Kınalı ellerin özen, emek ve sabırla ilmek ilmek ördüğü Emirdağ kilimleri nice hasretleri , aşkları, hüzünleri, ümitleri anlatır. Kilimin renginde, desenlerinde yüreklerin gizli sesi dile gelmiştir.Kilimler müşterek Türk kültürünün ortak bir dilidir.Tamamen bir Türk buluşu olan kilimlerin tarihi kökeni M.Ö. 5.yüzyıla kadar dayanır. Kilim,Türklüğün bütün insanlığa armağanıdır.
Kilimin Türk dokuma sanatında çok önemli bir yeri bulunmaktadır. Döşeme, sedir, divan gibi yerlerde de rahatlıkta kullanılır.Kök boyalarla yapıldığı için renkleri yıllarca solmadan kalabilir.Kilimlerin renklerinin yıllarca bozulmadan kalabilmesinin sırrı tamamen doğal olmalarında gizlenmiştir. Sarı kimyon ve hardal otundan, unutmabeni çiçeği ile dağ lavantasının demir kazanlarda günlerce kaynatılmasıyla oluşan yeşil, taze ceviz kabuğundan kızıl kahverengi, sumak otundan alınmış morumsu kahverengiler, pelit ile servi kozalaklarının kaynatılmasıyla bulunmuş parlak siyahlar,kırmızı, kızılçam kabuğundan; sarı ve tonları sumak, gence, sütleğen, katır tırnağı ve safran gibi bitkilerin kök dal ve çiçeklerinden; kahve rengi, ceviz,mazı ve meşenin yaprak ve meyvelerinden; yeşil yabani naneden; siyah sumaktan, mavi, Hint bitkisi otundan kaynatmak suretiyle elde edilir.Renkler,saf ve temiz Anadolu hayatının asil tevazusu gibi, bitkilerden,bir başka deyişle topraktan elde edilen, ama toprak olana kadar solmayan,güneşe dayanıklı renkler olup, bitki köklerinden ,yapraklarından veya meyvelerinden yapılan kök boyalardır. Bu renklerle birleşen emek ve dileklerden oluşan kilimler, bazen yaygı olur, ayakaltında çiğnenir,bazen de seccade olur, huzurda baş konulur.
Kilimin tarihçesine bakıldığında, konar-göçerlerin sadece kendi ihtiyaçlarını karşılamak için yaygı olarak dokuyup kullandıkları görülür. Geçmişte ahşap tezgâhlarda, mekikli, elle atma usulü ile dokunan kilimler, mekanik tezgâhların icadı ile bir ölçüde makinalaşmış olmasına rağmen yinede el işi vasfını korumaktadır.Kilimler kullanılan tekniklere, motiflere, renklere, yörelere, aşiretlere, dokuyanlara göre isimlendirilir. İplikler çoğunlukla koyun yünü ve pamuk olup, yerine göre öküz, deve ve at tüyü, ve keçi kılı da kullanılır.
Bu ata yadigarı el sanatı yaşatmak, geliştirmek, bir kültür varlığı olarak gelecek nesillere aktarmak milli bir görevdir.Ne yazık ki ilgililer tarafından bir girişimde bulunulmaması bu varlığımızın kaybolması endişemizi kuvvetlendiriyor. 40 yıl önce Emirdağ’da kilim pazarı kurulurdu. Bu pazara yurdun değişik yerlerinden alıcılar gelirdi.Emirdağ kadını hem bu kültürel değerimizi tanıtır hem de aile bütçesine ciddi bir katkı sağlardı. Kadınlarımız biraz latife ile’’ Bak bacım,benim dokuduğum kilimlerden Ankara yolu döşenirdi.’’ diyerek birbirine takılılardı. Kilim ; hazırlanırken, dokunurken, çözerken. Kendine has gelenekleri, duaları, manileri, törensel tutumları vardı. Dokumacılığın bitişi ile bunlar da kayboldu.Sentetik halılar,yün dokuması kilimleri yendi. Bugün evlerde alerjik hastalıkların artmasının sebebi bu halılardır. Maalesef insanımız birer kültür abidesi olan kilimleri üste ücret de ödeyerek hiçbir sanatsal değer taşımayan halılara değiştiler. Keza camilerdeki yüzyıllık kilimlerin yerini yine estetikten uzak, ruhsuz halılar işgal etti. Kilimlerle camilerimizin içlerinde bin bir bahar çiçeği ile yeşillenirdi. Şimdi camilerin demirbaşında kalan kilim var mıdır? Bilemiyoruz. Evlerde belki yadigar olarak birkaç kilim kalmıştır. Emirdağ Meslek Yüksek Okulu kurulduktan sonra açılan kilimcilik bölümü geleneksel desenli dokumalar yanında yeni uygulamalarla ortaya koyduğu ürünler büyük beğeni toplamıştı. Ama ne olduysa söz konusu bölüm kapatılınca kilimler yine öksüz kaldı.
Şimdi yapılması gereken,Emirdağ kilimleri yaşatmak için tez elden bir kilim müzesi kurup desen ve kullanış amacına göre dünyanın en zengin arşivine sahip kilimlerimizi tezgahlarda yeniden hayata kavuşturmaktır.Kilim bizim kültürümüzün en belirleyici maddi unsurlarındandır.