“Emirdağ Koyunculuk Kültürü”

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Anadolu’da;  akkaraman, morkaraman, dağlıç, ivesi, kıvırcık, karayaka, sakız ve merinos yetiştirilen başlıca koyun ırklarıdır. Koyun; eti, sütü, yapağısı, kuzusu için yetiştirilir. Koyunu ilk defa evcilleştiren atalarımızın sosyal ve kültürel hayatlarında iç içe oldukları başlıca hayvan koyundur, dense yeridir.

Atalarımızın yaşadıkları bozkırlar koyun yetiştiriciliğine çok uygundur. Yaylak kışlak koyunların durumuna göre hazırlanır, mevsimsel göçler yine koyunlara göre düzenlenirdi.

Emirdağ’da koyun kutlu, çoban uğurlu kabul edilir.

On koyun, bir koç
Günde kon, günde göç
On keçi, bir teke
O da ister bir pınarlı tepe
Çek deveyi, güt koyunu

Bir gün beylenirsin… Deyişleri koyunculuğun önemini vurgulamaktadır. Koyun bazı Türk devletlerinin adı da olmuştur. Akkoyun, Karakoyun, Hun(Koyun) gibi.

Türk dünyasının her tarafında uysallığın, gani gönüllülüğün timsali olarak Koyun Baba Türbeleri çok yaygındır. Sözlü ve yazılı Türk Edebiyatında koyunla ilgili pek çok eser mevcut olup adeta bir “koyun kültürü” meydana gelmiştir.Bugün dilimizde çok sık kullandığımız kuzum, koçum kelimelerinin kökeninde asırlardan beri sürdürdüğümüz koyunculuk kültürü yatmaktadır. Koyun; efsanelere, halk oyunlarına, türkü ve ağıtlara da konu olmuştur.

Yaşına göre koyunlar şu adları alır:

Kış kuzusu, Ası kuzu: Kış ortasında doğan kuzu.
Körpe kuzu: Mart , Nisan ayında doğan kuzu.
Emlik kuzu: Mayısta doğan kuzusu.
Kuzu: 6 aylığa kadar koyunun yavrusu.
Toklu: 6 aylıktan, 2 yaşına kadar erkek koyun.
Öveç: 2 yaşından büyük erkek koyun.
Şişek: 6 aylıktan, 2 yaşına kadar dişi koyun
Marya: 2 yaşından sonraki dişi koyun.
Koç: Yaşlı öveç (3-4 yaşlarında)
Kısır: Kuzulamamış koyun
Yoz: hiç kuzulamamış koyun
Davar: Koyun sürüsü
Koçluk: Damızlık için ayrılan erkek kuzu

Emirdağ koyun kültüründe; döl alma, yaylaya çıkma, güzleğe ve kışlağa inme, koç katımı, kuzu seçimi, koyun yarışmaları törensel etkinlikler hâlinde yapılır.

Eski Türklerde koyuna, “koy”, “kon” denmekteydi. Koyunun yavrusuna, günümüzde olduğu gibi eskiden de “kuzı” (kuzu), altı aylık yavruya da “toklı” (toklu) adı verilmekteydi. İlk doğan kuzu “baldır kuzı”, taze ve semiz kuzu da “baklan kuzı” adıyla anılmaktaydı. İki yaşını bitirip, üç yaşına basmış olan koyun ise, “tişek” (şişek) şeklinde adlandırılmaktaydı. Üç yaşına basmış şişek, kuzu doğuracak, kuzulayacak duruma gelmekteydi. Sağlıklı ve iyi gelişmiş bir şişek, bazen iki yaşında iken bile kuzulamaktaydı. Koyunun erkeğine günümüzde olduğu gibi “koç” veya “koçkar” denmekteydi.

Türkler, tıpkı atlarına olduğu gibi koyunlarına da vücut ve başlarındaki renk durumuna göre çeşitli isimler vermekteydiler: Aklı karalı olan koyunlara “kartal koy”, boz renkli olan koyunlara “boz koy”, alacalı koyunlara “çal koy”, kestane renginde olan koyunlara “kongur koy”, boğazı beyaz koyunlara “bogrul koy”, böğrü ak olan koyunlara “bögrül koy”, başı ak, başka yerleri kara olan koyunlara “kaşga koy”, tepesinde beyazlık olan koyunlara “başıl koy”, boynuzsuz koyunlara da “sokar koy” veya “taz koy” denmekteydi.

Türklerin büyük koyun sürüleri vardı. 921 yılında Türk ülkelerinden geçen Arap elçisi İbn Fazlan, Oğuz Türklerinden bazı kimselerin 100 bin baş koyundan oluşan büyük sürülere sahip olduklarını belirtmektedir. Bu rakam, hiç şüphesiz sürülerin gerçek sayısını değil, Türklerde koyunun ne kadar çok olduğunu göstermektedir. Koyunun çok miktarda olması, hayvanların tanınmasını son derece güçleştirmekteydi. Bundan dolayı hayvanlar birer birer işaretlenmekteydi (enemek). Bu işarete, “en” denmekteydi. “En”, hayvanın kulağının bir parçasını kesmek veya yarmak suretiyle yapılmaktaydı. Sürülerin veya hayvanların karışması halinde her aile, kendi malını bu işaret vasıtasıyla tanımaktaydı.

Koyun sürüleri, atlı çobanlar tarafından yaz-kış devamlı otlaklarda güdülmekteydi. Koyun, sıcağa ve soğuğa dayanıklı bir hayvan değildi. Bundan dolayı sürüler, yazın yaylalara çıkarılmakta, kışın da rüzgârdan tipiden ve soğuktan korunaklı kuytu yerlere götürülmekteydi. Bütün gün meralarda otlatılan sürüler, akşamleyin ağıllara konmaktaydı. Ağaçtan yapılmış ağıla “kası” denmekteydi. Ağıllar, vahşi hayvan saldırılarına karşı bütün gece çobanlar tarafından gözetim altında tutulmaktaydı.

Sürü için önemli bir faaliyet de, “kög” adı verilen “koç katımı” idi. Bu iş için önce koçlardan semiz ve gösterişli olanları seçilmekte ve bunlar özel bir bakıma tâbi tutulmaktaydı. Bu koçlar, koyunların yüğrülmesi için sonbaharın ilk ayında sürünün içine bırakılmaktaydı. Yüğrülen, yüğüren koyunlar, beş ay sonra, kış mevsiminin son ayından itibaren kuzulamaya  başlamaktaydılar. Kuzular, taze ot yiyebilecek duruma gelinceye kadar tamamen annelerinin sütüyle beslenmekteydi. Bu arada koyunlar azar azar sağılmaktaydı. Kuzular, taze ot ile tamamen karınlarını doyuracak duruma gelmeleriyle annelerinden ayrılmaktaydı. Bundan sonra kuzular, günde bir defa, o da anneleri sağıldıktan sonra emdirilmekteydi.

Koyun, en fazla dört veya beş ay sağılmaktaydı. Koyunları sağmak, evin hanımı ile yetişmiş kız evlâtların göreviydi. Fakat, Türklerin koyunu çok miktarda olduğu için evin hanımı ve kız evlâtlar bu işle her zaman baş edememekteydiler. Bundan dolayı koyun sağmaya, evin erkekleri de zaman zaman yardım etmekteydiler.

Türkler, koyunu hem ticaret emtiası olarak hem de kendi ihtiyaçları için değerlendirmekteydiler. Özellikle Müslümanlarla komşu olan Türkler, İslâm ülkelerine çok miktarda koyun ihraç etmekteydiler. Müslümanlar, Türk koyununu daha çok eti için satın almaktaydılar. Zira, Türk koyunun eti, diğer koyunların etine göre daha lezzetli idi.

Koyun, eski Türk ekonomisinde ticaret emtiası olmaktan çok, Türklerin kendi ihtiyaçları için daha önemliydi. Her şeyden önce koyun, eski Türk ailesinin başlıca geçim kaynağını oluşturmaktaydı. Türkler, koyunun sütünden, etinden, yününden, derisinden, daha doğrusu onun her şeyinden yararlanmaktaydılar.

Türkler için iki çeşit koyun vardı. Bunlardan biri “sağımlık koyun” (sağlık, sağmal), diğeri “etlik koyun” (etlik koy) idi. Adlarından da anlaşılacağı gibi, sağımlık koyun sütü için, etlik koyun da daha çok eti için beslenmekteydi. Et ihtiyacı için, genellikle kısır kalan (yoz) koyunlar tercih edilmekteydi.

Eski Türk ekonomisinde, koyunun sütü ve eti kadar yünü ve derisi de önemliydi. Koyun, ilkbahar ve sonbahar mevsimlerinde olmak üzere senede iki defa kırkılmaktaydı. İlkbaharda kırkılmış olan yüne “yap”, bugünkü söylenişi ile “yapağı” denmekteydi. Yapağı, bütün kış boyunca koyunun sırtında kaldığı için sonbaharda kırkılmış olan yüne göre daha uzun, daha kalın ve daha sert idi. Koyun yününden hem çeşitli kumaşlar dokunmakta hem de keçe, kepenek, çizme, ip, döşek, yastık ve yorgan gibi çeşitli eşyalar yapılmaktaydı. Koyunun derisi ise, çadırlarda sergi eşyası olarak kullanıldığı gibi, işlenip çeşitli giyim eşyaları haline getirilerek de değerlendirilmekteydi.

Ahmet Urfalı

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Uygulamayı Yükle

Uygulamamızı yükleyerek içeriklerimize daha hızlı ve kolay erişim sağlayabilirsiniz.