“Avrupa İslamofobi Raporu 2017”

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

(AA) – Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı’nın (SETA), “Avrupa İslamofobi Raporu 2017″de, Almanya’da Müslümanları hedef alan vaka sayısının 908, Polonya’da 664, Hollanda’da 364, Avusturya’da 256, Fransa’da 121, Danimarka’da 56 ve Belçika’da 36 olduğu belirtilirken, “Endişelenmek için yeterli olan bu sayılar mevcut durumun yanında hiç hükmündedir.” denildi.

SETA, Enes Bayraklı ve Farid Hafız’ın editörlüğünü üstlendiği 2017 Avrupa İslamofobi Raporu’nu yayımladı. Üç yıldır yayımlanan Avrupa İslamofobi Raporu Avrupa ülkeleri bazında İslamofobi’yi araştırarak Avrupa’da Müslümanlara yönelik ırkçı eğilimlerin değerlendirmesini sunuyor.

Bu yıl Avrupa’nın çeşitli ülkelerinden önde gelen 40 bilim adamı ve sivil toplum aktivistleri hemen hemen tüm Avrupa Birliği (AB) ülkeleriyle Rusya ve Norveç’in de dahil olduğu 33 ülke ile ilgili raporları kaleme aldı. İstihdam, eğitim ve siyaset gibi kilit alanlarda karşılaşılan İslamofobik olaylara yer veren raporlarda ayrıca bahsi geçen olguya karşı ülke bazlı politika tavsiyelerinde bulunulup olayların ayrıntılı birer kronolojisini sunuldu.

Raporda, ırkçılık ve İslamofobi çalışmaları gibi farklı alanlardaki 40 akademisyen ve sivil toplum temsilcisinin katkılarıyla, neredeyse tüm AB ülkeleri ile Rusya ve Norveç gibi 33 ayrı ülkede geçen yıl yaşanan İslamofobik gelişmeler inceleniyor.

Pek çok nedenle özel bir öneme sahip olduğu belirtilen raporda, şu ifadelere yer verildi:

“Birincisi genel olarak Avrupa hükümetlerinin büyük çoğunluğu İslamofobiyle mücadele için özel tedbirler uygulamazken Almanya ilk defa İslamofobiyi ‘siyasi gerekçeli suç eylemleri’yle ilgili resmi polis istatistiklerinde yer alan ‘nefret suçları’ kapsamında bir alt sınıflandırmaya tabi tutarak kayıt altına almaya başlamıştır. Dahası İsveç hükümeti İslamofobi’nin ele alınması gereken bir sorun olduğunu kabul eden ‘Irkçılıkla Mücadele Ulusal Planı’nı hayata geçirmeye karar vermiştir. Aynı şekilde İngiliz Muhafazakar Milletvekili Dominic Grieve’in gözetiminde hükümete anti-semitizme karşı 2016’da kabul edilen tanıma benzer bir Müslüman karşıtı ön yargı tanımını kabul etmesini salık veren The Missing Muslims: Unlocking British Muslim Potential for the Benefit of All (Kayıp Müslümanlar: Herkesin Yararı için Müslümanların Potansiyelinin Ortaya Çıkarılması) başlıklı bir rapor hazırlanmıştır.”

İkinci olarak Avrupalı siyasetçilerin her terör saldırısının ardından Avrupalı toplumların “ortak bir tavır ve direnç” gösterdiğini vurguladığı belirtilen rapor, İslamofobik olayların giderek arttığı ve Avrupa ülkelerini ciddi şekilde etkilemeye devam ettiğini ortaya koydu.

“Kurbanların yalnızca yüzde 12’si uğradıkları saldırıları yasal mercilere ihbar ediyor”

Çeşitli İslamofobik saldırı örneklerine de değinilen raporda, “Sözlü saldırıdan fiziksel saldırıya ve cinayete kadar değişen vakalar raporla kayda geçirilmiştir. Bu bağlamda Almanya’da Müslümanları hedef alan vaka sayısı 908, Polonya’da 664, Hollanda’da 364, Avusturya’da 256, Fransa’da 121, Danimarka’da 56 ve Belçika’da 36 olmuştur. Endişelenmek için yeterli olan bu sayılar mevcut durumun yanında hiç hükmündedir. Nitekim raporun editörleri Avrupa Temel Haklar Ajansı’nın (FRA) bir anketine dikkat çekmektedir. Ankete göre İslamofobi kurbanlarının yalnızca yüzde 12’si uğradıkları saldırıları yasal mercilere -gerek polis, gerek STK’lar- ihbar etmektedir. Bu, Avrupa’da İslamofobiyle ilgili mevcut veri ve istatistiklerin buz dağının sadece görünen kısmı olduğunu ortaya koymaktadır.” ifadelerine yer verildi.

Araştırmanın üçüncü bulgusu olarak İslamofobinin kısır bir döngü içerisinde devam ettiği vurgulanırken, “İslamofobi özel bir ırkçılık türü olarak resmen tanınmadığı sürece Avrupalı Müslümanlar ayrımcı politikalarla karşı karşıya gelmeye devam edeceklerdir. AB Adalet Divanı’nın başörtüsünü yasaklayıcı şirket politikalarının ayrımcılık olmadığı yönündeki hükmü, Avusturya ve Romanya’da peçenin yasaklanması ve Letonya’da yaşanan benzer tartışmalar, Belçika’da helal kurban kesiminin Müslümanlara yasaklanması da dahil dini amaçlı kurban kesimine kısıtlama getirilmesi, benzer şekilde Avrupa’nın her yanında cami inşasını, ezanı ve çarşaf, burka ve burkini giyilmesini yasaklayan çeşitli yerel kararlar ayrımcı politikalardan bazılarıdır.” denildi.

2017 Avrupa İslamofobi Raporu’nda, İslamofobi’nin retorik, söylem ve propaganda konusu olduğu da ortaya konularak bu bağlamda sözde ana akım siyasetçi ve gazetecilerin dile getirdikleri nefret söylemini içeren pek çok örnek sunuldu.

İslamofobi’nin her ülke bağlamında farklı şekilde nasıl ortaya çıktığı belirtilen raporda, “Birleşik Krallık, İsveç ve Almanya’da çok sayıda İslamofobik saldırı meydana gelmekle birlikte bu eğilimin tersi yönünde birtakım adımların atıldığı görülmektedir. İtalya ve Yunanistan gibi sözde ‘mülteci krizi’nden en fazla etkilenen ülkelerde İslamofobi göçmen karşıtı ve yabancı düşmanlığı ile karışık bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Öte yandan Balkanlarda (Sırbistan, Arnavutluk ve Makedonya) saldırıların ana hedefi Türkler ve Müslüman yerli nüfustur. Ancak neredeyse tüm Avrupa ülkelerinde gözlemlenebilen genel eğilimler de söz konusudur. Bu bağlamda Avrupa genelinde nefret söyleminin ve Müslüman aleyhtarı söylemin yayılmasında internet önemli bir rol oynamaktadır. Sosyal medyada yayılan Müslüman karşıtı yalan haberlerin eş zamanlı olarak siyaset gündemini belirlediği gerçeği gözler önüne serilmiştir.” tespitlerine yer verildi.

İslamofobi’ye karşı başlatılan olumlu girişimlere de yer verilen raporda Avusturya’da kurulan danışmanlık merkezi, Paris’in kuzeyindeki Saint Denis kentinde ‘İslamofobi ile Mücadele Günü’ düzenlenmesi ve Alman hükümetinin Haziran 2017’de yayımladığı Irkçılıkla Mücadele Ulusal Eylem Planı’na değinildi.

“AB İslamofobi’yi ırkçılık biçimi olarak tanımalı”

Raporda, Müslüman karşıtı ırkçılıkla mücadele eden öncü bazı organizasyonların şu tavsiyelerine yer verildi:

“Terör saldırıları sonrasında Müslümanların ötekileştirilmelerinin, potansiyel suçlu muamelesi görmelerinin önüne geçilebilmesi için İslamofobi’nin belli bir ırkçılık biçimi olarak tanınması büyük önem taşımaktadır. AB kurumlarının İslamofobi’yi insan hakları ihlallerine yol açabilen bir ırkçılık biçimi olarak siyaseten ve hukuken tanıması gerekmektedir.

İslamofobi’nin yasal ve siyasi anlamda kabul edilmesi son derece önemlidir. Dolayısıyla Avrupa düzeyinde İslamofobi konulu bir konferansın en az bir AB üyesi devlet ya da Avrupa Parlamentosu’nun desteği ile düzenlenmesi gerekmektedir. Bu bağlamda Avrupa Parlamentosu’nun anti-semitizm ve Roman karşıtlığıyla mücadelede olduğu gibi İslamofobi ile mücadelede de somut politika önerileri içeren bir karar çıkarması gerekmektedir.

AB üyesi devletlerin İslamofobi’yi ırkçılığın belli bir biçimi olarak kabul eden ırkçılıkla mücadele eylem planlarını hayata geçirmeleri gerekmektedir. Avrupada aşırı sağ partilerin yükselişe geçtiği bir dönemde İslamofobik söylemler karşısında durabilecek cesur liderlere, kanaat önderlerine ve aktivistlere ihtiyaç duyulmaktadır.”

“Sosyal medya ile ilgili yasal mevzuatların hayata geçirilmesi önemli”

Raporda, Müslüman karşıtı/İslamofobik suçların tüm Avrupa devletlerinde emniyet güçleri tarafından ayrı bir nefret suçu sınıfında kayıt altına alınması, bu sorunun gerçek boyutunun ortaya çıkarılması ve sorunla mücadelede karşı stratejilerin geliştirilmesi için elzem olduğu vurgulanırken, Müslüman kadınların istihdama erişimlerinin artırılması gerektiği ifade edildi.

Düşünce ve ifade özgürlüğü kısıtlanmadan sanal ortamda nefret söyleminin üstesinden gelebilmek için açık ve net yönlendirici ilkelerin geliştirilmesi ve sosyal medya ile ilgili yasal mevzuatların hayata geçirilmesinin önemine işaret edilen raporda, internetin İslamofobik söylemlerin yayılmasında ve aşırı sağcı teröristlerin radikalleşmesinde önemli bir rol oynadığın altı çizildi.

Müslümanların iş dünyasına katılımları noktasında işe alım ve terfi safhalarında karşılaştıkları ayrımcılığın önüne geçilmesi gerektiği ifade edilen raporda, “İnsan haklarının ve azınlık haklarının (dini amaçlı kurban kesimi, sünnet, dini kıyafet giyilmesi, dini sembollerin takılması dahil) korunması çok kültürlü Avrupa için bir zorunluluktur. Terörizmle mücadele konusunda politika yapıcıların sözde radikalleşmenin engellenmesi programlarında Müslüman toplumlara karşı değil onlarla birlikte çalışmaları gerekmektedir. Bu programlar aşırı sağ ve aşırı sol terör gruplarıyla mücadeleyi de içermeli, yalnızca Müslümanları hedeflememelidir.” önerilerine yer verildi.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Uygulamayı Yükle

Uygulamamızı yükleyerek içeriklerimize daha hızlı ve kolay erişim sağlayabilirsiniz.