Profesör sınıfta masanın altına eğilir ve boş bir kavanoz çıkararak masanın üstüne koyar. ‘Bu kavanoz dolu mu?’ diye öğrencilerine sorar. Öğrenciler hep bir ağızdan ‘Hayır!’ diye cevap verirler. Profösör masanın altına eğilir ve eline aldığı büyük taşlarla kavanozun içini doldurmaya başlar. Elindeki son taşı koyduktan sonra öğrencilerine döner ve ‘Kavanoz dolu mu?’ diye tekrar sorar. Öğrenciler hep bir ağızdan bu sefer ‘Evet,şimdi dolu.’ diye cevap verirler. Profesör tekrar masanın altına eğilir ve eline aldığı daha küçük taşları kavanozun içindeki büyük taşların arasındaki boşluklara yerleştirmeye başlar. Tamamen yerleştirdikten sonra sınıfa döner ve: ‘ Kavanoz tamamen doldu mu?’ diye sorar. Bu sefer cevaplar tereddütlüdür ve sınıftan ‘Dolmadı herhalde.’ cevabı yükselir.Profesör tekrar masanın altına eğilir ve çıkarmış olduğu bir miktar kumu kavanozun içine döker ve aralardaki boşluklara tamamen dolmasını sağlayarak sınıfa döner ve tekrar sorar: ‘Şimdi kavanoz tamamen doldumu?’ Durumu kavrayan öğrenciler hep bir ağızdan ‘hayır!’ diye cevap verirler. Profesör son kez masanın altına eğilir ve eline aldığı bir şişe suyu kavanozun içine döktükten sonra öğrencilerine ‘Bu deneyden ne anladınız?’ diye sorar.
Sınıftaki öğrencilerden bir tanesi söz aldıktan sonra profesörün sorusunu ; ‘Aslında zamanımız ne kadar dolu görünürse görünsün, içinde mutlaka boş vaktimiz vardır.’ diyerek yanıtlar. Cevap oldukça mantıklıdır ama profesörün aradığı cevap olmadığından dolayı ‘Hayır!’ diye cevap verir. Sonra sınıfa döner ve ‘Bu deneyi size hayatınızda öncelikli olarak büyük taşları yerleştirmezseniz daha sonra onları hayatınıza hiçbir zaman yerleştiremiyeceğiniz gerçeğini öğretmek için yaptım. Şimdi evinize gittiğinizde düşünün.Sizin için hayatta büyük taşlar nelerdir ?ev mi ?araba mı ?mal-mülk , para mı?ya da iyi bir diploma ve meslek mi?’ diyerek dersi bitirir ve sınıftan çıkar.
Yaşadığımız ülke ve bizim için artık yeni vatanımız dediğimiz Belçika’da bu güne kadar çözemediğimiz problemlerin en başında eğitim gelmektedir.Bu alanda istatistiksel veriler maalesef iç açıcı olmaktan oldukça uzaktır.Leuven üniversitesinden Prof. İdes Niceas’ın yaptığı araştırmaya göre bizim çocuklarımızdan lise diploması olmayanların oranı ;erkeklerde %55,4 ,bayanlarda %55,2’ dir. Flaman öğrencilerde bu oran erkeklerde %18,6 iken bayanlarda % 10,1 dir.
Prof. Niceas’ın araştırmasına göre; lise diploması alıpta üniversite veya yüksekokula başlayanların oranı erkeklerde %36,bayanlarda %36,4 olarak karşımıza çıkıyor. Kısacası; her yüz çocuğumuzdan sadece 45 tanesi lise diploması alıyor, bunlardan sadece 15 tanesi yüksekokul veya üniversiteye başlıyor ve maalesef 2 tanesi üniversite ve yüksekokuldan mezun olarak meslek hayatına atılıyor.
Yukarıdaki hikayenin elbette hepimize vermiş olduğu birçok mesaj var.Ama özellikle şu anda öğrencilik dönemini yaşayan ve bir karar arefesinde bulunan gençler ve onların aileleri için verdiği mesaj çok daha derin anlamlar taşıyor. Çocuklarımızın hayat denilen boş kavanozlarını doldurmaya çalışırken büyük taşları doğru tanımlamalı ve onları en baştan yerleştirmeye aileler ve toplum olarak öncelik vermek zorundayız. Onların eğitimlerini tamamlamış,kaliteli,bilgili ve örnek insanlar olarak Belçika’daki tüm insanlara hizmet eden bireyler haline getirmek bugün bizim en büyük sorumluluklarımız arasında bulunmaktadır.
Ne demiş büyükler: ‘Bir yıl sonra ürün almak isteyen buğday eksin, 10 yıl sonra ürün almak isteyen ağaç diksin, 100 yıl sonra ürün almak isteyen insan yetiştirsin.’İnsanın eğitimi için yapılan yatırımlar hiçbir zaman boşa gitmez ve er ya da geç meyvesini verir.100 yıl sonra olsa bile…