Yeni tip virüs koronavirüs yüzünden başlayan ve tüm dünyayı etkisi altına alan salgın sonrası hem sosyal hem de sosyoekonomik alanda pekçok değişimlerin yaşandığını gözlemlemekteyiz.
Sokakta maskeyle gezme, alışveriş merkezi gibi kalabalığı çeken yerlere uğrandığında sosyal mesafeyi tutmaya özen gösterme, diğer insanlarla tokalaşmama, sıkça dezenfektan kullanma ve bunun gibi daha önce alışık olmadığımız çok sayıda sosyal hareketleri alışkanlık edinerek günlük yaşantımıza ekledik.
Bir diğer yandan ise, internet üzerinden alışveriş yapma, gittiğimiz marketlerde vs madeni paraya dokunmaktan kaçınmak üzere ödemeyi kartıyla yapma gibi sosyoekonomik açından da önemli bir değişim yaşandı.
İşin tuhaf tarafı. Yeni edindiğimiz sosyal alışkanlıklardan genel olarak şikayetçi olurken, sosyoekonomik açıdan edindiğimiz değişikliklerden hiç şikayetçi olmuyoruz.
Akıllı telefonlarla herhangi bir sosyal paylaşım sitesine girsek veyahut herhangi bir programı açsak, ekrana bir ürün yansıtarak bizi “kolay alışveriş” diye tabir edilen alışveriş sistemine yönlendiriyor. Sonrası malum. Almak istemediğimiz bir ürünü bile bazen alabiliyoruz. Bunu yaparken de sadece basit bir tuşla yapıyoruz. “Bir kereden bir şey olmaz” mantığı ile başlayan bu alışveriş şekli daha sonra alışkanlık haline gelebiliyor.
Bir tuşla alışveriş yapmak kolay evet ama bunu yaparken, yavaş yavaş nakit para ile yapılan alışverişlerden uzaklaştığımızı farketmiyoruz. Kaldı ki, bu tür alışveriş şekli de yavaş yavaş bilinç altımıza yerleşmiyor değil.
Ayrıca birçok mağaza, ödeme yapılacağı vakit; “Sadece banka kartını kabul ediyoruz” gibi sözlerle bizi banka kartıyla ödeme yapmaya zorluyor. Salgının zirve yaptığı dönemde, “Virüsten korunmak için” diyerek, bu durumu pek önemsemedik. Zaten o dönem, bu yöntemin daha sonra bize zorla dayatılacağını düşünmeye vaktimiz yoktu.
Salgın döneminde kartla ödeme yapmaya zorlamak vs sorun değil ancak sorun, salgın sonrası bu durumun normal hale getirilmesidir.
Büyük alışveriş mağazaları için ödeme nakit olarak yapılmış veyahut kartla yapılmış, açıkcası ödeme şekillerini çok fazla önemsediklerini sanmıyorum. Sonuçta onlar için algı belli, vergi belli. Ancak ödemelerin daha çok kartla yapılması konusunda bir yerlerden emir alıyorlar mı, orasını bilemeyiz.
Peki kartla ödemeye neden bu kadar çok fazla yoğunlaşıyorlar? Öyle ya, insanın aklına bu soru gelmiyor değil. Bütün olup bitenlerden sonra.
Akıllı telefonlarla uyarlanan programlarla ödeme şekli çok basitleşti. Banka şubeleri azaldı. Hatta sokakta bulunan bankamatiklerin birçoğu yerlerinden söküldü. 500’lük banknotlar Nisan 2019’da piyasadan kaldırıldı. İnternet üzerinden yapılan alışverişlere yoğunluk verildi. Yurtdışına yapılan yolculuklarda, taşınabilecek paraya limit konuldu. Vs…
Yurtdışına yapılan yolculuklar demişken, Türkiye’ye arabayla veyahut uçakla yapılan yolculuklarda çok sayıda Türk kökenli vatandaşın para veyahut altın yakalattığı duyarız zaman zaman. Oysa bundan 15-20 yıl önce, herkes bir tomar parayla ve sayısız altınla rahat rahat yolculuk yapardı. Ta ki, 2007 krizine kadar.
2007 küresel finans krizinden sonra sayısız bankaların battığı Avrupa Birliği’nden sanki bir takım değişiklikler yapıldı. Kriz bataklığına kapılan Avrupa ülkeleri, daha önce umursamadıkları bazı detayları o andan itibaren görmüş oldular. Bunlar ne hikmetse, daha çok yabancı kökenli toplumları ilgilendiren detaylar.
Sanki burada, “AB dışında kalan ülkelere gidenler burada kazandıklarını oralara götürmesinler” gibi bir yaklaşım söz konusu. Oraya yatırım istenilmiyor hissiyatı veriyor insana. AB ülkelerinde kazanılan paranın AB ülkelerinde kalması gerektiği algısı da çıkımıyor değil.
MeselaBelçika’da yaşayan bir Türk kökenlinin Türkiye’ye gidip, bir daire alması bile zorlaştırıldı. Bir kere, almak istese bile parayı kolay kolay götüremeyecek. Götürme şeklini bulsa, hesabından o parayı çekemeyecek. Parayı, buradaki hesabından Türkiye’ye aktarsa, “O paranın akibeti ne oldu?” diye hesaba çekilebilecek.
Oysa bir Romanya kökenli vatandaş için öyle mi? Adamlar Belçika’da kazandığını, rahat rahat Romanya’ya götürebiliyor ve orada istediği gibi ev alabiliyor. Onun için sorun yok çünkü o para sonuçta AB içerisinde kalıyor.
Bir diğer konu da, Belçika’da küçük işletme sahibi işadamlarını ve küçük esnafı ilgilendiriyor. Zar zor ayakta duran küçük işletmelere gözünü diken devlet, elde edilen bütün kazancın kuruşuna kadar vergilendirilmesini istiyor. Bunu yapan küçük işletmeler, iflas etmiş, etmemiş, pek umurlarında olduğunu sanmıyorum. Sonuçta, bir krizle, yeni bir sayfanın açılması gerekiyor.
Cafer Yıldırımer