2020 yılı başladı başlayalı dünya olarak eşi benzeri görülmedik bir salgınla imtihan ediliyoruz ve edilmeye de devam edeceğiz gibi görünüyor. Hatta boğuşuyoruz da diyebiliriz.
“Koronavirüs” kelimesini ilk duyduğumuz günlerde açıkcası hemen hemen hepimiz işi makaraya almıştık. Şakalaşmalar, gülünç videolar göndermeler vs… Bu durumun, bazı siyasilerin ve bazı profesörlerin, tıp dünyasında ismi Kovid-19 olan virüsün normal gribin daha ağır bir versiyonu olduğunu söylemeleri yüzünden yaşandığını iddia edebiliriz.
Fakat, zamanla salgının yayılmaya başladığı Çin’in Vuhan bölgesinde çok sayıda insanın can verdiklerini medya sayesinde öğrendik ve böylelikle salgının ciddi olduğunu anladık. Ancak ne olduysa ondan sonra oldu.
Başta farklı ülkelerin medyalarında yazılıp çizilenler sayesinde ortaya atılan görüşlerden sonra sosyal paylaşım siteleri adeta komplo teorisi üretme makinalarına dönüştü.
Her önüne gelen ortaya bir komplo teorisi attı. Bu virüsün laboratuvarda üretildiği teorisiyle başlayan dalga, futbol maçlarında yapılan Meksika dalgası gibi yayılarak, çok sayıda komplo teorisi severlere ilham kaynağı oldu.
Duyduğumuz komplo teorilerini hatırlatmaya gerek yok sanırım. Bazı teorilerde Bill Gates ve Kim Jong-Un gibi isimleri bile duyduk.
Kovid-19 yüzünden eve kapandığımız ve etrafımızdan çok sayıda insanın vefat ettiği günlerde ise komplo teorilerinin, paranoya halinin meydana getirdiği adrenalin sayesinde Nirvana’ya ulaştığını hep beraber izledik.
Salgının yavaşlamaya başladığı günlerde ise teorilerin azaldığını ve artık insanların duydukları saçma sapan teorilere inanmadıkları görüldü. İşlerin böyle gitmesine tam sevinmeye hazırlanırken, bu kez de ortaya “Koronavirüs efsaneleri” çıktı.
Bildiğimiz şehir efsaneleri gibi yani. İşin içinde koronavirüs olması hasebiyle, adına “Koronavirüs Efsaneleri” de diyebiliriz.
Yani bir yerde bir olay anlatılır, o anlatılan olay kulaktan kulağa aktarılırken, haliyle şekil de değiştirerek, en nihayetinde halk tarafından yaşanmış bir olay gibi algılanmaya başlar. Öyle ki, sonunda bu yalanı ortaya atan bile, olaya inanmaya başlar.
Evet, herkes tarafından bir olay anlatılır fakat o olayın ne tanığı vardır ne de şahiti. Olay böylece efsaneleşir. Tıpkı, yıllardır zaman zaman gündeme gelen ve bizim bile birkaç kez haberini yaptığımız çocuk kaçırmaya teşebbüs eden Bulgar plakalı esrarengiz beyaz kamyonet efsanesi gibi.
Bu dönemde efsane haline gelen çok sayıda olay duyduk. Örnek verecek olursak, bir koronavirüs hastasının esrarengiz bir kişi veya kişiler tarafından yaşlılar yurtlarına kasıtlı bir şekilde sokulması gibi.
En nihayetinde efsaneleşen bu olayın ne başı var ne de sonu. Hatta ne tanığı var ne de şahiti. Sadece anlıyoruz ki, birileri, muhtemelen devlet yetkilileri tarafından kullanılanlar, bir koronavirüs hastasını bulmuşlar ve o hastayı yaşlılar yurtlarında, hastalığın yaşlılara bulaşıp, onları erkenden ölmelerini sağlamak için gezdiriyorlar. Böylece devlet, o yaşlılara emekli maaşları ödemeyecek. Tabi, yaşlılar yurtlarında gezdirilen koronavirüs hastasının akibetini bilmiyoruz. Konuşmasın diye de yok edilmiş olabilir.
Bu efsaneyi ve buna benzer, hatta farklı versiyonlarda defalarca duydum. Her dinlediğinmde ise “Evet ya” ya da “Öyledir” gibi cevaplar vermek zorunda bırakıldım.
Samimi söylemek gerekiyorsa, insanın böyle olaylara pek inanası gelmiyor. Herkesin can derdine düştüğü ve devletin milyar euro’lar üzerinde zarar ettiği bir dönemde, bazı yetkililerin gizli kapılar ardında, yaşlılara ödenen emekli maaşlarını hesap edip, onlardan kurtulma planları kuracaklarını sanmıyorum.
Ha, bu dönemde yetkililer tarafından hatalar yapılmadı mı? Elbette yapıldı. Üstelik sayısız kez. Mesela ülkede yeterince maskenin bulunmaması ve maske için yapılan siparişlerin hep fiyaskoyla sonuçlanması tam anlamıyla rezalet olaylardı.
Ancak, bu dönemde geçici hükümetin başbakanlığını yapan Sophie Wilmes’in, devletin bu yaşananlardan ders çıkardığını ve gelecekte bu tür salgınlara daha hazırlıklı olacağı konusunda yaptığı açıklama sevindirici diyebiliriz.
Bu arada, çok sayıda siyasetçinin zorlu görevden kaçtığı bir dönemde, kollarını sıvayarak zor bir görev üstlenen ve kadın haliyle elinden geleni yapmaya çalışan Sophie Wilmes’i kutlamak gerekir. Her ne kadar, bazı konularda saçmaladığı ve yetersiz kaldığı söylense de, elini taşın altına koyması takdire şayan bir harekettir.
Belçika devletinin ilk başbakanı olma ünvanına sahip olarak Belçika tarihine geçen Sophie Wilmes’in gelecek hükümetlerde önemli görevlere gelmesini temenni ederim.
Cafer Yıldırımer