Babamın esnaf olması sebebiyle hatırlarım. Yıl 1972 yılından 79 yılına kadar Aksaray’da bulunan dükkânımıza Almanya, Avusturya, İsviçre ve az da olsa İngiltere’den o zamanki adıyla alamancı (!) kardeşlerimizden mektuplar gelirdi. Bunları toparlar daha sonra köyüne, eşine çocuklarına gönderirdik. Ya da eşi ve çocukları gelir alırlardı. Hatta bu işçi kardeşlerimiz parayı direk babamın adına gönderirler babam gider bankadan alır eş ve çocuklarına ihtiyaç oldukça verirdi. Çünkü güven tesis edilmiş, azar azar verilir. Ayrıca eve de göz kulak olunur, çocukların okuyup okumadıkları köyde neler olduğu aylık olarak o rapor edilirdi. Ha bir de telefon vardı. Haftada bir gün saat verilir. İşçi kardeşimizin ailesi ve çocukları gelir telefon beklerlerdi. Çünkü işçimiz Almanya’dan arayacaktı. Telefon sonrası mutlaka ağlanırdı. Hanımı ağlar, çocuklar ağlar, biz üzülürüz. Evet, o yıllar öyleydi. Gurbeti sadece işçi ailesi yaşamazdı bizde yaşardık, esnafta da yaşardı.
Haziran-Temmuz ayı geldi mi ya şehrimiz adeta alamancı bolluğu yaşanırdı Öyle ki o dönemlerde bakkallar, tuhafiyeciler, hatta fırıncılar bile mark alır, döviz bozarlardı Tabii kaçak olarak, tabii karaborsa fiyatı ile hatta hatırlarım uzun yıllar bababımın ve kardeşlerim gömlek ve kravata para vermezdik. Belki abartılı gelecek ama size en az 100’den fazla kravatımız vardı desem şaşırmayın çünkü yurtdışındaki işçi kardeşlerimiz gelirken elleri boş gelmez. Ya çikolata ve çoğunlukla da gömlek, kravat getirirlerdi. Bizde tabi o dönemler sevinirdik. AA çikolata gelmiş, gömlek gelmiş diye Hiç aklımıza gelmezdi ki ya bu gömleğin markası nedir. Bizim için önemli değildi nasıl olsa alamanadan geliyor. Ama sonraları farkına vardık ki. Meğerse Almanya’dan alınan bu gömlekler bizim Türkiye’den giden Sümerbank gömlekleriymiş.
Sonraları mı? Sonraları bu gurbetçilerimiz emlak almaya, ev almaya başladılar. Ve içinde oturmadıkları ve hiçbir zamanda oturamayacakları evler aldılar. Öyle ki Aksaray’da onlar için ilk defa VİLLALAR yapılmaya başladı. İkişer katlı, hatta 3 er katlı villalar yapıldı. Projeleri de Alman mimarisi şeklinde. Evet, hiçbir zaman oturamadılar dedim çünkü yaşlı kuşak maalesef emekli oldu geldi ve hastalanarak geldi şehre değil köyüne gitti ve orada vefat etti. Genç kuşak ise Türkiye’ye hiçbir zaman dönmedi hala da alamanyada yaşamaya devam ediyor. Esnaf olan babam da “Villa Yaptırıp” alamancılara satmaya çalıştı ve yaptırdı da ama biraz geç kalmıştık 4 villanın dördü de satılmadı. Ne mi oldu. Yakılıp yıkılan bir zamanların Doğu’nun Paris’i denilen Beyrut’tan gelen Arap kardeşlerimiz orada kaldılar onlara satıldı. Hem de yarı fiyatına yani zararına. Neden zararına çünkü 3 yıl satılmamıştı. Olsun elimizde kalmadı yaJ)
Veee Özal dönemi, 70 sente muhtaç olduğumuz dönem bitti artık işçi kardeşlerimizin dövizleriyle yakından ilgilenmeye başladık. Zaten gurbetçiler bizim için 1980’den sonra ilgilenmeye başladık. Neden mi. Çünkü ondan önce bizim için sadece döviz gönderen bir kurum gibiydi. Döviz göndersinler, Türkiye’ye yıllık izne gelince bol bol para harcasınlar yatırım adına ölü yatırım yapsınlar. İşte o kadar. Ha onların derdi nedir. Oralarda ne yapıyorlar hiç mi hiç bizi açıkçası yakından ilgilendirmiyordu. Bize göre takım elbise giyiyorlar, başlarında tüylü fötr şapkaları vardı ya o yeter. Araştırmacı yazar Günter Wallraff, Türk işçi Ali Levent Sığırlıoğlu’nun kılığına girerek TÜRK İŞÇİLERİN ARASINDA yaşadıklarını EN ALTTAKİLER adıyla kitaplaştırana kadar ne hükümetin ne de halkımızın haberi vardı. Hatta o dönem içerisinde eli kalem tutanlar içinde de ALAMANCI fazla yer tutmuyordu. Ve bu satırların yazarı ilk defa eğitim için İngiltere’ye gidip oradaki Türklerin durumunu görene kadar bendeki alamancı imajı da yukarıdaki gibiydi. Ama İngiltere’de kaldığım bir yıl süresince orada kaçak çalışan Türklerin durumunu görene kadar. Sabah gün ışımadan yola çıkıyorlar (çünkü aman polis görür yoksa sınır dışı edilirsiniz diye korkutuyorlardı) gece karanlığında evlerine(!) daha doğrusu bir oda içerisinde 4-5 kişinin kaldığı odaya dönüyorlardı. Saat ücreti 2 pounddan çalışıp para biriktiriyorlardı.4-5 yıldır Türkiye’ye gitmeyen işçilerimiz vardı.
Neyse bu yazıyı niye mi yazdım, sanırım devamı gelecek bu yazının sizleri sıkmamak için kısa bıraktım… Edirne Kapıkule’den çıkarken yurtdışına çıkan kardeşlerimi görünce aklıma geldi. Ve şu soruyu sordum acaba biz bu Alamancılar için ne yaptık? Onlara orada ne gibi desteğimiz oldu?
Şimdi bu sorunun cevabını bulmak için sizden bir hafta süre istiyorum. Çalışayım inşallah…!!
Fahri Sarrafoğlu