(AA) – Uluslararası ilişkilerin bir satranç oyunu olduğunu iddia edenler çoğunlukta olsa da, son zamanlar Ortadoğu’da yaşananlar daha çok bir futbol maçını andırıyor. Sahada iki takım olduğunu kabul edersek Türkiye, İran ve Rusya’nın aynı takımda oynadığını söyleyebiliriz. Karşı takım ise ABD, İsrail ve ortaklarından oluşuyor. Günümüzde futbolcular nasıl transfer olabiliyorsa, bu iki takımın devletleri de konjonktüre göre farklı takımlarda oynayabiliyor. Kudüs maçında Rusya, İran ve Türkiye takımında kendi oyun sahasını savunma olarak belirlemiş görünüyor. Hatta onun pozisyonuna kalecilik bile denilebilir.
Aslında Rusya Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıdığını 2017 yılının baharında ilan etmişti. Trump o skandal karara imza atmadan aylar önce bunu yapan Rusya, bugün “Filistin-İsrail sorunun çözümüyle ilgili tutumumuz belli” demekle yetiniyor.
Peki, Rusya’nın Filistin sorunun çözümüne bakışı nedir ve Rusya’nın Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıması niye bir skandala sebep olmamıştı?
Rusya’nın öncelikle 1967 yılında Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin (BMGK) aldığı kararlara bağlı şekilde, İsrail’in başkenti olarak Batı Kudüs’ü tanıyor. Fakat yanı sıra, Doğu Kudüs’ü de bağımsız Filistin devletinin başkenti olarak tanıyor ve Filistin devletinin kurulmasını, İsrail’in işgal ettiği toprakların Filistin’e iade edilmesini de şart koşuyor. Sonuçta Türkiye ve Rusya’nın tutumları mutabık. Avrupa Birliği de, hatta ABD de Trump’a kadar aynı çizgideydi. Fakat dünyanın bu tutumu, İsrail’in Filistin topraklarını işgal etmesine engel olamadı.
Trump’ın imzasıyla ne değişti?
Rus uzmanlara göre, Trump’ın imzasıyla Ortadoğu’da İran ve Türkiye’nin etkisi artacak, Suudi Arabistan ise zor bir seçim yapmak zorunda kalacak. “Kushner Planı” adıyla kulislerde konuşulan, fakat resmi olarak açıklanmayan planı değerlendiren Rus uzmanlar, böyle bir planın bölgeyi bir mezhep savaşının içine iteceğini düşünüyor. Rusya Stratejik Araştırmalar Enstitüsü (RISI) araştırma görevlisi Yekaterina Andreyeva 7 Aralık’ta enstitünün web sitesinde yayımlanan makalesinde, Trump’ın yeni çatışmaları tetikleyerek bölgede ABD’nin terörle mücadelede yaşadığı başarısızlığını örtmek istediğinin altını çiziyor. Andreyeva’ya göre Trump Ortadoğu’da kendi oyununu kurmaya çalışıyor. Fakat Trump’ın bu doğrultuda attığı adımlar hiç bir mantığa oturmuyor. ABD yönetimi adeta ateşe benzin döküyor.
Maksim İsaev’in regnum.ru adresinde 14 Aralık’ta yayımlanan “Trump’ın Kudüs kararı neye dayanıyor ve nereye varacak” başlıklı yazısında “Kushner faktörü” daha belirgin şekilde öne çıkarılmış. İsaev makalesine “Kushner’in hedefini öngörmek zor, ama Suudileri oyunun içine katmak istiyor olabilir” diye başlıyor. Kudüs meselesini değerlendiren İsaev, BMGK’nin 1967 yılında aldığı 242 sayılı kararın Filistin-İsrail sorunun siyasi çözümünün temeli olduğunun altını çiziyor. “Trump da buradan yola çıkmış olabilir” diyen İsaev, ABD yönetiminin iki devletli çözümün peşinde olduğunu söylüyor. İsaev’a göre ABD Filistin sorunu çözerek Suudileri ve İsrail’i İran’a karşı aynı safa çekmeyi planlıyor. Fakat Suudi Arabistan’da “sessiz darbe” yapan Muhammed bin Selman için ABD’nin bu çabasının hiç faydalı olmayabileceğini de ekliyor. Filistinlileri “barış”a zorlayacak olan Suudi prensin tahtı, İsrail’in tutumundan dolayı tehlikeye girebilir diyor İsaev; çünkü İsrail’in Filistinlilere önerdiği şartlar asgari olarak kabul edilebilir dahi değil. Bu nedenle prens Muhammedin Suudi Arabistan’da da itibar sorunu yaşadığını iddia eden İsaev, itibarını onarmak için tek şansının İran karşıtlığı olduğunun altını çiziyor. Uzayan Yemen savaşının ve Katar krizinin de itibarına gölge düşürdüğü prens Muhammed, Trump ve Kushner için kötü bir ortak olabilir. “Eğer Muhammed bin Selman tahtını korumak istiyorsa, Filistin devletine şans vermeyen Trump ve Kushner’in planına dahil olmaz” diyen İsaev, ABD lideri her ne kadar atılan imzanın barışa ve çözüme hizmet edeceğini iddia etse de, sonucun tam tersi olabileceğini söylüyor.
Rusya’nın önemli düşünce kuruluşlarının uzmanları, Trump’ın Kudüs kararının bölgeyi istikrarsızlığa, yeni bir çatışma sürecine sürükleyeceğinde hemfikir. Kararın aynı zamanda İran’ın güçlenmesine de sebep olacağını öngören Rus uzmanlar, ABD ve İsrail’in de böyle bir etki beklediğinden şüpheleniyor. Moskova Carnegie Merkezi uzmanı Marianna Belenkaya Trump’ın bu kararının formel olarak bir şeyi değiştirmediğini yazıyor; Kudüs’te bulunan konsolosluk tabelasını değiştirerek başkonsolosluğunu taşımış olacak olan ABD yönetiminin asıl amacının “üzüm yemek değil bağcıyı dövmek” olduğunu iddia ediyor. Belenkaya’ya göre, Trump’ın kararı Ortadoğu sokaklarını ısıtabilir ve radikal eylemlere kapı arayabilir. Sonuçta Belenkaya da bu olayın İran’ın güçlenmesine sebep olacağının altını çiziyor.
Liberal ve “Batıcı” Rus uzmanların dikkate almadığı tek husus ise Türkiye’nin ön plana çıkması. Rusya’da liberallerin çoğu Arap liderlerin sözlü beyanlarını eyleme dönüştürmeyeceğinde hemfikir. Türkiye’yi bir NATO ülkesi olarak algılayan bu uzmanlar, Türkiye’nin Müslümanlara önderlik edebileceğini akıl edemiyor; hatta Filistin davasını daha çok bir Arap meselesi olarak görüyor.
Putin ‘ara bulucu’ konumunu koruyacak
Kremlin’e yakın ulusalcı analistler Türkiye-İran ittifakının öne çıkacağını dile getiriyorlar. Rusya Politika Teknolojileri Merkezi yöneticisi Aleksey Makarkin RİA Novosti’de yaptığı yorumda, Erdoğan’ın Kudüs’e sahip çıkacağını söylüyor. Makarkin’in ve devlet medyasında değerlendirme yapan uzmanların çoğunun Kremlin’in ağzıyla konuştuğu ise Rusya’yı az çok tanıyan herkesin bildiği bir vaka. RİA Novosti’de 14 Aralık’ta yayımlanan “İslam dünyası ABD’ye karşı” başlıklı analiz haberde, Türkiye-İran ittifakının oluşabileceğini, fakat bunun için Sünni ve Şii ayrımından vazgeçilmesi gerektiği yazılıyor. Şii-Sünni birliğine karşı çıkan tarafın Suudi Arabistan olduğunu dile getiren analiz haberde, Suudilerin İstanbul zirvesine katılımının diplomatik seviyesinin düşük olduğunun da altı çiziliyor. RİA Novosti’nin analiz haberinde de Suudilerin İran karşıtlığı ön plana çıkarılıyor. Analizin yazarı İgor Gaşkov, Sünni-Şii ittifakının asıl liderlerinin Ankara ve Tahran olduğunu söylüyor.
Rus uzmanlar ve Kremlin’e yakın medya Kudüs krizini değerlendirirken, Ortadoğu’ya dönen Rusya’nın Filistin meselesinde nerede durduğuna hiç değinmiyor. Dört sene boyunca Suriye’de taş üstünde taş bırakmayan Rusya, Kudüs krizine gelindiğinde suskunluğa büründü. Putin ve Erdoğan Ankara’da basın açıklaması yaparken “Türkiye ile fikirlerimiz örtüşüyor” diyen Kremlin, Kudüs ile ilgili açıklamalarında BMGK’nin 1967 yılında aldığı karara gönderme yapmakla yetiniyor.
Putin’in artık gelenekselleşen büyük basın toplantısında bile Kudüs’ün anılmaması, Kremlin’in bu konuda taraf olarak görünmek istemediğini gösteriyor. Sessizliği koruyan Kremlin’in, İsrail-Filistin meselesini Türkiye-İran ittifakına havale ettiği izlenimi oluşuyor. Kremlin Kudüs “maçında” hangi takımda oynadığını yüz yüze bildirmiştir; oynadığı takımı yarı yolda bırakmaz ve desteğini de çekmez. Fakat Rusya, futbolla satrancın karışımı olan yeni Ortadoğu oyununda, “ara bulucu” konumunu koruduğu mesajını da davranışlarıyla vermekten kaçınmaz.
Toparlamak gerekirse, Putin, Kudüs hamlesinin öncelikle İran ve Türkiye’ye karşı yapıldığını var sayıyor ve bu iki ülkenin ABD’yle var olan sorunlarını çözmesi için aradan çekiliyor. Yeri geldiği zaman tarafsız olacak, yeri geldiğinde ise BMGK’de veto hakkını kullanarak takıma dahil olacak. Fakat Rusya için Kudüs olmazsa olmaz bir mesele değil. Rusya için Kiev Kudüs’ten daha değerli. Bunu Putin’in basın toplantısında bir defa bile Kudüs’ün ismi anmazken Kiev’e yarım saatten fazla vakit ayırmasından da anlayabiliriz.
Saslanbek İsaev