Egemenlik, TDK sözlüğünde; ‘’Milletin ve onun tüzel kişiliği olan devletin yetkilerinin hepsi, hükümranlık, hâkimiyet.’’ anlamında kullanılmaktadır. Başka sözlüklere de bakıldığında aynı ifadeyle karşılaşmak mümkündür: ‘’Egemenlik (hâkimiyet), bir toprak parçası ya da mekân üzerindeki kural koyma gücü ve hukuk yaratma kudretidir. Bu güç siyasi erkin dayattığı yasallaşmış bir üst iradeyi ifade etmektedir.’’Egemenlik, devlet kudretinin bir vasfıdır, iç hukukta en üstün kudret, milletlerarası hukukta da bağımsız bir gücü ifade eder. Devletin iç hukukta egemen olması, üstün gücü, üstün iktidarı elinde bulundurabilmesi, milletlerarası hukuk alanında bağımsız olması ile mümkündür.
Egemenlik, her şeyden önce devletle özdeşleşen ve devletin ayırıcı vasfı olarak görülen birkamusal güçtür. Söz konusu gücün devlete getirdiği, toplumsal ve siyasal alanıdüzenleme amacıyla norm koyma ve bunların gereklerini yerine getirmeyetkisidir. Devletin meşruluğunu açıklayan temel hukuksal ilke olarak belirenegemenlikten beklenen işlev, devletin hükmetme gücünün hukuksaldayanaklarını ortaya koyabilmektir. Egemenlik kavramı, kuram ve uygulanış yönüyle ‘’milli’’ bir özellik taşır.
Milli Egemenlik; millet düzeyine erişmiş bir toplumda hürriyetlerin, eşitliğin ve adaletin devamlı ve kesintisiz olarak sağlanması ve korunması için o toplumu meydana getiren fertlerin her birinde ayrı ayrı bulunduğu doğal kabul edilen iradelerin birleşip, kaynaşarak millet iradesine dönüşmesi, açıklanması ve örgütlenmesidir.Egemenliğin tek meşru kaynağı ve sahibi millettir. Egemenlik, millet denilen varlığın, topluluğun genel iradesidir. Bu irade, üstün iktidar ve güç olarak millete aittir.
Atalarımız egemenliğin kaynağının ilahi olduğunu kabul ederdi. Taht, Oğuz Han oğullarına aittir. Han’ın ‘’kut’’ (semadan inen nur sütunu) taşıdığı inancı Hun, Göktürk, Uygur, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde de var olan bir inanıştı. Egemenliğin millete ait olduğu ulus-devletin bir gereğidir.
Millet iradesi, ferdî iradelerin bir araya gelmesinden, kaynaşmasından, sentezinden oluşmuştur. Millî egemenlik, milletleşme olayına bağlı olarak millet iradesidir. Millî egemenlik aynı zamanda milletin bölünmez, devredilemez iradesidir.Millî egemenlik anlayışı, millet denilen topluluğun bağımsız bir hukukî ve siyasî gerçek olduğu fikrine dayanır.
Millet iradesi, fertlerin iradelerinin bir araya gelmesinden ve kaynaşmasından oluşmaktadır. Millî egemenlik, milletin bölünmez iradesini temsil eder.Milli egemenlik, millet olmanın sonucu ve gereğidir. Millet denilen varlığın özgür ve bağımsız iradesi Milli egemenliğin kurucu ve devam ettirici temel şartıdır. Toplum içerisinde tek üstün güç ve iktidar millete aittir. Bu üstün güç ve iktidar tekeli, millete ortak tanımayan, bölünemeyen, paylaşılamayan ve devredilemeyen bir hak sağlar, toplumun kaderinde ve yönetiminde söz ve eylem sahibi olma yetki ve sorumluluğunu yükler.
Egemenlik ve hâkimiyet eş anlamlı kelimelerdir. 1921 ve 1924 Anayasalarında, kelime “hâkimiyet” olarak kullanılmasına karşılık 1961 ve 1982 Anayasalarında egemenlik kelimesi kullanılmıştır. Lügat anlamı ile hâkimiyet, hükmeden, buyuran üstün gücü ifade etmekte; hâkimlik, amirlik ve üstünlük anlamında kullanılmaktadır. Kendinden daha üstün ve daha yüksek bir güç tanımama, buyruğunu yürütme, egemenliğin bir vasfı, bir özelliğidir.
1982 Anayasasının “Egemenlik” başlıklı 6. maddesi : “Egemenlik, kayıtsız şartsız Milletindir. Türk Milleti, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organları eliyle kullanır. Egemenliğin kullanılması, hiçbir surette hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamaz. Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz.” demektedir.
Toplumda hiçbir kimse, hiçbir zümre, hiçbir sınıf ya da grup, doğrudan üstün emretme gücüne sahip olamaz. Toplumda üstün emretme gücünün tek kaynağı ve tek sahibi milletin kendisidir.
Atatürk’e göre, toplumda en yüksek hürriyetin, en yüksek eşitlik ve adaletin devamlı şekilde sağlanması ve korunması ancak ve ancak tam ve kesin manasıyla millî egemenliğin kurulmuş olmasına bağlıdır. Bundan dolayı hürriyetin de, eşitliğin de, adaletin de dayanak noktası millî egemenliktir.
15 Temmuz darbe girişimi milli egemenliğin bir zümre tarafından gasp edilmek istenmesine dayanır. Devletin içinde aleni bir biçimde kurulan, palazlanan örgütün, elde ettiği bürokratik mevzilerden yararlanarak milli egemenliğe son verip, devlet erkini, devlet gücünü bir ‘’mehdi’’nin kötü ve sinsi emellerine alet etmek amacı taşıyordu. Demek ki, devlet işleri ‘’gaflet ve dalalet’’ içinde yürütülmüyor. Devlet işleri, basiret ve erdem gerektirir.
Türk devleti, milleti, vatanı üzerinde emperyalist emeller tarih boyunca olduğu gibi istikbalde de bu kötü niyetler artarak devam edecektir. Bu yüzden devlet adamlarının her zaman akıllı ve bilgili olmaları zorunlu bir durumdur.
1070 yılında Yusuf Has Hâcip tarafından yazılan Kutadgu Bilig adlı siyaset ve nasihat kitabında devleti yöneten beylerin özellikleri de beyan edilir. Günümüze ışık tutması bakımından bu özelliklerden bazılarını buraya yazmanın yararlı olacağı kanaatindeyim: “Dünyaya hâkim olup onu idare etmek için pek çok akıl ve bilgi gerektir. Beyler bilgi ile halka baş oldular akıl ile memleket ve halkın işini gördüler. Bey, halkı bilgi ile elinde tutar; bilgisi olmazsa aklı işe yaramaz.
Beyliğin hastalığının ilacı akıl ve bilgidir; bey yumuşak huylu, onu akıl ile tedavi et. Bey bilgili, akıllı ve zeki olmalıdır; beyliğin hastalığına ancak bunlar ileçare bulunabilir. Bilgili, akıllı ve hakîm hükümdarın her iki dünyada da makamı yüksek olur”
Ahmet Urfalı