‘Fikir, iman, ülkü aşk … İnsanları güçlü yapan bunlardır.’
Nisan, baharı müjdeler insanlara. Anadolu baharının bu güzel ayında; az olan çoğalmaya, zayıf olan güç-kuvvet kazanmaya başlar. Kır çiçeklerinin kokusunu seher vaktinde alıp sevdalı gönüllere ulaştıran rüzgâr, bir de Karacaoğlan türküsü fısıldar yanık yüreklere. Sarıdan mora, aldan yeşile çiçekler donanır dillere.
“Bülbül ne yatarsın bahar erişti
Ulu sular göl olduğu zamandır
Kat kat oldu gül yaprağa karıştı
Gene bülbül kul olduğu zamandır
Gene bahar oldu açıldı güller
Figana başladı gene bülbüller
Başka bir hal olup açtı sümbüller
Âşıkların del’olduğu zamandır”
Nisan yağmurlarında ıslanır yeryüzündeki canlı ve cansız. Bin sevinçle gülüşler yükselir dağlardan ovalara. Yeniden canlanır tabiat. Derin uykusundan uyanır börtü-böcek.
Bahar, sevginin vakti iken neden ve nereden gelir bu hüzün? Zamansız elemlerin, hicranların, sıkıntıların, kederlerin, gamların baharın nisan ayında dolaşıp durması nedendir? Bilgeler versin cevabını, kâhinler yorsun sırrını.
Tevfik Fikret’in Bahar-ı Mağmum (Gamlı Bahar) şiirinde olduğu gibi sevinç beklentisi, hazan mevsimine niçin döner?
Bahar olsun, bahar olsun da gönlüm
Biraz def’-i melâl etsin, diyordum;
Cihan tağyir-i hâl etsin, diyordum…
Bahar oldu bütün feyziyle, gördüm:
Cihan pür-hande, cennetten nişandır,
Benim gönlüm fakat vakf-ı hazandır.
Bu Nisan’da şehitlerimiz yine sayıya bindi, artık adlarını hatırlatmıyor ebemkuşağı. Bir tek gelincikler kaldı şehitlerimizi yâd eden. Gelincik, deli rüzgârda bile dökmez yaprağını. Ancak onu gövdesinden koparırsanız hemen boyun büker. Çünkü gelincik, şehitlere misaldir, unutulmaya dayanamaz.
Nisan hüznü çöker gönüllere yeniden. Gönüller nice acılara katlanır. Ancak hayat devam eder.
97 Nisan’ında kar yağar çileli başlara. Türk’ün başbuğu Hakk’ın rahmetine kavuşmuştur. Yurdun dört bir yanından, Türk illerinden insanlar koşup gelmiştir baharın bu hüzünlü gününe. Yer ağlamış, gök ağlamış, kar yağmıştır çileli başlara. Halis bir imanın göstergesi olmuştur, karla abdest alıp Hakk’ın divanına durmak. Selam olsun Türk’ün ulu beylerine… Rahmet olsun şanlı şehitlere…Gazi-erenlere, alplere, bahadırlara, cengaverlere selam olsun…
Gönlümüz yüce dileklerle el açar, boyun düşürür:
Bu nisan sabahında
Sessiz ve huzurlu başlasam güne
Pencereden gülümsese salkım söğüt
Dalındaki saka kuşu
Asırlık türküsünü
Anlatsa gözlerime
Gök mavisi aydınlık
Çocukları öpse saçlarından
Bu sabah kimseler ağlamasa
Hiçbir çocuk öldürülmese
Dünyanın hiçbir yerinde
Herkesin karnı doysa
Yüzü gülse
Allah’ım acısız bir gün başlasam
Bu sabah
Yürekten yüreğe ümit türküleriyle
O yürekli Türk, Davudi sesiyle meydanlarda haykırıyor yine: “Türk Töresinin bir şartı da yüksek vazife duygusudur. Vazifeyi her ne pahasına olursa olsun yapmaktır. Diğer bir şart, toplum uğrunda her çeşit fedakârlığı yapmaktır. Millete hizmet yolunda şahsi menfaatlerden, şahsi zevklerden feragattir. Vazgeçmektir. Kişiler kendilerini millet için feda ederler. Türk Milleti’nin büyüklüğü böyle yükselecektir. Onu sizler yaşatacak, sizler yükselteceksiniz.”
Ve isimler veriyor Anadolu’nun kurt bakışlı yiğitlerine:
Adı efedir
Bahadırlığın yıldırım olup çakmasıdır düşman üstüne
Adı ededir
Yeni destanların yazılmasıdır alnındaki ışıktan
Adı dadaştır
Görkemli dağların kardeşidir başı dumanlı
Adı uşaktır
Bir hasrete çırpınmasıdır sevdasıyla Karadeniz’in
Adı seymendir
Anadolu’nun ortasından bir tan ağartısıdır yeryüzüne
Adı zeybektir
Duruşu ilham verir her bakışta efsanelere
Adı yarendir
Dostluğu güvenlidir dar zamanlarda gelir
And olsunkutlu ocağın kapısından girdiğimiz günden beri aynı heyecan, aynı duyguyla onun gösterdiği büyük hedefin peşinden koşuyoruz.
Ve onu hasretle arıyor, rahmetle anıyoruz.
Ahmet Urfalı