Ankara-Afyon karayolu boyunca uzanan tepelerin ve dağların en yalnız ve en görkemlisinin Adaçalı olduğunu yoldan geçen herkes rahatlıkla fark eder. Bu büyük ve yekpare taş kütlesinin ayakları üzerine çömelmiş bir devi andırdığı ilk izlenim olarak zihinlerde canlanır. Ama bu dev, asla ürkütücü ve korkunç değildir. Munis ve sevimli, adeta sizden, içinizden biri gibi gözükür.
Adaçalı, kuzey tarafından bakıldığında çıplaktır. Onun çıplaklığı üzerindekileri soyunmuş birisinin çıplaklığına benzer. Ancak bu çıplaklık sizi rahatsız etmez.
Adaçalı’ya Emirdağ yönünden baktığınızda kuzey tarafın aksine bir canlılık hemen sizin içinize dolmaya başlar. Eteklerinde gerçekleştirilen ağaçlandırma çalışmaları bir güzelliğin tezahürü olarak karşınızdadır. Nisan ayında badem ağaçlarının çiçeğe durduğu zamanları mutlaka yaşamalısınız. O dev Adaçalı sanki gelinlik giymişçesine şenlenir. İnsan kanatlanır, bambaşka ruh halleri içinde maverai duygulara kapılır. Artık dudaklarınızda bir de Emirdağ türküsü mırıldanırsanız baharı tamamen yaşamaktasınız. Sizin en güzel baharınız badem çiçekleri, ılık bir hava ve Emirdağ türküleri ile yoğunlaşan duygularınızdır. Badem çiçeklerinin sağında ve solunda uzanan çam fidanlarının koyu yeşilliği bu muhteşem tabloyu daha da canlı kılar.
Adaçalı, Emirdağlıların kültürel ve sosyal hayatında her zaman yer edinmiştir. Nice zamanlar Yorgun Dede efsaneleri anlatılmış. Adaçalı’nın zirvesindeki ardıçların yıllara nasıl dayandığı, bir kara baltanın azabından nasıl kurtulduğu dilden dile dolaşmıştır.
Yorgun Dede’nin fetihten kalma bir yadigar olduğu söylenir. O, Emir dağlarının koruyucusu ve bekçisi Emir Dede’nin can yoldaşıdır. Yorgun Dede, Adaçalı’nın zirvesine çıkamadığı için yorgun kalmış ve orada vefat ederek, vefat ettiği yere gömülmüştür. Halk, Yorgun Dede ile Emir Dede’nin kutsal günlerde toplarla, ışıklarla haberleştiklerine inanırlar.
Adaçalı’nın zirvesindeki ardıç ağaçlarını yok olmaktan dallarına bağlanan çaputlar kurtarmıştır. Onlar birer dilek ağacıdır. Belki de o dileklerin tılsımı ve gizliliğinden dolayı insanlar bunlara kıyamamıştır. Dileklerin hikâyesini dinlemek herhalde çok ilginç olurdu. Ama doğrusu, dileklerin şahsi olması sebebiyle gizli kalmasıdır.
Adaçalı zirvesinden ovaya ve dağlara doğru bakıldığında Emirdağ’ın bütün köylerini tek tek sayabilirsiniz. Bir de bahar, yaz ve kış mevsiminde çıkarsanız, gözünüzün alabildiğince gördüğünüz renklerin sırrını kavramaya başlarsınız. Sarı, yeşil ve beyazın uzak ve yakın görünümü insanı gerçekten etkiler. Ve sonra anlarız ki, Türkmen gönlü neden yüksek tepeleri ve neden yalçın dağları tercih etmektedir. Ulularının mezarlarını neden yükseklere yapmaktadır, anlarız. Çünkü o ruh ve gönül, yüksekte durmakla hakim olma ve hükmetme şuuruna ulaşmıştır. Türkmen ruhu yüce dağ başlarında bulutlarla arkadaş olur. Göğün boşluğuna açtığı kolları kanat olur da âlemi bir hoşluk içinde temaşa eder.
Baharın ilk habercileri kuzular, Yarımca’da “döl almaya” giden sürü sahiplerinin sevinçleri ile karşılanırdı. Bahar, bereketin ve bolluğun yaylacı Türkmenler arasındaki adıdır. “Döl almaya” gitmeyen Emirdağlılar, koyunlarını sabah çobana katarlar, akşam üstleri karşılamaya giderlerdi. Çocukların en büyük zevki çobanlardan kuzu olup olmadığını sormak ve heybeleri kontrol etmekti. Kuzulayan koyunların ilk sütüne “ağız” denir. Ağız, pişirildiğinde peynirimsi bir biçime girer, üzerine toz şeker dökülerek yenilirdi.
Adaçalı’da otlayan hayvanların sütlerinde kekremesi bir tat olurdu. O tat, hayvanların yediği ve piren denilen ottan ileri gelirdi. Akşam üstleri hayvanlarını karşılamaya gelen çocuklar, Ofis önünü şenlikli bir hale getirirlerdi.
Değişen ekonomik ve kültürel yapı, Adaçalı’nın fonksiyonunu da yeniden şekillendirdi. İnsanlar artık bu tepeye bir sevdalı gibi bakabiliyor mu? Bilemiyorum. Adaçalı’nın onu tanıdıktan sonra başlayan dostluğu, sevgisi yıllar boyunca sürecek, Zira, “insan yaşadığı yere benzer” düsturunca Adaçalı biraz Emirdağlıdır. Onlar birbirine çok benzer. Dıştan çıplak, içten zengin. Dıştan gururlu, içten mütevazı bir dost… Dıştan sade, içten muhteşem.
O’nu tanımaya çalışın, seveceğinizden eminim.
Ahmet Urfalı