu havada birisini gördümü aynen şu ifadeyi kullanırdı. “Çavdar içine girmiş it gibi ne burnunu havaya kaldırıyorsun len.” derdi.
Gençler bilmezler özelliklede reçberlik yapmayanlar bilmezler.
Şöyle ki, af buyurun; Köpek, arpa bugday çavdar yulaf gibi yetişmiş mahsüllerin içine es kaza girerse mümkün mertebe burnunu havaya kaldırarak yürür kılpın batmasın diye rahatsızlık duyar.
Eveeet “Sözüm ona” sözü burdan gelse gerektir. Sözüm Ona bazıları var ki, toplumdan uzak kendini beğenmiş varsa yoksa O’ haşa yürürken cihanı O’ yaratmış, feleğin çemberi iki elinin arasında.
*
Bırak enaniyeti, mütevazilik en alâsı,
Dün okundu en yakınıyın selası,
Doğuştan bozuksa kişinin mayası,
Neylesin Abdil’in şiirindeki mahlası.
Abdil Göktekin