“İslamofobi, retorik nefret söylemi olma eşiğini aştı”

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

(AA) – Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı (SETA) tarafından hazırlanan ve Avrupa’da ırkçılık ile İslamofobi ile ilgili gelişmelerin değerlendirildiği raporda, bugün gelinen noktada İslamofobinin artık Müslümanlara yönelik sadece retorik bir nefret söylemi olma eşiğini çoktan aştığına dikkat çekilerek, okul, iş yeri, cami, toplu taşıma araçları ve sokakta Müslümanlara yönelik fiziki saldırılarda kendini gösteren somut bir düşmanlık halini aldığı tespiti yapıldı.

SETA tarafından geçen yıl ilki hazırlanan ve 25 ülkenin değerlendirildiği, “Avrupa İslamofobi Raporu”nun ikinci sayısı yayımlandı. Irkçılık ve İslamofobi çalışmaları gibi farklı alanlardaki 31 uzman tarafından hazırlanan rapor, 27 ülkeyi kapsıyor. Raporda, söz konusu ülkelerde geçen yıl yaşanan gelişmeler analiz ediliyor.

Raporda, İslamofobinin, Avrupa Birliği’nin (AB) demokratik düzeni, sosyal barışı ve değerleri için olduğu kadar farklı kültürler, dinler ve milletlerin bir arada yaşamasına yönelik büyük bir tehdit haline geldiği belirtildi.

Rusya’dan Portekiz’e, Yunanistan’dan Letonya’ya kadar hemen hemen tüm Avrupa kıtasını kapsayan bulgulara göre eğitim, istihdam, medya, siyaset, yargı ve internet gibi farklı alanların tamamında İslamofobinin “ciddi ve gözle görülür” artış gösterdiğinin altının çizildiği raporda, 2015’te açıklanan ilk rapordan bugüne kadar İslamofobi ile mücadelede çok az ilerleme kaydedildiği vurgulandı.

Raporda, şu tespitlere yer verildi:

“2016 ülke raporları dikkatle incelendiğinde Avrupa’da demokrasi ve insan haklarının gün geçtikçe daha da kötüye gittiği görülmektedir. İslamofobi, Avrupa’daki Müslümanların özellikle gündelik yaşamlarında daha da görünür hale gelmiştir. Bugün gelinen noktada İslamofobi artık Müslümanlara yönelik sadece retorik bir nefret söylemi olma eşiğini çoktan aştı ve okul, iş yeri, cami, toplu taşıma araçları ve sokakta Müslümanlara yönelik fiziki saldırılarda kendini gösteren somut bir düşmanlık halini almıştır.”

Raporda, bazı Avrupa ülkelerinde küçük ilerlemeler kaydedilmesine karşın, Avrupa’daki insan hakları ve dini özgürlüklerin korunması yolunda hala aşılması gereken ciddi zorluklar bulunduğuna işaret edildi.

Chatham House Avrupa Programı’nın yaptığı bir araştırmanın sonuçlarının aktarıldığı raporda, Avusturya, Belçika, Fransa, Almanya, Yunanistan, Macaristan, İtalya, Polonya, İspanya ve Birleşik Krallık’taki katılımcıların yüzde 71 ile 41 arasında “Müslüman göçmenler başta olmak üzere yeni göç dalgaları engellenmeli” fikrini desteklediği belirtildi.

Yapılan diğer bir anketin sonuçlarına da yer verilen raporda, Avrupa’da mevcut ve gelecekteki Müslüman nüfusun birçok ülkede abartıldığı bildirildi. Söz konusu ankette sorulan “2020 yılını düşündüğünüzde her 100 kişiden kaçının Müslüman olacağını düşünüyorsunuz?” sorusuna Fransa’da gerçek projeksiyon yüzde 8,3 olmasına rağmen nüfusunun yüzde 40’ının Müslüman olacağı cevabının verildiği bilgisi paylaşılan raporda, İtalya’da bu oran yüzde 26 iken, Belçika ve Almanya’da ise yüzde 24 olduğu ifade edildi.

Raporda, “Avrupa genelindeki İslamofobik olaylar, saldırılar, tutumlar ve kıta genelinde iktidar odaklarının sarsılmaz İslamofobik tavırları göz önünde bulundurulduğunda, bahsi geçen bu rakamlar şaşırtıcı değildir. Müslümanlar hem içeride hem de dışarıdaki düşman olarak görülmektedir. Batı toplumlarında Müslümanların kendileri ile eşit haklara sahip vatandaşlar olmadıklarına dair geniş bir kabul vardır.” ifadesi yer aldı.

“İslamofobi Müslümanları ötekileştirmektedir”

İslamofobik tutum ve davranışların hiçbir şekilde İslam ve Müslümanlar hakkında yanlış bilgilendirilen, ekonomik durumu kötüye giden işçi sınıfı veya orta sınıfla sınırlı olmadığına dikkat çekilen raporda, kavramın bilhassa eğitimli elitler ve seçkinler için de geçerli olduğu belirtildi.

Bazı meslekler için tesettürün, kamuda nikabın ve bazı Avrupa şehirlerinde minarelerin yasaklanması ya da Müslümanların ifade özgürlüğünü kısıtlayan diğer tüm düzenlemelerin bu tespiti doğruladığı ifade edilen raporda, dolayısıyla medya, toplumun ve siyasetçilerin bu tür kararlar alınmasını kabul ettiği ve desteklediği bir ortamda, Müslüman mülteci veya göçmenlerin Avrupa’ya gelmesine karşı ortaya çıkan güçlü muhalefetin şaşırılacak bir durum olarak görülmediği vurgulandı.

Rapor kapsamında editörlerin kullandığı İslamofobi tanımına ilişkin, şu ifadelere yer verildi:

“Antisemitizm çalışmalarının da gösterdiği gibi kelimelerin etimolojik kökeni her zaman o kelimenin tam kapsamlı manasına ya da nasıl kullanıldığına işaret etmemektedir. Bu durum İslamofobi kavramı için de geçerlidir. Dolayısıyla her ne kadar tartışmalı bir kavram olsa da İslamofobi kamusal alanda kullanıldığı kadar akademide de iyi bilinen bir terim haline gelmiştir. Bundan dolayı biz de bu çalışmamızda İslamofobi terimini kullanıyoruz ve bu terimle daha çok Müslüman karşıtı ırkçılığı kastediyoruz.

İslamofobi, bir günah keçisi (gerçek ya da uydurulmuş) ilan ederek iktidar alanı inşa etmek, genişletmek ve bu durumu istikrarlı hale getirmek isteyen hakim sınıflar tarafından kullanılmaktadır. Bu hakim sınıflar ilan ettikleri bu günah keçisini yine kendilerinin inşa ettiği ‘biz’ tanımının dışına itmekte ve kendilerinin yararlandığı kaynaklardan ve haklardan mahrum bırakmaktadır. İslamofobi sabit ve negatif değerler atfedilmiş ve tüm Müslümanlar için genellenmiş bir ‘Müslüman’ kimliği inşa ederek Müslümanları ötekileştirmektedir.”

Müslümanların ya da İslam dininin makul bir şekilde eleştirilmesiyle Müslümanlara yönelik nefret söylemleri üreten İslamofobik tutumların birbirinden net bir şekilde ayrılması gerektiği belirtilen raporda, Müslümanlara ve İslam’a yönelik makul eleştirilerin İslamofobik olarak değerlendirilemeyeceği vurgulandı.

İslamofobinin, Müslüman karşıtlığının ya da Müslüman karşıtı nefret suçlarının tüm Avrupa ülkelerinde kayıt altına alınmasının önerildiği raporda, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) gibi kurumların Müslümanlara yönelik ayrımcılık, nefret suçları ve söylemleri için güçlü izleme ve kayıt mekanizmaları kurmaları gerektiği belirtildi. Güvenilir veriler elde edebilmek için de mekanizmaların cinsiyet ve ön yargı temelli farklı kategorileri kapsaması, bu önerinin de dinsel ve ırksal verilerin toplanmasına izin vermeyen ülkelerde uygulanmasının daha zor olduğu ve Müslümanlara karşı yürütülen ayrımcılığı gizlediğinin altı çizildi.

“Ulusal güvenlik adına din ve inanç özgürlüğünün kısıtlanması kabul edilemez”

İslamofobi ile mücadele mekanizmalarının daha erişilebilir ve açık olması gerektiğinin altı çizilen raporda, eleştirel vatandaşlığın güçlendirilmesi ve Avrupa devletlerinin demokrasilerinin derinleşmesi için Avrupa’daki Müslüman toplumunun İslamofobi ile mücadele alanında güçlendirilmesi ve cesaretlendirilmesi gerektiği ifade edildi.

Raporda, şu değerlendirmelere yer verildi:

“Avrupa’nın kendisini ırkçılık sorununu aşmış bir topluluk olarak lanse etme yanılgısı, birçok Avrupa toplumunun İslamofobinin yerel düzeydeki etkilerinin boyutunu anlamasını engellemektedir. Bu dahilde İslamofobi ile ilgili yapılan tartışmalarda odak noktasının Müslümanların eylemlerinden ziyade Avrupa toplumlarının eylemlerine yönelmesi gerekmektedir. İslamofobi ve ırkçılık, bizlere bu tavırlara maruz kalan hayali günah keçileri veya kurbanlardan ziyade ırkçılarla ilgili daha fazla şey anlatmaktadır. İslamofobi her şeyden önce Avrupa toplumlarının karşı karşıya olduğu bazı temel iç sorunlara işaret etmektedir. Bir toplumsal hastalık olan İslamofobinin tanınması ve eleştirel olarak değerlendirilmesi, Avrupa’da daha adil toplumlar yaratabilmek için hayati öneme haizdir.”

Müslümanların herhangi bir güvenlik sorunu haline getirilmeden ya da kriminalize edilmeden diğer hakim dini ve siyasi gruplara sunulan en temel haklardan yararlanabilmesi gerektiği vurgulanan raporda, “Şiddet yanlısı aşırılıklarla mücadele adına İslam’ın bir güvenlik sorunu haline getirilmesi ve bunun bir sonucu olarak Müslümanların dinlerini özgürce yaşamalarının, toplantı ve seyahat özgürlüklerinin engellenmesi Avrupa’daki tüm demokratik güçler tarafından sorgulanmalıdır. Ulusal güvenlik adına din ve inanç özgürlüğünün kısıtlanması kabul edilemez. Avrupa sadece aşırı sağcı ve popülist partilerin nefret söylemlerine meydan okuyan siyasetçilere değil istihdam, eğitim, bürokrasi ve medya alanında Müslümanları hedef alan İslamofobik kurumsallaşmış ırkçılığa karşı da mücadele eden daha cesur siyasetçilere ihtiyaç duymaktadır.” değerlendirmesinde bulunuldu.

Raporda, gazeteci ve editörlerin kendi medya organlarındaki İslamofobik haber verme tarzına meydan okuması ve Müslümanlarla ilgili daha dengeli görüşlere yer vermesi gereğine dikkat çekildi.

Müslüman kadınların İslamofobinin en savunmasız kurbanları olduğunun gözlendiği raporda, “Görünür şekilde Müslüman olduğu belli olan kadınlar birçok yerde toplumsal olarak dışlanmış durumdadır. Eğitim ve istihdam alanında olan ayrımcılık başta olmak üzere Müslüman kadınlara karşı nefret suçları (verilere göre Müslüman bir kadının sokakta saldırıya uğrama oranı Müslüman erkeklere göre yüzde 70 civarında daha yüksek) saldırıya maruz kalan kadınlar üzerinde telafisi zor izler bırakmaktadır.” tespitine yer verildi.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Uygulamayı Yükle

Uygulamamızı yükleyerek içeriklerimize daha hızlı ve kolay erişim sağlayabilirsiniz.