(AA) – Batılı liberallerin çoğu tarafından hararetle savunulmasına mukabil Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un retoriğinin ardındaki reel politik, zannedilenden çok daha kaygı verici.
Yalanları sürekli tespit edilen Donald Trump’ın tersine Macron gerçek politikalarını kozmopolit ve liberal bir yüzün arkasına maskelemekle çok daha başarılı oldu. İş dünyası yanlısı bir çalışma kanunu ve kabul prosedürlerini sınırlayan bir üniversite reformu fazla itiraz görmeden geçti. Reformların son hedefi göçmen politikasıydı; yeni düzenleme, önde gelen insan hakları gruplarının yanı sıra anayasal kamu denetçisi tarafından da eleştirildi.
Bu kısıtlayıcı politikalar arasında Macron, Fransa’da “İslam’ın yeniden yapılandırılması” çağrısıyla gündem oluşturdu.
Fransız Cumhurbaşkanı, zaten seçimler sırasında Müslüman seçmenleri etkilemeye çalışmıştı. Müslümanları dışlayan Fransız ulusal kimliği ve laiklik (sekülarizm) söylemini tekrar etmeyecekti. Dolayısıyla Müslümanların birçoğu Macron’a iyimser yaklaştı. Kariyerinin başında Müslümanları kucaklayan ancak daha sonra sırt çeviren Sarkozy’ye gösterilen iyimserliğin aynısı. Bu nedenle Macron’a da şüpheyle yaklaşmak gerekiyor.
Macron, İslam’ın Fransa’da yapılandırılması ve kritik önem taşıyan yönü olarak bunun nasıl ifade edileceği üzerinde çalıştığını açıkladı. Bu sürecin nihai amacının, insanlara inanç özgürlüğü tanıyan Fransız sekülerliğinin merkezinde yer aldığı ulusal uyumun muhafazası olduğunu savunan Macron, bu sürecin aynı zamanda köktencilikle mücadele çabasının da bir parçası olduğunu iddia etti.
Fransa’yı köktencilikle tehdit ediliyor gören bu savunma fikri, Macron’un, “devlet ile daha barışçıl bir ilişki zemimine taşımak” için İslam’ı Fransa’ya “daha iyi entegre ettirme” girişimiyle iç içe. Bu şekilde, İslam’ın Fransa’da tamamen yeniden yapılandırılması için gerekli zemini hazırlamak istediğini söyleyen Macron’un bu işteki kazancı ya da kaybı nedir?
“Fransız Cumhuriyeti’nin imamları”
Henüz tüm ayrıntıları açıklanmamış olsa da Macron’un planının bazı temel fikirleri olduğu anlaşılıyor. İlki İslam’ın finansmanı, ikincisi ise Fransa’da imamların eğitimi. Bir “Fransa Büyük İmamı” belirlemenin de bu yeniden yapılandırmanın bir yönü olduğu anlaşılıyor.
Macron açıkça, “Fransız İslam’ını moderniteye yönelmekten alıkoyduğunu” iddia ettiği Arap ülkelerinin etkisini azaltmak istediğini söyledi. Bu da, Avrupa’nın medeniyetin zirvesini, Arapların ise geri kalmışlığı temsil ettiğini varsayan çok ırkçı bir düşünceyi yansıtıyor. Ancak bu kabul, Macron’un yabancı devletlerin Fransa’daki İslami kurumları fonlamasını yasaklama talebini meşrulaştırıyor.
İslam’ın “kurumsallaştırılması”, Müslümanları kar gözetmeyen kurumları denetleyen bir yasanın kapsamından çıkararak devletin katı mali denetimi altındaki kültürel dernekleri düzenleyen bir yasaya tabi kılmak anlamına geliyor. Nitekim Fransız İçişleri Bakanı, daha önce, hükümetin ülkede İslam’la ilgili konulara müdahil olması ve “yabancı ülkelerin imamları” yerine “Fransız Cumhuriyeti’nin imamlarını” oluşturması gerektiğini dile getirmişti. İmamların yabancı hükümetlerin temsilcileri olmaması gerektiği düşünüldüğünde, bu argüman mantıklı görünüyor ancak durumun bu olduğuna dair kanıtlar da sunulmalı.
İçişleri Bakanı bu meselede sert bir tutum sergiledi ve “Camilerin yabancı ülkeler tarafından finanse edilmesinin durdurulması ve Selefi camilerini kapatmayı öneriyorum. Cumhuriyetin değerlerine zıt konuşmalar yapan tüm yabancı imamlar sınır dışı edilmeli.”dedi.
Ancak, bu tutumun öncelikle ve en fazla Müslümanları hedef aldığı anlaşılıyor; diğer dini zümrelerin ise uluslararası ilişkiler kurması, Mormon misyoneler ya da Vatikan’ın Katolik kilisesine yardım etmesi gibi dışarıdan maddi destek almasına imkan tanıyor.
Bu da bize diğer Avrupa ülkelerindeki benzer girişimleri hatırlatıyor. Diğer girişimlere benzer şekilde, bu Fransız planı da -2018’in ilk yarısında daha detaylı olarak kamuoyuna açıklanacak- İçişleri Bakanlığı tarafından aktif bir şekilde takip ediliyor. İtalyan hükümeti de 2017’de bir “İtalya İslamı” oluşturma girişiminde bulunmuş, bu girişim İtalya İçişleri Bakanlığı tarafından yürütülmüştü. Avusturya İçişleri Bakanlığı da yeni bir İslam Yasası oluşturma süreci başlatmış, sert eleştirilerle karşılaşan yasa, 2015’de yürürlüğe girmişti. Almanya’da da İçişleri Bakanlığı 2007 Alman İslam Konferansı düzenlemiş, bu etkinlik de çok fazla eleştirilmişti.
Sert politikalar, yumuşak söylemler
Bu politikaların yapısal bir özelliği, sert politikaların eşlik ettiği görece yumuşak söylemler. Avusturya’nın yeni başbakanı Sebastian Kurz, belki de bu stratejinin ideal örneği. Kurz, önce İslam’ın Avusturya’nın bir parçası olduğu söylemini tamamen benimseyerek birçok Müslüman’ın kalbini kazanmış, sonrasında ise yine mütebessim bir çehre ile Avusturya’da İslam’ı en otoriter şekilde kurumsallaştıran sistemi uygulamaya koymuştu.
Emmanuel Macron, Fransa’da devletin “nötr” olmasını, bunun sekülerliğin temeli olduğunu savunuyor. Bu gayet yerinde bir görüş ama mali kaynakların denetimi gibi Müslüman kurumlara yönelik tahditler ve Fransa’da eğitim görmüş Müslümanları iyi, diğerlerini kötü olarak algılamak gibi yaklaşımlarla temelden çelişkili.
Dolayısıyla Macron’un altı ay içinde açıklayacağını söz verdiği önerilerin yakından incelemesi önemli olacak.