Sadece bu soru bile Avrupa ve Batı’nın bize bakışını anlatıyor… “Avrupa ve Batı bizi niçin sevmez?” Çünkü kültürü, hayat tarzı, insana bakışı, ticarî anlayışı bizimle taban tabana zıt. Dolayısıyla ben de Avrupa ve Batı’yı sevmem…
Niçin sevecekmişim ki? Alışveriş yaparım! Satarım, alırım, ilişkilerimi insani çerçevede sürdürürüm ama dostluğa ve sevmeye gelince ‘Hele bir dur!’ derim. Onlar beni sevmiyor ki ben onları niçin seveyim?
Değerli bir Hocamız, “Ekonomik gerçekler bizi Avrupa’ya, Batı’ya mecbur kılıyor” demiş… Sayın Hocam, ‘Biz Avrupa ve Batı’ya ne kadar mecburuz’ tartışılır. Ancak onların bize hava ve su kadar ihtiyacı olduğunun altını kalın bir çizgi ile çizeyim!
Ekonomik realitiye göre bugün Türkiye, GSYH açısından 191 ülke arasında 19’uncu, kişi başı gelirde 50’nci, enflasyonda 148 ülke arasında en kötü dünya 3’üncüsü ve işsizlikte 176 ülke arasında en kötü dünya 44’üncüsü olsa da ‘Avrupa ve Batı, Türkiye ve bölgesi olmasa nefes bile alamaz!’
Çünkü Avrupa, enerjisinden gıdasına, kadar ekonomisinin vazgeçemediği her hammaddeyi Türkiye, bölgesi ve ikincil ülkelerden tedarik ediyor. İkincil ekonomilerin sermaye ve para piyasaları dahi Avrupa ve Batı’nın en büyük kazanç kaynağı…
***
Bu minval üzere önemli bir gerçeği hatırlatmakta fayda görüyorum… Zaman zaman bazı doğru şeyler yapılsa da Türkiye, neticede bir ekonomik model seçmiş ve o sistem içerisinde ayakta kalmaya çabalıyor. Aksları kırmamak için düzenin gereğini yapma zorunluluğu var. “Fakat millete zarar verecek işleri de uygulamaya çalışmanın bir anlamı yok!” demek istiyorum.
Geçmişte bir çok ekonomik dar boğaz yaşayan Türkiye, ciddi bir krizle niçin karşılaşmıyor?.. Ya da krize girdiği anda kısa zamanda nasıl kurtuluyor, hiç düşündünüz mü?
Fazla zihninizi yormayın, söyleyeyim…
Yastık altındaki halkın kayda girmemiş tasarrufu ile Türk milletinin yardımlaşma kültürü… Bu zenginliği dünyanın hiçbir ülkesinde göremezsiniz… Üçüncü olarak da Avrupa ve Batı’nın sömürü düzeni… Yani adam “Ne öldürüyor, ne onduruyor!..”
Hatırlatayım… Tasarruf olarak Türk halkının elinde 1 trilyon dolardan fazla sistem dışı altın ve döviz var. Bu tasarrufların içine nine ve dedelerimizin ‘kefen parası’ diye ayırdıklarını da katıyorum. Yani Türk milletinin elinde Türkiye’yi krizlerden koruyacak kadar bir birikim söz konusu.
Mamafih “Genel mânâda millete zarar verecek işleri gerçekleştirmeye, eldeki avuçtaki tasarrufları doymayan gözlere açmaya çalışmanın bir anlamı yok!” diyerektasarruf fakiri Türkiye’de kıyıda köşede kalmış 3-5 liraya göz diken ‘küresel faizcilere, nasyonal soygunculara dikkat!’ diyorum.
Her alanda, her sektörde çok çalışalım, kalkınmayı alın teriyle, reel argümanlarla hayata geçirelim… Ancak ülkeyi ayakta tutan mahremimizi “aç kurt gibi bekleyen küresel sistem”e yem etmeyelim!
***
Avrupa ve Batı, menfaatinden başka bir şey aklına getirmez. Hayata bakışları müstevlilik! Filistin’de bugün yaşanan mezalim bu felsefenin son örneklerinden. Kadın, çoluk çocuk, yaşlı, genç binlerce insan doğranırken hümanizm havarisi Avrupa ve Batı sessizliğiyle âleme net fotoğrafını gösteriyor.
Bir zamanlar Avrupa Birliği’ne karşı olmak Türkiye’de vatan hainliği ile eşdeğer tutulurdu. Bugün bir kamuoyu yoklaması yapın, AB taraftarı bulmakta zorlanırsınız. Hele hele Türkiye’yi ekonomik, jeopolitik ve savunma olarak güç duruma düşürmek isteyen, terör örgütleriyle ülkemize karşı iş tutan NATO’daki başta ABD ve onun uydu devletlerini bugün hiçbir Türk evladının hoş gördüğünü, benimsediğini tahmin etmiyorum.
Çünkü; her alanda çifte standart, Türk devletini yıkma, bölme, parçalama, Sevr’i hortlatma, Kıbrıs’ı yeniden Enosis’e bağlama, Ege’yi Yunan denizi yapma, İstanbul’da Vatikan gibi bir devlet kurma, Türk ve Müslümanları Anadolu’dan atma, bitmez tükenmez haçlı kini, Türkiye’nin yeraltı ve yerüstü zenginliklerini yok fiyatına gasp etme ve buna benzer emel ve hayaller taşıyan bir AB’yi ve Batı’yı hangi Türk ve Müslüman evladı kabul eder, sever?
***
Avrupa Birliği’nden (AB) misal vereyim… En büyük ticari partner olduğu halde Türkiye’yi yıllardır AB kapısında bekletenler, 100 yıl daha aynı politikalarını sürdürecekler. Tâ ki, Türkiye’yi bölünceye kadar… Türkiye bölününce de, “Gelin AB’ye giriş için müzakereleri başlatalım” diyecekler.
Biliyorsunuz… 1963 yılının 12 Eylül’ünde AB ile masaya oturmuşuz… Tabii o zaman adı AET… Ankara Anlaşması’nı imzalamışız… Tam üye olarak çıktığımız yolda günümüze kadar henüz tam üye olarak bir ilerleme kaydedilememiş… 33 sene sonra ‘Bu sefer belki olur’ diye 1996 yılında Gümrük Birliği anlaşmasını yapmışız… Böylece üyelik adaylığımız tescillenmiş… Ne yazık ki Gümrük Birliği hep bizim aleyhimize kullanılmış, hiç istediğimiz olmamış! Avrupalılar, AB’ye tam üyelik konusunda karşımıza sürekli Kıbrıs meselesini çıkarmışlar… Türkiye’yi bölmek için hür türlü terör örgütünü desteklemişler. Hâlâ da desteklemeye devam ediyorlar.
Her neyse, 2005 yılına gelindiğinde ki o zaman AK Parti hükümetleri iktidarda… “Artık bu işi bitirelim” diyerek tam üyelik için müzakerelere başlanmış… Fasıllara geçilmiş… 2006 yılında ilk faslın kapağı açılmış… 25 Nolu Bilim ve Araştırma faslı… Derken meşhur 25’inci fasıl tam 2015 yılına kadar 9 sene askıda bekletilmiş…
Ne zaman ki, Suriye meselesi bölgeye ateş gibi düşmüş, AB, Türkiye’nin eteğine yapışmış… “Aman ha kurbanın olayım! Şu göçü engelle! Bak hem NATO’da müttefikiz… Diğer taraftan ticaret ortağımızsın! Hani olur ya, belki sizi AB’ye tam üye yaparız!” diyerek ipe un sermişler, oyalamışlar… Tâ ki 2013 yılındaki vize anlaşmasına kadar…
“Türkiye’ye çok ayıp ettik” diyerek 2013 yılında Geri Kabul Anlaşması ve Vize Serbestisi Diyaloğu’na ilişkin mutabakat zaptına imza koyan AB ağzımıza bir parmak bal çalmış ama gerisini getirmemiş…
***
Birkaç yıl sonra artan ilişkileri de göz önünde bulundurarak, tam üyelik için başlatılan 25 nolu fasıl askıda dururken Türkiye ite kaka 2015’te 17’nci faslın gündeme alınmasını sağlamış… Fasıl da oldukça çetin ve çetrefilli… Adı “Ekonomik ve Parasal Politika”… Sür aşağı, vur yukarı maddeler görüşülürken 2016 yılına gelindiğinde “33 nolu Mali ve Bütçesel Hükümler başlıklı faslı da müzakere edelim, duruma bakarız” denilmiş…
25 ile son 33’üncü fasıl arasında tam 16 müzakere maddesi önümüze konulmuş… Kimisi beklemiş, kimisi yarı kapanmış, kimisi de güç bela kabul edilmiş… Ama “Bunlar yetmez, fasıllara devam etmeliyiz!” demişler. Bir de en son müzakere ettiğimiz 33 nolu fasıl görüşülürken 9 yıl beklediğimiz ve müzakere edemediğimiz 25 nolu faslı, küfür eder gibi kapatmışlar… İşin Türkçesi gâvur eziyeti yapmışlar!
Türkiye’nin üyelik talebini sürekli askıda tutarken 2010 yılında başlayan Suriye’deki olayların ileriki yıllarda azması ve mülteci akınının yoğunlaşması üzerine Avrupa Birliği, Suriye’deki meseleyi bölgesine bir tehdit olarak algılamış, zaman zaman aksasa da siyasi ve ekonomik cepheden Türkiye’ye daha sıcak durmaya çalışmış…
AB’den sürekli güncellenmesini istediğimiz Gümrük Birliği ve Avrupa Birliği’ne tam üyelik yolunda yıllar geçmiş… Gündemdeki sıcak gelişmelerle birlikte sıkıştırmalarımızla Avrupa Komisyonu, 2016 yılı Aralık ayında Gümrük Birliği müzakerelerini başlatmak üzere AB Konseyi’nden yetki istemiş… Fakat tam üyelik konusunda Türkiye – AB ilişkileri en son olarak burada tıkanmış kalmış!
***
Tabii ki Avrupa ve Batı ile ilgili meseleler bitmiyor. Dünya ile entegreyiz ama serbestçe dolaşamıyoruz! Meselâ Türk iş dünyası ciddi şekilde Avrupa’da vize sıkıntısı çekiyor. Avrupa Birliği vizesi için belirlenen 72 kriterin 66’sını tamamlayan Türkiye geriye kalan 6 kriter için maalesef yıllarca beklemeyi sürdürüyor.
Yıl 2024… Dışişleri Bakanlığı kaynakları Avrupa Birliği vize serbestisi süreciyle ilgili kolaylaştırıcı bir yaklaşımla görüşmelerin devam ettiğini, bu yıl vize başvurularının daha hızlı sonuçlanabileceğinin sinyalini veriyor ama henüz ortada bir şey yok.
Borrell raporu diye bir tespit var, ortada gezinip duruyor. Raporda; önerilerin bir an evvel hayata geçirilmesinin Türkiye-AB ilişkilerinde önemli bir ilk adım olacağına dikkat çekiliyor ancak ne hikmetse AB kurumları bu konuda çok ağır aksak çalışıyor.
Ayrıca Gümrük Birliği modernizasyonu konusunda AB tarafına, başta Dışişleri Bakanlığı, Ticaret Bakanlığı, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı olmak üzere gerek bakan düzeyindeki temaslarda, gerek teknik heyetler olarak beklentilerin dile getirildiği belirtiliyor.
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, AB Komisyonu’nun Komşuluk ve Genişlemeden Sorumlu Üyesi Oliver Varhelyi ile geçen yıl 12 Aralık’ta yapılan AB Genel İşler Konseyi Genişleme neticesi ile 14-15 Aralık’ta düzenlenen AB Zirvesi sonuçlarının ele alındığı bir telefon görüşmesi yapmıştı. Bakan Hakan Fidan, Gümrük Birliği’nin güncellenmesi, yatırım alanında işbirliğinin artırılması ve vize kolaylığı sağlanması gibi konularda, AB’nin en kısa zamanda somut adımlar atmasının beklendiğini kaydetmişti.
***
Görüşmeler, toplantılar, temenniler derken Gümrük Birliği ve AB ile ilgili mesele sürekli uzayıp gidiyor. Sorun zaten kendinden menkul… AB ve Batı söylemese de politikaları, halleri tavırları açıkça belli… “Türkiye bölünsün, gelin AB müzakerelerine başlayalım!..” Bundan ilerisi yok!
Zira; öncelikli bizi Müslüman olduğumuz için sevmezler. Diyelim ki din değiştirdik, bu defa da Türk olduğumuz için sevmezler. Asırlardır kilisenin Türk ve İslam düşmanlığı, Hıristiyanların hücrelerine kadar sinmiştir. Osmanlı arşivi tam olarak ortaya çıkarılsa bugünkü tarihin yeniden yazılması gerekir. Hakiki Türk ve İslam tarihi Avrupa ve Batı’nın sonudur. Öz hüviyetimize döndüğümüz an Batı medeniyetinin refahı yıkılır.
Diğer taraftan yıllarca Avrupa’nın pazarıydık, şimdi iş dünyamızın üstün gayretiyle Avrupa Birliği’ni pazar yaptık. Düşman olarak gördükleri bir milletin ekonomide, savunmada, teknolojide ve birçok sahadaki üstün başarılarının habercisi Türk ve İslam medeniyetinin parlak istikbalini gösteren projeksiyonlar, Avrupa ve Batılıyı çılgına çeviriyor.
Kur’an-ı Kerim’in ifadesiyle… “Hak geliyor, bâtıl zâil oluyor…”
Sedat Yılmaz