“İşit sözümü ey gafil,tanla seher vaktinde dur.
Öyle buyurmuş o kamil,tanla seher vaktinde dur.
İşit sözümü ya sağır, tâ terazin gele ağır
Yalvar Çalap’ına çağır,tanla seher vaktinde dur.”
Yunus Emre, tan vaktinde Tanrı’ya niyazda bulunmanın önemini ‘tanla seher vaktinde dur’ kavuştağıyla vurgulayarak belirtmektedir.
Tan vakti, güneşin doğmasından önceki ağarmayı ifade eder. Tan, fecr, şafak, işrak gibi güneşin doğuş vaktiyle ilgili kelimeler inançlarda kutlu olarak kabul edilmiştir. Güneş ve ona bağlı olan doğuşa türlü anlamlar yüklenmiştir. Dini, felsefi ve edebi metinlerde bu hususa ve özellikle ‘tan vakti’ne işaret edilmiştir. Şafak sökmesi, gün ağarması, sabahın nuru, sabahın alacaca karanlığı gibi deyimler bu kutsiyeti daha da anlamlandırır.
Fecr suresi birince ayette; “Yemin olsun tan yerinin ağarmasına.” buyrulmaktadır. Diyanet İşleri Başkanlığının Kur’an-ı Kerim melal ve tefsirinde bu ayet şöyle açıklanmaktadır: “Tan yerinin ağarma zamanı ortalığın aydınlanmaya, canlılarında uyanmaya başlaması, bir çeşit yeniden dirilmeye benzediği için yüce Allah sabah aydınlığına yemin ederek aşağıda anlatılacak konulara dikkat çekmiştir.”
Tan vakti, sabah namazı ve sahur ile oruç ibadetlerinin başlangıçlarını bildirmesi bakımından ayrı bir değere sahiptir. Coğrafi bir terim olarak tan veya tan yeri, güneşin doğumundan hemen önceki alacakaranlıktır.
Düşünce insanı Hocamız Sait Başer, tan vakti ve Tanrı kavramlarını birbiriyle ilişkilendirerek açıklamaktadır: “Tanrı Türkçe bir kelime. Kökü “tan” yani doğmak. Gün doğumuna “tan” denir. Buna ışığın, güneşin, nurun ve bir anlamıyla hayat kaynağının veya hayatın doğması da diyebiliriz. Yine bildiğimiz bir şeyi gördüğümüzde “tan-ı” rız. Burada önceden bilinenin sonradan görüldüğünde o olduğunun tasdiki gibi bir anlam var.”Rı” kendi içinde aralıksız oluşu ve niteliği anlamı veren bir ek. Buna göre, Tan-rı, doğumun, ışığın, nurun, bilinip de sonradan o olduğunu anlamanın, sürekli, kesintisiz ve kendinde gerçekleştiği varlık demek.
Bu anlam içinde Allahın “hayy” olmasının, ışık, nur, güneş gibi hayatın kaynağı olmasının (rab, rahim, rahmet…vs), bilinir ve tanınır olmasının (hafız, hıfz, ilim, alim, şehit, şahit…) anlamları var. Tanrı çok yücedir.”
Türk kültüründe güneş ve tan vakti hep kutlu bir zaman dilimi olarak bilinmiştir. Halk inanışındaki ‘güneşi üzerine doğdurmamak’, sabahın nuruna tanıklık etmek ve Tanrı’dan niyazda bulunmak davranışını gayesine yöneliktir. Tan vaktinin ağartısı insanın içini aydınlatır. İnsan, uyanış, doğuş ve dirilişe tanık olarak güne iç huzuruyla başlar. Tanrı’nın ‘Tekvin’ ( Yaratma) sıfatının güzelliklerini tan vaktinde görmek, gecenin sessiz karanlığından ümitlerle dolu aydınlığa kavuşmak gerçek anlamda mutluluğun ilahi bir kaynağıdır. Tan, nefsani arzulardan sıyrılarak iç temizliği yapmak ve olgunluğa ulaşmanın bir vesilesidir. Tan vaktinin saltanatında yarım ölüm sayılan uykuya mahkum olanlar, akşamın hüzünlü gurubunda gönüllerini karartacaklardır.
Divan edebiyatı şairlerinden Necati de tan vaktinde göklerin kapısının açılacağını bunun için Tanrı’ya niyazı arz etmek gereğini söyler:
‘Her tanla eh cenâbına ‘arz it niyâzı kim
Gökler kapusı açılur ey meh-likâ seher’
Tan vakti, hem Türk kültüründe hem de yüce dinimizde kutlu bir zaman oalarak ele alınmıştır.
Yunus Emre bu şiirinde tan vaktinde kuşlar ile namaza durmak, Kur’an-Kerim ve Yasin’e kulak verip okumak, dağca günahları yıkamak, âşık olup hadis ve kelam demek gereği üzerinde durur. Yine Yunus Emre, ‘tanla seher vaktinde dur’ up gözünü açarak gafletten kurtulmanın ve ‘kendözünü’ bilmenin olgun insan davranışı olduğunu düşünür.
‘Miskin Yunus aç gözünü, uyar gafletten özünü
Tâ bilesin kendözünü tanla seher vaktinde dur.’
Tan ağartısında ulu dergâh kapısında niyaza durup içini ‘dağca günah yuyanlara’ selam olsun.