Heidelberg Eğitim Bilimleri Üniversitesi Göç Araştırmaları ve Kültürler-Aşırı Pedagoji Merkezi (Heidelberger Zentrum für Migrationsforschung und Transkulturelle Pädagogik – Hei-MAT) Direktörü Prof. Dr. Havva Engin, geçtiğimiz günlerde “Kültürlerarası ve Dinlerarası Eğitim Modelleri Tartışılıyor” Toplantısının Ardından Kısa Bir Değerlendirmede bulundu.
Almanya’da, son yıllarda göçle birlikte farklılaşan toplumsal katmanlar hakkındaki tartışmalar hız kazandı. Bunlar, artık göçmenlerin sadece “Almanca” düzeyiyle ilgili ve sınırlı kalmıyor: Özellikle eğitim politikalarını içeriyor; eğitim sisteminin, yetişen toplum için çok kültürlü ve çok inançlı ders müfredatlarına ihtiyacı olduğunun altını çiziyor… Hedef, her bireyin kendisini bulabileceği eğitim modellerinin geliştirilmesi olarak belirleniyor.
Bu bağlamda, sayıları az da olsa, yürürlükteki eğitim modellerinin geçerliliği sınanıyor. Akademik çevrelerce, söz konusu eğitim modellerinde temel alınan toplumsal özelliklerin – örneğin, üçüncü ve / veya dördüncü nesil göçmen çocuklarına yönelik hâlâ (ve daha) “yabancıyı tanımak ve anlamak”tan söz edilmesi -, gerçekleri yansıtmadığı doğrultusunda görüşler ortaya koyuyor.
Kuşkusuz, benzer şeyler çok inançlılığının içine girdiği konular için de geçerli. Kısa bir zaman diliminde, birçok eyalet birden, artık özellikle Müslüman(ların) çocuklar(ın)a yönelik din derslerinin; Konsolosluk öğretmenlerince, ders cetvelinin dışında, öğleden sonra verilmesi yerine; Almanya’da bir süre önce dört eyalette kurulan “İslam Araştırmaları Merkezleri” bünyesinde yetiş(tiril)en din dersi öğretmenlerince ve Almanya şartlarına uygun olarak hazırlanmış müfredat programlarıyla verilmesi doğrultusunda karar aldı. Hamburg Eyaleti, bir adım daha öne geçerek, 2012 yazında dört Müslüman kurum ve bir Alevi derneğiyle “Devlet Protokolü” imzalayarak, bu dinî cemaatlere çok kapsamlı yetkiler verdi. Bu gelişmelerin toplamı, Almanya’yı yönetenlerin, Müslümanlara da öteki dinî cemaatlerin sahip olduğu hakların verilmesinin zamanının geldiğini görmesidir…
Politik alandaki sözü edilen gelişmelerin, eğitim kurumları için ne anlama geldiği ve gelecekte ne gibi getirisi olduğu soruları hakkında muamma bulunmaktadır. Buradan hareketle, “Kültürlerarası ve Dinlerarası Eğitim Modelleri Tartışılıyor” toplantısında ve bu çerçevede düzenlenen çalıştayda ortaya konan tartışmaların çok verimli ve yararlı olduğu söylenebilinir.
“Kültürlerarası ve Dinlerarası Eğitim Modelleri Tartışılıyor” toplantısında, şu anda kültürel ve dinî çoğulculuğu betimlemek için kullanılan terminolojinin eskidiği ve gerçekleri yansıtmadığı tespit edilmiştir. Birçok büyük şehirde, yetişen neslin yarısından fazlası göçmen kökenlidir ve onun için “Azınlık” ve “Çoğunluk” terimlerinin daha farklı boyutlarda kullanılması gerekmektedir.
Yetişen gençlere, kültürel veya etnik boyuttan bakmak yerine; bireysel yaklaşımın ve o bireyin sosyo-kültürel ve inançla ilgili sosyalizasyonunu temel alarak, eğitim programlarının geliştirilmesinin daha doğru olacağı aşikardır. Böylelikle, “onlar” ve “bizler” ikilemine eleştirel yaklaşılmakla birlikte, herşeyiyle çoğulcu [plural] olmuş toplumda, bireysel ihtiyaçlar doğrultusunda eğitim modellerinin geliştirilmesi daha gelecek vaad etmektedir.
Sözü edilen gelişmeler, dinî çoğulculuk bazında ele alındığında, bütün bireylerin – inansın veya inanmasın – barış içinde yaşayabilmesine yönelik ders materyalleri /müfredatları gerekmektedir. Şimdiye kadar uygulamada bulunan din dersi modelleri bu noktada yetersiz kalmaktadır: Zira her birey kendi inancını öğrenmektedir; ama birbiriyle ve diğerinin inancına dair çok az ya da hiçbir şey bilmemektedir. Buna karşın, farklılığın temel karakterini oluşturduğu göç toplumlarında yetişen nesiller; inançsal farklılıkları en küçük yaştan itibaren, yani kreşle birlikte beraber öğrenmeye ve sorgulamaya başlayabilmeliler. Bunun için, din dersinin ötesinde, biraraya gelebilecek ve beraber çalışabilinecek bir derse (de) ihtiyaç vardır. Hedef, dinî / inançsal farklılıkları görmemek veya küçümsemek değildir. Tam tersi, onların tarihsel süreç içinde nasıl oluştuklarına dair, güvenilir bilgiler almaktır ve farklılıklarla barışçıl şekilde yaşamanın mümkün olduğunu gösterebilmektir.
Toplantının bir başka konusunu, Almanya’da, toplumda var olan “Anti-Semitizm” ve “Anti-İslamizm” (veya İslamofobi) tutumlarına yönelik yeni yapılan bir çalışmanın sonuçlarını değerlendirmek oluşturuyordu. Buna göre, son birkaç yılda, İslamiyete ve Müslümanlara yönelik ön yargılar ve olumsuz algılamalar, hızlı bir şekilde artarak, toplum tarafından kabul görmeye başlamıştır. Bu bağlamda, katılımcılar ve panelistler arasında, dinî cemaatlerin, din düşmanlığını içeren olumsuz önyargılara karşı koymada ne gibi imkânları olduğu sorusu tartışılmıştır. Yapılan tecrübeler sonucunda, sözel olarak, din düşmanlığını kınamanın pek başarılı olmadığı görülmektedir. Başarı ve gelecek vaad eden yol; değişik kültürlerden ve inançlardan olan çocukların, daha kreş yaşından başlayarak, beraber öğrenerek, birbirlerinin kültürlerini ve inançlarını tanımasını ve böylelikle düşman imajlarının oluşmamasını sağlamaktır. Konferansın özetini, Eğitim ve Din Ağı Derneği Başkanı Canan Kalaç’ın yaptığı kapanış konuşmasında sarf ettiği şu cümlesi vermektedir: “Birbirleriyle buluşan ve tanışan dinler değil, onları uygulayan insanlardır.”
Dr.Havva Engin Heidelberg Eğitim Bilimleri Üniversitesi, Göç Araştırmaları ve Transkültürel Pedagoji Merkezi (Hei – MaT) Direktörü