(AA) – Ortadoğu bir kez daha kargaşa içinde. Son iki ayda yaşanan birçok gelişme, zaten karmaşık olan durumu, patlamaya hazır bir barut fıçısına çevirdi.
Bir yandan Ivanka Trump, Jared Kushner ve diğer Trumpçı dalkavuklar ABD büyükelçiliğinin Kudüs’e taşınmasını İsrail tarafında kutladılar, ki bu hamle Filistinlilerin bağımsızlık emellerini sona erdirmenin habis bir yöntemi olarak görülmekte. Diğer tarafta ise Gazze’deki Filistinliler haftalardır protesto gösterilerinde bulunarak Filistinli mültecilerin 1948’te zorla çıkarıldıkları kasaba ve köylere geri dönme haklarının iade edilmesi çağrısında bulunuyorlar. Protestolar, ‘Nekbe’, yani ‘Büyük Felaket’in, yani İsrail’in vahşi bir etnik temizlikten sonra 15 Mayıs 1948’deki kuruluşunun 70. yıldönümüne denk geldi. İsrail’in, dış dünyaya kapalı bu sahil bölgesindeki barışçıl protestolara gösterdiği tepki son derece kanlı ve ağır oldu. İsrailli keskin nişancılar, 30 Mart 2018’den beri sınırın Filistin tarafında en az 111 masum protestocuyu katletti ve 12 bin 733 kişiyi yaraladı.
Bu katliamın ardından ana akım Batı medyasının olaylara dair yaptığı haberciliğin adil ve dengeli olması umulurdu, özellikle de Gazze’deki Filistinli protestocuların hızla artan ölüm oranını dikkate alarak. Fakat çoğu durumda Batılı haber kaynakları bu mezalimi, tamamen örtmese bile, “sterilize” etmenin yolunu tuttu; bunu yaparken de suçlu taraf olarak İsrail’i işaret etmekten kaçınan veya İsrail’in olaylardaki rolünü tahfif veya tamamen göz ardı eden ‘suçu kaydırma’ stratejilerine ve diğer savunma mekanizmalarına müracaat ettiler.
“Değerli” ve “değersiz” kurbanlar
Mesela BBC, birçoğu çocuk yaşta olan onlarca Filistinlinin keskin nişancılar tarafından katledilmesini “çatışma” olarak nitelendirdi.
Aynı şekilde, The Guardian “ABD büyükelçiliğinin açılmasından sonra Gazze’de ölümcül çatışmalar” manşetini attı. “Çatışma”, her iki tarafın birbirine ateş ettiğini ve iki tarafta da ölüler veya yaralılar olduğunu net bir şekilde ima eden bir kelime. Ancak son derece aşikar ki vaziyet böyle değildi.
The Wall Street Journal, “ABD Büyükelçiliği açılırken kaos [çıktı]” başlığını kullanarak durumu açıkça ifade etmekten imtina etti.
The New York Times, ilk kullandığı şok edici manşeti tadil etme mecburiyetinde kaldı. Filistinliler sanki doğal yollardan ölmüş gibi, evvela, “ABD Kudüs büyükelçiliğini açmaya hazırlanırken protestolarda en az 28 Filistinli öldü” demiş olmasına rağmen sonradan daha doğrudan bir ifade içeren şu manşete döndü: “ABD büyükelçiliği Kudüs’te açılırken İsrailli askerler onlarca Filistinli protestocuyu öldürdü.”
Fakat genel olarak baktığımızda, İsrail’i herhangi bir yükümlülükten muaf tutmaya yönelik çok açık bir eğilim söz konusu. The New York Times’ın diğer bir mahut başlığı, ilhamını doğrudan “World War Z” isimli sinema filminden almış gibi: “Saf saf Gazzeliler İsrail kurşunlarına karşı” (başlığa daha sonra “göz yaşartıcı gaz” ibaresi eklendi).
Bu medya yanlılığı örnekleri, “değerli” ve “değersiz” kurbanlara yönelik çifte standartları ifşa etmekle kalmıyor, aynı zamanda bazı haber kaynaklarının, gazetecilik standartlarını ihlal edecek şekilde gerçeklerle yanlış bilgiler arasındaki farkı nasıl da belirsiz kılma eğiliminde olduklarını gösteriyor. Bu numuneler diğer taraftan, hikayelerin nasıl bir çerçeveye oturtulacağının ve ne şekilde servis edileceğinin tayin edilmesine doğrudan etki eden baskın ideolojik ve ekonomik düzenler gibi, sistemden kaynaklanan sebeplerin varlığına da işaret ediyor. ABD’de Evanjelik sağ, Hristiyan Siyonistler ve savaş taraftarı İsrail yanlısı gruplar gibi güçlü lobilerin, Trump başkanlığındaki ABD’nin dış politikasının yönlendirilmesinde büyük rolü bulunduğu bir sır değil. Birçok kişi, örneğin, Trump’ın seçim kampanyasına ve Cumhuriyetçi Parti’ye 83 milyon dolarlık bağış yapan, ayrıca Trump’ın seçilmesinden sonraki kutlama partileri için de 5 milyonluk destekte bulunan kumarhaneler kralı Sheldon Adelson’ın ABD Büyükelçiliğinin Kudüs’e taşınmasının arkasındaki itici güçlerden biri olduğuna inanıyor.
Medya hegemonyasına direniş güçleniyor
Yabancı müdahaleler ve yıkıcı etkileri olan iç rekabetler yüzünden çok ciddi zaafa uğratılmış bir bölgede, İsrail’in son provokasyonlarına karşı -Türkiye hariçte tutulacak olursa- takınılan resmi tavırlar, halkların beklentilerini karşılamaktan son derece uzak. Türkiye’nin tepkisi, Dışişleri Bakanlığı’nın İsrailli büyükelçi ve İstanbul’daki konsolosun ülkeyi terk etmesini istemesiyle çok hızlı bir şekilde geldi. Ayrıca 13. İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) Zirvesi’nin başkanlığını yapan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Filistin topraklarındaki kritik gelişmeleri değerlendirmek üzere inisiyatif alarak 18 Mayıs Cuma günü İstanbul’da toplanmak üzere olağanüstü bir İİT oturumu çağrısında bulundu. Bu eylemler belli ki İsrail müesses nizamının şimşeklerini üstüne çekti ve Başbakan Benjamin Netanyahu’yu Twitter hesabından Cumhurbaşkanı Erdoğan’a saldırmaya itti; Erdoğan da cevap olarak İsrail devletinin ırkçılığına ve sayısız BM kararını ihlal edişine işaret etti.
Buna paralel olarak, İsrail’in Filistin davasının sunuluş tarzı konusundaki hegemonya misali kontrolüne karşı gösterilen direniş tırmanıyor. Haber kuruluşları (özellikle de Küresel Güney’de bulunanlar) giderek artan şekilde Gazze ve Filistin’deki sessizlerin sesi oluyorlar. Bu bağlamda TRT World ve Anadolu Ajansı mühim bir rol ifa ediyor. İsrail-Filistin çatışmasına dair ayakları sağlam bir şekilde gazetecilik normlarına basan dengeli habercilikleri, siyah ve beyazın arasındaki tüm ara renkleri silen egemen temsil usulüne çok güçlü bir meydan okumada bulunuyor. Olayların anlamları üzerinden verilen mücadele, söylemeye ne hacet ki, her zamankinden çok daha büyük bir öneme sahip; özellikle de Filistin davasının stratejik, siyasi, coğrafi ve sembolik açılardan unutulma tehlikesine duçar olduğu bu sıralarda.