Rahmân ve Rahîm olan Yüce Allah’ın (c.c.) adıyla…
Hamd âlemlerin Rabbi ALLAH (c.c.) içindir. Salât ve Selâm Peygamber efendimiz Hazret-i Muhammed Mustafa (s.a.v)’in, âli’nin ve ashâbinin üzerine olsun inşaallah. Âmin.
Hazret-i Allah Celle Celâlühü Bakara suresinin 208.âyet-i kerimesinde şöyle buyuruyor; “Ey Îmân edenler, hep birlikte barışa gidin. Şeytanın adımlarına tabi olmayın. Çünkü o sizin apaçık bir düşmanınızdır.”
Muhterem Müslümanlar,
İslam barış ve sevgi dinidir. Tüm insanlığın babası Hazret-i Âdem Aleyhisselâm’dan, Peygamber efendimiz Hazret-i Muhammed Mustafa Sallallâhu Aleyhi ve Sellem’e kadar Yüce Allah tarafından tüm insanlığa gönderilen 124.000 veya 224.000 Peygamber, Hazret-i Allah’ın dini, din-i İslâmı tüm insanlığa tebliğ etmişlerdir. Peygamberlerin sıfatlarından birtaneside Tebliğ vazifesi’dir. Yani Yüce Allah’ın emir ve yasaklarını hiç noksansız ve çekinmeden tebliğ ederler. Peygamberler tebliğ vazifesini hiçbir insanı ve toplumu ayrım yapmadan aktarmışlardır. Peygamberler İslam dinini tüm insanlığa ve tüm toplumlara barış, sevgi ve saygı çerçevesi içerisinde tebliğ etmişlerdir. Her daim barışa ve iyiliğe davet etmişlerdir. Kini, nefreti, şiddeti ve terörü Din-i İslam red ettiği gibi, Peygamberlerin tamamıda red etmişlerdir.
Nitekim Hazret-i Allah Celle Celâlühü Nahl suresinin 90. Âyet-i Kerîmesinde şöyle buyuruyor; “Şüphesiz Allah, adaleti, iyilik yapmayı, yakınlara yardım etmeyi emreder; hayâsızlığı, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.”
İslâm Arapça bir kelime olup sözlükte, Barış, anlaşma, boyun eğme, itaat etme, ihlâs, samimiyet gibi anlamlara gelmektedir. Aynı kelime barışa kavuşmak, barışa girmek, selam vermek anlamlarınıda taşır.
İslâm, Yüce Allah’a boyun eğmek demektir. İlmi manası itibariyle; Peygamber efendimizin (s.a.v) Hazret-i Allah tarafından getirdiği ve tebliğ buyurduğu dinî hükümlerin tamamını dil ile ikrâr, kalb ile tasdik etmektir demektir.
Tevhid esasına dayalı İslâm dini “Mahlûkata merhamet ve Yaratıcı Yüce Allah’a itaat” olarak özetlenebilecek yapısıyla hem hak ve adalet ölçüleri içerisinde huzurlu bir hayat tesis etmiş, hem de insanın Hazret-i Allah’ın rızasını kazanarak ebedî saadeti elde etmesini sağlamayı amaçlamıştır. Bu dinin örnek ve önderi bizim Peygamberimiz Hazret-i Muhammed Mustafa Sallallâhu Aleyhi ve Sellemdir. Onun en açık özelliği rahmet peygamberi oluşudur. Taif yolculuğunda kendisine yapılan bunca işkence ve hakaretlere rağmen rahmet, sevgi ve barışta zirve olduğunu göstermiş, ellerini kaldırarak şöyle yalvarmıştır: “Allah’ım! Taif halkını helak etme, ben kuvvetimin zafiyetinden sana yakınıyorum.”
Etrafındaki insanlara hiçbir zaman sevgisizlik göstermemiştir. Çocukları sevmiş, yaşlılara, hayvanlara merhamet göstermiş, susuzluktan ölmek üzere olan hayvana su verenin cenneti kazandığını, bir kediye haksızlık edenin de cehennemsi bir hayata gittiğini ashabına haber vermiştir. “Yaratılanı yaratandan ötürü seven” O yüce Peygamber, kız çocuklarını diri diri kumlara gömecek kadar gaddar bir güruhtan her şeyini din kardeşine feda edebilen bir sevgi toplumu meydana getirmiştir.
Hazret-i Peygamber hiç bir zaman hadde tecavüz etmemeyi, kimseye zulmetmemeyi; çocuklara, yaşlılara ve kadınlara asla dokunmamayı, hiç bir kimsenin dahi olsa hayvanlarını telef etmemeyi, meyveli ağaçları kesmemeyi emreden rahmet Peygamberidir.
Hazret-i Peygamber, hep güler yüzlü idi. Karşısındakine daima güven telkin ederdi. Meşhur Yahudi âlimi Abdullah b. Selam, onun mübarek yüzünü gördüğünde; “Bu yüz yalancı yüzü olamaz.” diyerek Müslüman olmuştu. Bir müminin din kardeşini güler yüzle karşılamasını dahi ibadet ve hayır telakki etmiştir.
Bir adam Hazret-i Peygamber Sallallâhu Aleyhi ve Sellem’in yanına gelerek sordu: “Ya Rasûlallah, bana öyle bir tavsiyede bulunun ki, onu yaptığımda Allah da insanlar da beni sevsin!” Peygamberimiz Sallallâhu Aleyhi ve Sellem buyurdular ki: “Kalbini Allah’a yönelt. Her işinde Allah’ın emirlerini ölçü al, Allah seni sevsin, halkın elindekine göz dikme halk da seni sevsin.”
Peygamberimiz efendimiz (s.a.v), kâmil imanın kaynağını yine sevgiye bağlamakta ve şöyle buyurmaktadır: “Sizden biriniz nefsi için sevdiğini mümin kardeşi için de sevmedikçe gerçek mümin olamaz.”
Başka bir hadisi şerifte ise şöyle buyurur:
“Allah’a yemin ederim ki; sizler iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de gerçek iman etmiş olamazsınız. Yaptığınızda birbirinizi seveceğiniz bir şey öğreteyim mi? Aranızda selamı yayınız.”
Rahmet Peygamberi (s.a.v), insanlara önce kendisi selam verir; büyük ve küçük herkesle konuşur, biriyle el sıkıştığı zaman elini ondan evvel çekmezdi. Şüphesiz selam, insanın karşı taraftakini tanıması ve ona değer vermesinin bir tezahürüdür. Selam veren insan bu haliyle selam verdiği kimseyi bir karartı ya da çalı gölgesi saymamakta, en azından onu kendisi gibi görmekte, bu duygu ve düşüncesini karşı tarafa verdiği selam yoluyla açmaktadır. Ve kendisine selam verilen kimse de benzer bir şekilde mukabelede bulunmakla, kendisine selam veren kimseye değer verdiğini onu kendisi gibi bir insan olarak tanıdığını belirtmiş ve ona teşekkür etmiş olmaktadır. Birbirini tanıyan ve değer veren bu iki insanın anlaşması artık çok kolaydır. Birbirini anlayan insanların karşılıklı sevgi ve saygı duymamaları için de hiçbir sebep yoktur.
Sevgi sevdirir, kolaylaştırır. Nice çekilmez işler, durumlar vardır ki, sevgi sayesinde zevke dönüşür. Mesela; bir insanın başka birisine hizmet etmesi, bir ücret karşılığı olmaksızın işlerini görmesi bir nevi köleliktir ve tahammülü çok zordur. Hele bu ömür boyu sürecek bir şey ise. Ama birbirine sevgi ve muhabbetle bağlı olan aile efradı arasında bu tür hizmetler ömür boyu yapılır ve bu fertler tahammülsüzlük göstermezler. Kadın kocasına hizmet eder; koca da aynı şekilde onun ihtiyaçlarını karşılamak için bin bir zorluğa katlanır ve hiçbir zaman bunu bir angarya kabul etmez. Hele anne, yavrusuna olan sevgisi ve annelik şefkati sayesinde hiçbir kimsenin yapamayacağı fedakârlıkları yapar. Anne yavrusunun altını temizlerken burnunu çevirip yüzünü buruşturmaz.
İslâm, istila, sömürü ve tecavüz için yapılan hiçbir fiili ve günahı tanımamış, ve red etmiştir. Din-i Islâm, Müslümanların can ve mal güvenliğini temin etmek, hak ve hürriyetlerini sağlamak, İslâm’a yönelik her türlü olumsuz durumları önlemekten yana olmuştur. Peygamber (s.a.v) efendimizin şu emirlerini hatırdan çıkarmamak gerekir: “Ey insanlar! Allah’tan afiyet, esenlik ve barış dileyin.”
Peygamberimiz (s.a.v), barışa büyük önem vermiştir. Hudeybiye Barış Antlaşması, görünüşte maddeleri itibariyle Müslümanların aleyhine olmasına, Ashab-ı Kiram’ın karşı gelmesine rağmen Peygamber Efendimiz (s.a.v), Müslümanların Kâbe’yi ziyaretini engelleyen müşriklerle sulh antlaşmasının altına imza atmıştır. Tarihî bir hakikattir ki, İslâm’ın yayıldığı en önemli devre, Kureyşlilerle Müslümanlar arasında yapılan Hudeybiye antlaşmasını takip eden barış yıllarıdır. Bu barış devresi, iki yıl sürmüştü. Tarihçiler bu iki yıl içerisinde İslâm’ı kabul edenlerin sayısının, İslâm’ın başlangıcından itibaren yirmi yıla yaklaşan müddet içerisinde Müslüman olanların sayısından daha çok olduğunu kaydederler. Bu ilgi çekici tespit İslâm düşüncesinin her zaman barışı aradığını ortaya koymaktadır.
Hazret-i Peygamber (s.a.v) şu duayı yapardı: “Ya Rabbi! Biz senden her şeyin iyiliğini isteriz. Her şeyin kötülüğünden sana sığınırız.”
Haksız yere bir insan öldürmenin bütün insanları öldürmek kadar büyük günah, buna mukabil bir insanı sevgiye barışa kazandırmanın da bir o kadar sevap olduğunu Müslümanlara öğreten Hazret-i Muhammed Mustafa Sallallâhu Aleyhi ve Sellem efendimiz, Mekke’yi fethettiğinde yıllarca kendisine işkence ve eziyet eden Mekke halkını affetmiş, barış ilan etmiştir. Peygamber efendimiz (s.a.v), bu davranışı ile “zulmedene zulmedilir.” mantığının doğru olmadığını öğretmiş, büyüklüğün affetmekle kazanılabileceğini göstermiştir.
Medine-i Münevvere’de asırlardır kavgalı olan Evs ve Hazreç kabilelerini birbirlerine kardeş yapan, aralarında barış ve sevgi tohumu yeşerten, temel dayanağı barış ve sevgi olan İslâm dini olmuştur.
Peygamber efendimiz (s.a.v), sevgi sonucunda elde edilecek manevî mükâfatı şöyle müjdelemiştir: “Allah’ın öyle kulları vardır ki; Peygamber ve şehit olmadıkları halde, Allah katındaki mekânları sebebiyle, Peygamberler ve şehitler onlara gıpta ederler.” Ashab-ı Kiram sordular: “Onların kim olduğunu bize bildirir misin?” Peygamberimiz (s.a.v) buyurdu: “Onlar, aralarında bir kan bağı ve mal alış verişi olmadığı halde yalnız Allah rızası için birbirlerini seven müminlerdir. Allah’a yemin ederim ki, onların yüzleri nurlarından ötürü pırıl pırıldır ve nurdan tahtlar üzerindedirler. Kıyamet gününün dehşet verici korkuları ve elemleri içerisinde insanlar korkarken onlar korkmayacak, insanlar üzülürken onlar kederlenmeyecektir. İyi biliniz ki Allah dostlarına ne korku vardır ve ne de mahzun olacaklardır.”
Şüphesiz barış ve sevgi, asr-ı saadet ruhunu yakalamakla mümkündür. Rahmet Peygamberi Bizim Peygamberimiz Hazret-i Muhammed’in (s.a.v) mesajları ve her iyilikten yana emirleri, yıldız insan sahabelerin ruhu iyi kavranılıp hayata yansıtıldığı her dönemde sevgi, saygı, barış ve mutluluk elde edilmiştir. Peygamberi öğüt ve sahabe ruhu geriye itildiği dönemlerde kavga ve nefret ön plana çıkmıştır. Öncelikle bu konudaki eksikliğimizi telafi etmeliyiz diye düşünüyor, sizleri Hazret-i Allah’a Celle Celâlühü emanet ediyoruz inşaallah. Sevgi ve Muhabbetlerimizle inşaallah…
Vesselâm
Nihat Gülal
İmam-hatib