Peygamber efendimiz (s.a.v) ve Velâdet (Mevlid) kandili

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Rahmân ve Rahîm olan Yüce Allah’ın adıyla…

Hamd âlemlerin Rabbi ALLAH (c.c.) içindir. Salât ve Selâm Peygamber efendimiz Hazret-i Muhammed Mustafa (s.a.v)’in, âli’nin ve ashâbının üzerine olsun inşaallah.

Muhterem Müslümanlar,

19 kasım 2018 yâni 11 Rebiulevvel 1440 Pazartesi’yi, 12 Rebiulevvel 1440 Salı gününe bağlayan gece Peygamber efendimiz hazret-i Muhammed Mustafa (s.a.v)’in dünya’yı şereflendirdikleri gece yani Mübârek Mevlid kandili gecesidir. Tüm Islam âlemi olarak Velâdet kandilini inşallah hep birlikte idrak etmiş olacağız.

Bu vesileyle tüm islam âleminin ve Ümmet-i Muhammed’in mübârek Velâdet kandilini tebrik ederiz.

Peygamber Efendimiz (s.a.v)’i elbette anlatmak mümkün değildir, sahifeler yetersiz kaldığı gibi kelimelerlede O’nu anlatmak yetersiz kalacaktır. Lakin bu mübârek gecenin bereketinden istifâde edebilmek için Peygamber efendimiz (s.a.v) hakkında birkaç nalumâtı âcizâne arz etmek istedik. Inşallah hayır duâlarınızı temenni ederiz.

1) Peygamber efendimiz’i (s.a.v) iyi taniyalim

Peygamberimiz Muhammed Mustafâ’nın (s.a.v.) peygamberliğinden sonra, daha önce gelmiş Peygamberlerin getirdikleri şerîatların hükmü kalmamıştır. Hakkâniyet ve hükümranlık sadece Kur’ân-ı Kerîm’e ve bizim Peygamberimize âittir. Onun içindir ki, Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bir ara Hazret-i Ömer’in elinde mensuh Tevrat sahifelerinden bir parça görünce ona âdeta çıkışarak:

“Siz de Yahûdî ve Hıristiyanlar gibi bana verilen nübüvvetten, bana indirilen Kur’ân’dan şüphe ve tereddüt mü ediyorsunuz? Vallâhi, Tevrat kendisine indirilen Mûsa Peygamber (şu anda) hayatta olsa idi, bana tâbi olmaktan başka hiçbir kudreti olamazdı.” buyurmuşlardır.

Binaenaleyh, Peygamber Efendimizin (s.a.v.) ve Kur’ân-ı Kerîm’in gelmesiyle İncil ve Tevrat’ın hükmü kaldırılmıştır. Kıyâmete kadar hükmü geçerli tek kitap Kur’ân-ı Kerîm’dir. Tasarruf ve hükümranlık da, ancak bizim Peygamberimiz Muhammed Mustafâ’ya (s.a.v.) âittir.

Hazret-i Muhammed Mustafa’nın (sallallâhü aleyhi ve sellem) ümmeti olan bizler, ona büyük bir sevgi ve hürmetle bağlanmamız lazımdır.

Dünya ve âhirette şerefli, fazîletli ve iyi insan olabilmek, âlemlere rahmet olan Peygamberimiz Muhammed Mustafa’yı (s.a.v.) iyi bilmek, iyi anlamak ve ona hakîki ümmet olmakla mümkündür. Bir insan, Peygamberimizi bilmedikten, tanımadıktan, sevmedikten sonra hiçbir şeyle şerefli ve fazîletli olamaz.

2) Peygamber efendimiz (s.a.v) imtisâl numunesi

Allâhü Teâlâ, Resûlullah Efendimizi (s.a.v.) en güzel ahlâk ile süslemiş ve âyet-i kerîmede (meâlen)

“(Ey Habîbim) Şüphe yok ki sen pek büyük bir ahlâk üzeresin.” (Kalem Sûresi, âyet 4) buyurmuştur.

Resûlullah (sallallâhü aleyhi ve sellem) insanların en halîmi (yumuşak huylusu), en şecâatlisi, en âdili, en çok affedeni, en cömerdi idi. Yanında ne bir dirhem, ne bir dînar asla bekletmezdi. Şayet verecek kimse bulamasa ve gece vakti de girmiş olsa, onları ihtiyaç sahibi birine vermeden asla evine girmezdi. Bir şey istense asla “Hayır” deyip geri çevirmezdi. Eğer yanlarında bir şey bulunmazsa ya ödünç alarak verir veyahut “Yarın gel!” gibi bir şey derdi.

Safvân bin Ümeyye, Huneyn Harbi’nde ganîmet mallarından bir vadide toplanmış olan yüz deveyi görüp “Ne güzel develer!” deyince Resûl-i Ekrem Efendimiz (s.a.v.) “Öyle ise onlar senin olsun” deyip bu yüz deveyi Safvan’a bağışlamıştı. Safvan bu lütfu görünce: “Bu kadar cömertlik ve kerem ancak peygamberlerde bulunur.” diyerek hemen Müslüman olmuştur.

İnsanlar arasında en mütevâzi, tabîati çok yumuşak, arkadaşlığı en kıymetli, en hayâlısı idi. Sözü hiç uzatmadan gayet fasih ve belîğ söylerdi. Bir yudum süt bile olsa hediyeyi kabul eder, karşılığında daha fazlasını hediye ederdi.

Hediyeden yer fakat sadakadan yemezdi. Kendi nefsi için değil yalnız Allah için gazablanır, zararı kendisine dokunacak olsa bile hakkı ve adâleti yerine getirirdi.

İşitenler ezberlesin diye gayet açık ve yavaş konuşurdu. İyice anlaşılsın diye bazı kelimeleri üç defa tekrar ederdi. Daima tefekkür hâlinde olup lüzum olmadan konuşmazdı.

Ayakkabılarını tamir eder, elbisesini yamar, koyunları sağar, ailesine yardım ederdi. Hastaları ziyâret ederdi. Hatta hasta olan bazı kâfir ve münâfıkları da ziyâret etmiştir.

Resûlullah Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) fakirlerle beraber oturur, yoksullarla oturup yemek yer, fazîlet sahibi kimselere ikramda bulunurdu. Allâhü Teâlâ’nın hidâyetine mazhar olmaları için şerefli ve asîl kimselerle de dostluk kurardı. “Size bir kavmin ulusu geldiği zaman ona ikramda bulunun” buyururdu.

Latîfe yapar fakat dâima doğru ve hakîkati söylerdi. Yemek için kölelerin arasına otururdu. Onlara ikram ve bereket olsun diye ashâbının bahçelerine giderdi. Yanında hiçbir muhâfız olmadan düşmanın arasında yürürdü. Dünyanın hiçbir hâli onu korkutmazdı. Yoksulu fakirliğinden dolayı hakîr görmezdi. Hiçbir hükümdara mülkünden dolayı hürmet göstermezdi. Asla çirkin söz söylemez, lanet etmezdi. Cimri ve korkak değildi. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ancak tebessüm ile gülerdi.

Hiçbir hizmetçisini azarlamamış, yaptığı bir işten dolayı “Neden böyle yaptın!”; yapmadığı bir şeyden dolayı da “Neden yapmadın!” demez, “Ezelde takdir olunsaydı elbette olurdu.” buyururlardı. Birisi bir ihtiyacını arz için gelse onu sabırla dinler, o sözünü bitirip ayrılmadan ayrılmazdı. Elini tutan kimse bırakmadıkça o da bırakmazdı. Çoğu zaman kıbleye dönerek otururdu.

Çocuk bile olsa, karşılaştığı kimseye selam verirdi. Huzuruna gelenlere minderini verir, elbisesini onun altına sererdi. Eğer gelen almak istemezse ısrar ederdi. Memnun olsa da öfkeli olsa da ancak hakîkati söylerdi.

3) Peygamber efendimiz (s.a.v) Şecaati

Hz. Ömer (r.a.), Peygamber Efendimiz (s.a.v.) için şöyle buyurdular: “Ben, Resûlullah (s.a.v)’den daha cesur, ondan daha kuvvetli ve cömert bir kimse görmedim.”

Hz. Ali (r.a.) da: “Muhârebe kızışıp gözler kan çanağına döndüğü zaman, biz Resûlullâh’a (s.a.v.) sığınırdık. Düşmana ondan daha yakın kimse bulunmazdı.” buyurmuştur.

Peygamber Efendimizin mübarek vücutları son derece kuvvetliydi. Kureyşlilerin en güçlü ve o güne kadar sırtı yere getirilemeyen pehlivanlarından Rükâne birgün, Mekke vâdîlerinden birisinde, Peygamber Efendimize rastlamıştı.

Peygamberimiz (s.a.v.) ona “Ey Rükâne! Sen hâlâ Allah’tan korkmamakta ve seni dâvet ettiğim şeyi kabul etmemekte direnip duracak mısın?” diyerek kendisini İslâmiyete dâvet etti. Rükâne “Eğer söylediklerinin hak ve gerçek olduğunu bilsem sana tâbi olurdum, yâ Muhammed!” dedi.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) “Ben seni güreşte yenersem, ne dersin? Söylediklerimin hak ve gerçek olduğunu kabul eder misin?” diye sordu. Rükâne “Evet, müslüman olurum.” dedi.

Peygamberimiz (s.a.v.) “Kalk haydi! Seninle güreşelim!” buyurdu. Rükâne, Peygamber Efendimizle güreşmeğe kalktı. Peygamberimiz (s.a.v.), onu tutar tutmaz yere yıkıverdi! Rükâne kendisini korumaya, fırsat bulamadı. “Yâ Muhammed! Bir daha güreşelim!” dedi. Peygamberimiz (s.a.v.) tekrar güreşti ve onu üç kere yıkıverdi. Rükâne “Vallâhi, yâ Muhammed! Bu çok şaşılacak bir iş! Sen beni nasıl yıkabiliyorsun, anlayamadım.” dedi.

“Allah’tan korkar ve dâvetime uyarsan sana bundan daha çok şaşılacak olanını gösteririm” buyurdu. Rükâne “O daha acâib olan şey nedir?” diye sordu.

Peygamberimiz (s.a.v.) “Şu gördüğün ağacı çağıracağım. O da bana gelecektir!” buyurdu. Rükâne “Haydi çağır, gelsin bakayım?” dedi. Peygamberimiz (s.a.v.), ağacı çağırınca, ağaç gelip, Peygamber Efendimizin önünde durdu!

Sonra Peygamberimiz ağaca, “Dön yerine!” buyurdu. Ağaç eski yerine döndü.

Rükâne (r.a.), Mekke’nin fethinden sonra müslüman oldu. Hz. Muâviye’nin (r.a.) halîfeliği devrinin başlarında, Hicrî 42 (M. 662) senesinde vefât etmiştir. Radıyallâhü anh.

4) Velâdet kandili

Pazartesi akşam, Peygamberimiz Hazret-i Muhammed Mustafâ’nın (s.a.v.) âlemleri şereflendirdiği Velâdet Kandili’dir.

Resûlullah Efendimiz (s.a.v.), Rebîulevvel ayının 12’nci Pazartesi gecesinde kâinâtı teşrîf etmişlerdir. Bu îtibarla bu ayın 12’nci gecesi hicrî senenin ilk kandilidir.

Bu ay içerisinde mümkün olduğu kadar salât ve selâm getirmeli; Salât-ı Nâriye, Salât-ı Münciye ve Salât-ı Fethiye okumaya çalışmalıdır. Bu gecenin mânevî zenginliğinden istifâde etmek için bir tesbîh namazı kılınmalıdır. Tesbih namazına şu şekilde niyet edilir:

“Yâ Rabbi, niyet eyledim rızâ-yı şerîfin için tesbîh namazına. Yâ Rabbi, bu gece teşrîfleriyle âlemleri nûra gark ettiğin Habîb’in, başımızın tâcı Resûl-i Zîşân Efendimizin hürmetine ve bu gecedeki esrârın hürmetine ben âciz kulunu da afv-ı ilâhîne, feyz-i ilâhîne mazhar eyle.” Allâhü Ekber, diyerek namaza başlanır.

5) Peygamber efendimiz (s.a.v)’in doğumuna sevinmek.

Hâfız Ebu’l-Hattâb ibn-i Dıhye, Tenvîr kitabında İbn-i Abbâs Hazretlerinden şöyle naklediyor:

İbn-i Abbâs Hazretleri bir gün evinde oturmuş bir topluluğa Peygamber Efendimizin (s.a.v.) doğumunda meydana gelen hâdiseleri anlatıp bununla seviniyordu. Allâh’a hamdederek Resûlüne salât ü selâm getiriyorlardı.

Peygamber Efendimiz yanlarına geldiğinde onlara:

“Şefâatim sizlere helâl oldu” diye buyurdu.

Ebu’d-Derdâ Hazretlerinden şöyle rivâyet olunmuştur: Ebu’d-Derdâ (radıyallâhü anh), Peygamber Efendimizle birlikte Âmir el-Ensârî’nin (radıyallâhü anh) evine uğradılar. O, kızlarına ve âilesine Peygamber Efendimizin doğumunda meydana gelen hâdiseleri öğretiyor ve “İşte o gün bugündür, işte o gün bugündür” diyordu.

Resûlullah Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) buyurdular ki: “Muhakkak Allâhü Teâlâ rahmet kapılarını senin için açtı, meleklerin tamamı sana istiğfâr etmektedirler. Kim senin bu yaptığın gibi yaparsa, senin gibi bu büyük derecelere kavuşur.”

6) Peygamber efendimiz (s.a.v)’in yüksek fesâhati

Resûlü Ekrem’in (sallallâhü aleyhi ve sellem) sözü gâyet açık ve düzgündü, konuşmaları her türlü noksanlıktan ve fazlalıktan uzaktı. Hazret-i Âişe (r.anhâ)’dan şöyle rivayet olundu, dedi ki: “Resûlullah Efendimizin (sallallâhü aleyhi ve sellem) mübârek konuşmaları, manasını herkesin anlayabileceği şekilde tane tane idi. Onu işiten herkes hemen sözlerini ezberlerdi.”

Ashâbından birisi Peygamber Efendimize (sallallâhü aleyhi ve sellem): “Biz senden daha edebî konuşan bir kimse görmedik.” dediklerinde, Peygamberimiz: “Bu gâyet tabîî, Kur’ân benim lisanımla geldi. Öyle bir lisan ki fasîh Arapça” buyurdu.

Bir gün, Hazret-i Ebûbekir (radıyallâhü anh), Resûlullah Efendimize (sallallâhü aleyhi ve sellem) şöyle dedi: “Bütün Arabistan’ı dolaştım, fasîh konuşanları dinledim. Sizin gibi fasîh ve beliğ konuşanını görmedim. Bu edebi size kim öğretti?”

Peygamberimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) ona şöyle cevap verdi: “Beni Rabbim edeplendirdi. Hem de en güzel bir şekilde.”

Hazret-i Ömer: “Ya Resûlallah, sen hep aramızda yaşadığın halde nasıl en fasîhimiz oldun?” dedi. “Cebrâîl Aleyhisselam, Hazret-i İsmâil’in ve diğerlerinin lügatleriyle gelip onları bana öğretti” buyurdular.

Resûlullah Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) konuştuğu zaman, kimse tekrar etmesine ihtiyaç hissetmezdi. Sözlerinde hiçbir eksiklik yoktu. Hatâ yapmazdı. Karşısına, fesâhatte hiçbir kimse çıkamazdı. Onu kimse, hitâbette geçemezdi. Çok kısa sözlerle uzun hutbeler okurdu. O ancak doğru konuşurdu. Hiçbir kimse, Resûlullâh’ın sözlerinden daha faydalı, daha doğru bir söz işitmemiştir.”

Bütün ilimlerin ve edeplerin kaynağı Resûlullah Efendimiz Hazretleridir. Bu sebeple her zaman Resûlullah Efendimizin sünnetine uymalıyız.

7) Peygamber efendimiz (s.a.v) âlemlere rahmettir.

Allâhü Teâlâ Hazretleri meâlen:

“Ve (Habîbim Ahmed) seni âlemlere ancak rahmet olarak gönderdik.” (Enbiyâ Sûresi, âyet 107) buyurmuştur.

Âlimler, âlemlere rahmet olmak şu mânâlara gelir dediler:

Semerkandî Hazretleri “İnsanlara ve cinlere rahmet demektir” dedi.

Bazıları da: “Bütün halka rahmettir. Mü’minlere hidâyetle rahmettir. Münâfıklara öldürülmekten emân vermekle rahmettir” dediler.

İbn-i Abbas (radıyallâhü anhümâ): “İyilere ve kötülere, günahtan sakınanlara ve günahkârlara rahmettir” dedi.

Zîrâ her peygamber yalanlandığı zaman Hak Teâlâ Hazretleri, yalanlayanları helak ederdi. Peygamber Efendimizi (sallallâhü aleyhi ve sellem) inkâr edenlerin azâbı ise ölünceye yahut kıyâmete kadar te’hir olunmuştur. Ama tasdik edenlere hem dünyada rahmettir, hem âhirette rahmettir. Böylece şerefli zâtı, mü’min ve kâfir; bütün herkese bir rahmet oldu.

Nitekim Hak Teâlâ Hazretleri (meâlen) “Hâlbuki sen onların içinde bulundukça Allah onlara azâb edecek değildi” (Enfâl Sûresi, âyet 33) buyurmuştur.

Mâdemki, şerefli cesedi bu arza bitişiktir, Hak Teâlâ Hazretleri onun hürmetine halktan dünya azâbını kaldırmıştır. Geçmiş ümmetlerde olduğu gibi bunlara azâb etmez.

İbn-i Abbas’dan (radıyallâhü anhümâ) rivâyet edilmiştir ki:

“Gerçekten ben, Allah tarafından hediye edilmiş bir rahmetim” diye buyurmuşlardır.

Salât Sana, Selâm sana Ey Allah’ın Rasülü, seni hakkı ile bilen ve öven âlemlerin Rabbi Allahü teâlâ’dır. Sen Rahmeten lil’âleminsin. Insü cinin Peygamberisin. Sen Hâtemü’l Enbiyâsın, Sen “Levlâke levlâke lemâ halektü’l eflâk” hitâb-ı izzetinin muhatabısın. Sen Muhammed Mustafa sallallâhü aleyhi ve sellem’sin.

Mevlid kandilimiz mübârek olsun inşallah. Vesselam.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Uygulamayı Yükle

Uygulamamızı yükleyerek içeriklerimize daha hızlı ve kolay erişim sağlayabilirsiniz.