Ahmet Urfalı, yazıları ve gerçekleştirdiği etkinliklerle göç üzerinde çalışmalar yapan bir yazardır. Kendisi, Türkiye ve Belçika’da bu konuda konferanslar, paneller, sergiler ve sempozyumlar düzenlemiştir. Gazetemiz adına “Göç Söyleyişleri” adı altında ilgililerle bir yazı dizisi hazırlanmıştır. Bu yazı dizisi ve göç üzerine Ahmet Urfalı’yla konuştuk.
“Avrupa’ya yapılan Türk işçi göçünün şifrelerini anlatır mısınız?”
A.U.: “Göçerlik bir hayat tarzı, yaşama biçimiydi, yılkı ve sürü için otlaklar gerekiyordu. Türk; evini, ihtiyaçlarını, ümitlerini, beklentilerini ona göre düzenlemek zorundaydı. Düzenli, maharetli, teşkilatçı mücadeleci ve disiplinli olacaktı. Soy ilişkilerinde bağlılık andına uyacaktı. Kapalı toplumda, yaşamakta olan bir ferdin gözünde sınırlı, küçük, durgun bir dünyadır. Buna karşılık, açık bir toplum için dünya; sınırsız, sonsuz ve sürekli değişim içindedir. Yerleşik çiftçi toplum durgun, hareketsizdir. Çünkü toprağa bağlıdır. Ekim ve hasat süreleri bellidir, acele etmesine gerek yoktur. Birey öndedir, ırgatları ve köleleri vardır.Göçebeler toplumcudur. Çünkü işler yardımlaşma ve dayanışma ile görülür. Irgata ve köleye ihtiyaç yoktur. Devlete ve millete karşı yükümlülükleri bulunur. “Ele güne karşı” deyiminde el, devlet, gün (kün) millet anlamındadır. Göç, gerekli ve yeni ümitlenmelerin başlangıcıdır. Her şeyi yeni baştan kurmak, azimli ve kararlı olmak, özgürlüğün, kendine güvenin bilinciyle hareket etmek, savaşa, mevsim değişikliklerine hazırlıklı bulunmak göçerliğin en belirgin vasıflarıdır. Göç, ümit ve kurtuluştur. Çiftçi isimleri yer, göçer isimleri hareket ile ilgilidir.Hareketli olmayan toplumlar, üretken değildir, yeniliğe kapalıdır. İlerleme, yükselme, değişip gelişme gibi canlılık ifade eden kavramlar, onun durgunluğunda kaybolmuştur. Kendinden başka bir şey görmeyen toplumlar nasıl ilerleyebilir?Atalarımız göçerek, durgunlaşan milletleri hareketlendirdi.Uygarlıkların sentezini yaparak Oğuz Kağan’ın dünya barışını sağlamaya çalıştı. Dünya cihangirlerinin üstünlüklerindeki sır, göçtür.Göçerlerin kalesi olmaz. Onlar kaleler fetheder.İnsan yaşadığı yere benzer. Biz bozkırın çocuklarıyız.
“Yerleşik insan, bir ailenin sınırlı menfaatleri dışında herhangi bir hak davası gütmeye ve daha geniş bir cemiyet yapısının gereklerini düşünmeye ihtiyaç duymazken, bozkırlı, kalabalık sürülerini türlü manevralarla kışın ayrı, yazın ayrı ve birbirinden uzak mesafelere götürmek; otlakları ve suyu silahla muhafaza etmek; hayvanların yaylak ve kışlaklarda barındırılması, çeşitli hastalıklardan korunması, tedavi edilmesi gibi maharetlerde yatkınlık kazanmak; gerektiğinde otlak ve kaynakları ortaklaşa kullanabilme için diğer sürü sahipleri ile anlaşmalar yapmak ve aralarındaki haksızlıkların, anlaşmazlıkların halli için bir hakem heyeti ve başkanlığı tesis etmek; nihayet besicilik-çobanlık zamanla geliştikçe çok geniş arazi üzerine yayılan, şiddetli rekabetlerden bunalan kabilelerin toplanarak müştereken mücadeleye hazır tutulması zaruretinin doğurduğu daha kuvvetli bir teşkilat kurmak, buna ‘meşruiyet’ kazandırmak gibi hukuki yollar aramak zorunda kalmıştır.”
“Böylece bozkırlı, çobanlığın geliştirdiği sevk-idare kabiliyet ve emretme-itaat alışkanlığını ‘hayvan sürülerinden insan kütlelerine intikal ettirmek’ suretiyle beşeriyet tarihinde çok etkili bir dinamizm içine girerek bambaşka bir dünya görüşü elde etme şansına erişmiştir.”
“Bu durum bütün sosyal, ekonomik, hukuki cepheleri ile tarihte ilk ‘sosyal organizasyonun açık belirtisinden başka bir şey değildir.”
“Bu sosyal organizasyonunun ilişkileri töreye göre düzenlenir.Türk’ün tarih seyrinde göç, gurbet olagelmiştir hep. Türk’ün dinamik yapısı biraz da bununla ilgili olsa gerek. Efsanesinde göç ,türküsünde gurbet, ağıtında hüzün vardır Türk’ün. Gurbetle gariplik ikiz kardeştir, yurdundan yuvasından ayrılınca sen. Biri gözyaşı akıtır gözünden, diğeri ağıt yakar. Türk ulusu, göç etmeye, gurbete çıkmaya mistik bir anlam yüklemiştir. Ahmet Yesevi, gurbete çıkmayı dervişlerine telkin ve tavsiye edip onları üç yöne salmıştır. Göç ve gurbet Türk’ün alınyazısıdır. Bunlar kuru sözler değildir; içeriğinde kültürel kodları,gidilecek yolları,erişilecek ülküleri, ulaşılacak hedefleri anlatır. Gurbet garipliği, Pir-i Türkistan Ahmet Yesevi’nin bir mirasıdır; yüzyıllardır süren ve sürecek olan.”
“Müslümanlar İspanya’dan çıkarıldı, biz de Viyana’yı silahla geçemedik. Altın hilali birleştiremedik. Yüzyıllar sonra barış yolu ile görünüşte bir işletme sermayesi kazanıp dönmek için Avrupa’ya girdik. Bu sefer muzaffer bir ordunun kahramanları değildik, ancak yukarıda izah ettiğimiz üzere Oğuz Han’ın barış projesinin bilinmez birer insanı olarak görevliydik.Çünkü tarih bize bu misyonu taşımayı ön görüyordu.Avrupa’daki Türk nüfusunun büyük çoğunluğu 25 yaşın altındadır. Bu genç nüfus yorgun, yaşlı ve enerjisiz Avrupa’ya yeni bir güç katmıştır.”
Belçika’ya göçün kültürel boyutu hakkında neler söylersiniz?
“Göç insanın yaratılmasıyla başlar. Mevsimlik göç, iç göç,sürekli göç, serbest göç, zorunlu göç, uluslar arası göç adları ile anılan göç olgusu, tarihin ilk çağlarından başlayarak biryer değiştirme olarak karşımıza çıkar. Özellikle batının sanayi devriminde duyduğu insan gücü ihtiyacı uluslar arası göçe yeni bir ivme kazandırmıştır. Bu göç hareketinin daha uzun yıllar devam edeceği görülmektedir.Sadece belli bir sermaye edinebilmek için gurbete çıkan birinci nesil, sağladığı yeni imkanların bir kısmını yurduna aktarmış, ancak en önemli varlığı olan çocuklarını dönüşe ikna edememiştir. Artık ikinci ve üçüncü nesil, anne ve babalarının misafir işçi olarak geldiği ülkeye, ikinci vatanın yeni yurttaşı olarak bakmaktadır. Dönüş düşünülmemekte, yeni ülkenin imkan ve fırsatlarından daha fazla yararlanma yolları aranmaktadır. Yumurta ve ekmek almak için markete ,cebinde yumurta kabuğu ile ekmek ufağı götüren işçi çocukları, vatandaşı olduğu yeni ülkede artık memur, milletvekili,bakanolabilmektedir. Yeni durumun ortaya koyduğu melez kültür, insanlarda mensubiyet düşüncesini de sarsmaktadır. Orada yabancı,burada gavurcu olarak tanımlanma kültürel anlamda şoklara neden olmaktadır. Eve dönüş, vatana kavuşma düşüncesi terk edilmeye başlamıştır. Artık ‘’Türk Mezarlıkları ’’kurularak ölüler de vatana getirilmemektedir. Zira ;Türkistan ata vatan, Türkiye ana vatan, Belçika yeni vatan olarak kabul edilmektedir. Memlekette alınan mülkten dolayı pişmanlıklar doğmuştur.Anavatana olan bağlılık günden güne zayıflamakta, Türklük bilinci azalmaktadır. Döviz makinası olarak görülen işçiler ve onların çocukları kendi kültürlerine yabancılaşmaktadır.Halbuki kişi ve devlet olarak alınacak tedbirlerle milli kültür bağları kuvvetlendirilerek, hem asimilasyon önlenir ve hem de oradaki yurttaşlarımızın Türk milletinin şerefli birer ferdi kalmaları sağlanabilir.”
“İnsan belli bir ülkede belli bir ailede dünyaya gelir. Ana baba , yakın akraba ve komşulardan oluşan toplumsal gruplar içinde büyür ve toplumun bir üyesi olur. Toplumun dilini, dinini, bilgisini, sanatını, ahlakını, alışkanlıklarını, kısaca kültürünü öğrenir ve benimser. İnsan, kültürün bazı öğelerini ailede ve okulda, bazılarını okul dışında ve okul sonrasında kazanır ve onları kişiliğinin bir parçası olarak görmeye başlar. İnsana içinde yaşadığı toplumun kültürünü kazandıran bu sürece, kültüre katılma denir. Bu yolla bir toplumu oluşturan bireyler benzer özellikleri taşıyan, birbirini anlayan kişiler durumuna gelir ve aynı toplumsal grup, toplum ya da ulusun üyeleri olur. İnsanlar bir kültürü o kültüre katılarak kazanırlar. Her kültür kendine özgü öğelere sahiptir. Bu öğeler içerisinde, o kültürün genel özelliklerini taşıyanlar başta gelir. Dil, din, tarih, töre ..kültürü meydana getiren temellerdir.”
“Göçmen Türkler kimi sosyal zorluklara rağmen, Belçika’ da olduğu kadar diğer Avrupa ülkelerinde de, kültürel uyum uğruna genel olarak örf ve adetlerinden ödün vermemiş ve çoğu geleneklerini korumayı başarmışlardır. Bunda Emirdağlıların büyük payı vardır. Gerek yakın akrabalık ilişkileri gerekse hemşehrilik duyguları sosyal kontrol sağladığı gibi dayanışma bilincini de uyanık tutarak milli kültürden kopmayı önlemiştir. Milletlerin önemli kuvvet kaynaklarından biri de tarihleridir. Tarih, milletin ortak karakter ve değerlerini gösterir. Toplumlar, millet olarak yarlıklarını devam ettirebilmek için tarihlerine dayanmak zorundadırlar. Tarih, millette kök duygusunu uyandırır. Bu duygu, birey veya toplumda bir millete mensubiyet bilincini canlı tutar ve onu derinleştirir. Birey ve toplum, en uzak geçmişten sonsuz geleceğe doğru akıp giden zaman içinde var olduğu ve var olacağı duygusuna ancak tarih bilinci ile ulaşabilir. Bu bilinç, birey ve toplumda kendini gösterdiği zaman tarihîlik de gün yüzüne çıkar. Geçmişten, yaşanılan zamana doğru kesintisiz geliş, her devri ile perde perde açılır. Tarih sahnesinde ne varsa, dikkatler bunların üzerine düşer. Düşünce hâlihazırın dar çerçevesinden çıkıp, yeni bakış ve yorumlar aralığından yeni ufuklara yönelir. Bunu tarih bilinci sağlar. Tarih bilincine tarih bilgisi olmadan ulaşılamaz. Tarih üzerine bilgi sahibi olmak ise, tarih bilincine sahip olmak demek değildir.Tarih bilinci kendiliğinden ortaya çıkmaz; zaman, mekân ve şartlara tarih bilgisi ile bakmak, görüleni yaşanılan anın değerleri ile yorumlamak suretiyle doğar. Milletlerin ortak ruhunu dokuyan, besleyen ve zenginleştiren kuru tarih bilgisi değil, tarihteki olaylara ve geçmişten kalan her şeye, anın ihtiyaçlarına göre getirilmiş yorumlarla oluşmuş; hayata ve tarihe, varlığı ve ruhu ile iştirak etmekten doğan tarih bilincidir. Tarih bilinci geçmişten beslenmekle beraber ileriye doğru giden düşünceye dayanır ve geleceğe yön vermede belirleyici yer tutar. Gelecek tasavvuru tarih bilinci ile oluşur. Tarihin biriktirdiği her şey; bütün bir medeniyet, yaşama şekli, maddî ve manevî değerler buna yardımcı olur. Tarih bilinci, tarih bilgisi yanında, geçmişle doğrudan temasa geçmeye de ihtiyaç duyar. Geçmişle teması ise ancak tarihten bugüne kalan eserler sağlayabilir. Bu eserler sadece mekânı fethetmek suretiyle değil, mekânla birlikte zamanı da fethederek devamlılığı sağlayan eserlerdir.”
“Göç Emirdağ’ın sosyolojik yapısını nasıl etkilemiştir?”
“Arnold Toynbee şöyle diyor: “Göçebenin hayatı, insan maharetinin bir zaferidir.” Batı Türkistan’ın Türkmenistan bölgesinin Ordu ve Cendşehirlerinden başlayan göç; Horasan, Musul, Kerkük, Şam, Beriye, Urfa, Diyarbakır, Erzurum, Erzincan yaylaları, Rakkave Emirdağ şeklinde cereyan etmiştir. Göç; atlı-göçebe, bozkır halkının genel bir hayat tarzıdır. Hayvanlarına otlak bulmak amacıyla mevsimlere göre göçler yapılmıştır. Soy itibarı ile Boz-ulus Türkmeni olan Emirdağ halkı yüzyıllardan beri göç etmiştir. Nihayet 1960’dan itibaren yeni göç yönü Avrupa ve özellikle Belçika olmuştur.”
“Emirdağ halkı genel itibarı ile Emirdağ yöresinde yaklaşık 300 yıldan beri yaşamaktadır. Bu zaman diliminde de göçgüncülüğü bırakmamış 1970’li yılların sonuna kadar yaylaya çıkmışlardır. Büyük şehirlere iş bulmak amacıyla gidilmiştir. “Gurbete çıkmak” çeşitli nedenlerden dolayı sürekli yaşanmış, âdeta bir hayat tarzı olmuştur. Şundan emin olunuz ki, bir gün Avrupa’dan da başka yerlere göç edilecektir. Zira Türkmenlerin “Karada sakin değillerdir, yerleri yoktur.” Yani sürekli göç hâlindedirler. Yörük kelimesinin anlamı da çok gezen, çok yürüyen demek olduğuna göre, göç onlar için bir hayat olgusudur.”
“Özellikle dağ köylerinde tarım alanlarının kısıtlı olması ve miras yoluyla bölünmeler sonucunda bir hayli küçülmesi, hayatı sürdürecek verimin elde edilememesi ortaya çıkarmıştır. Keza hayvancılıkta da otlak ihtiyacının karşılanamaması verimi düşürmüştür. Nüfus arttıkça geçim iyiden iyiye zorlaşmıştır. 60’lı yılların sonuna kadar yayla ve arazi kavgaları kitlesel anlamda sürüp gitmiştir. İşsizlik hat safhaya yükselmiştir. İşsiz kitle, bir dildim ekmek peşinden gurbete çıkmıştır. Çoğunlukla Ege bölgesine bağ bellemeye, amelelik yapmak için değişik illere gidilmiştir. Bu gurbetçilik iç-göç olarak devam etmiş, bazen de insanlar ovalık köylere ve ilçelere göç ederek yerleşmişlerdir. Böylece tarım alanlarının yetersizliğine, yoğun-emek talebini azaltan mekanik yeniliklerle tarım alanlarına traktör, biçer-döver gibi makinelerin girmesi sadece emeği ile geçinen insanları geçim sıkıntısına sokmuştur. İşsiz kitle yeni arayışlara yönelmiştir. İnsanlar; hayat standartlarını yükseltmek, çocuklarına iyi bir gelecek hazırlamak, kırsal kesimdeki kavgadan uzaklaşmak, gidecekleri yerdeki sosyal ve kültürel imkân ve fırsatlardan yararlanmak için önce iç-göçe başvurmuşlar, yurt-dışı fırsatı çıkınca da hemen bu imkânı değerlendirmişlerdir. Burada Emirdağ halkının ekmeğini taştan çıkarma özelliği ile göçe yatkın olan soy tipinin öne çıkmasını belirtmek gerekir. Hısım-akrabadan borç bulanlar, eldeki-avuçtakini satanlar, tarlasını-takımını rehin bırakanlar Belçika’nın yolunu tutar. Belçika’ya gidip iş bulanlar önce ailesini, sonra da yakın akrabalarını yanlarına almak için istekte bulunmuşlardır. Böylece Emirdağlının hayat standardı yükselmiştir. Çocuklarını okutmaya önem vermeye başlamıştır. Bugün gerek yurt içinde gerekse yurt dışında yüzlerce bürokrat yetişmiştir. Geleneksel tarım ve hayvancılık mesleklerinin yerini eğitim, güvenlik, sağlık ve hizmet iş kolları almaya başlamıştır. Zenginleşen halkın hayata bakışı değişmiştir. Sosyolojik anlamda Emirdağlı değişmeye başlamıştır. Bu değişimin sağlıklı olarak gerçekleşebilmesi için halkın kültürel kodları koruyarak geleceğe yürümesi doğru olacaktır. Milli benliğini yitiren bir topluluk mankurtlaşmış olarak kaybolup gider. Kuvvetli aile bağları, akrabalık ilişkileri, milli dayanışma grupları kültürün sürekliliğini sağlar.”
“Emirdağlılar göç imtihanında başarılı olabildiler mi?”
A.U.: “Ekonomik nedenli olarak başlayan Avrupa’ ya göç olgusu gitgide siyasal, kültürel, ekonomik ve psikolojik boyutlar kazanmıştır. Misafir işçilikten siyasal katılımcılığa, kültürel entegrasyona, işverenliğe kadar bir süreç yaşanmaya başlanmıştır. Türk olmak, Türk kalmak öncelikle kendini küçük görme duygusundan sıyrılmakla başlar. Avrupa’da yüksek derecede bir yabancı düşmanlığı her zaman bulunmaktadır. Bu duygu bazı ülkelerde çok açık yapılırken,bazılarında bastırılmış bir vaziyette beklemektedir. Avrupalı’nın dindeki barbar sözü kendinden olmayan herkes için kullanılan bir aşağılama kelimesidir. Biz bunu nasıl aşacağız. Geçici işçilikten saygın ve eşit yurttaşlığa giderken sosyologlar, çeşitli milletlerden Avrupa’ da oluşan yeni sosyal gruplara değişik adlar vererek kavramsal açıklamalar yapmaktadırlar. Bunlar; Yeni Irk, Euro- Türk ( Avrupalı Türk ), Belçikalı Türk, Ulus-Ötesi vatandaş, Etnik azınlık , Çokkültürlülük, Çeşitlilik içinde bütünlük, Diaspora, dünya vatandaşlığı, Kültürel kimlik Çeşitlilik üstü bütünlük… gibi terimlerdir. Biz bu gruplardan, sosyolojik sınıflandırmalardan hangisine dahil olabiliriz. Yoksa bizim daha farklı bir konumumuz mu bulunmaktadır. Bir yazımda bu durum için şöyle demiştim: ’’Akrabalık bağları güçlü olan toplumda huzur ve güvenlik üst seviyededir. Moral değerler yüksektir.Emirdağlı gurbetle sınanıyor asırlardan beri ve yüreği örsle çekiç arasında dövülüyor.’’ Emirdağ halkının gurbete ve göçe yatkınlığı pek çok sorunu aşmasına sebep olmuştur. Üstün teşkilatlanma güce sayesinde Emirdağlılar bugün Avrupa’nın en disiplinli toplumudur. ’’Devlet yapsın’’ mantığını beklemeden pek çok zorluğu aşmışlardır. Diğer hemşehrigrupları Emirdağlıları örnek almıştır. Milli kültüre bağlılık, manevi değerlere düşkünlük Emirdağlıları dinamik tutmaktadır. Emirdağlılar Avrupa’nın ortasında Türk olmayı-Türk kalmayı başarmışlardır. Düşüncelerdeki farklılıklar, milli çıkarlar söz konusu olduğunda bir araya gelmeye ve dayanışma asla engel teşkil etmemiştir. Belçika’da Emirdağlılar bütün toplumsal kurumlarını kurarak ve tarihi misyonlarının şuurunda olarak geleceğe güvenli adımlarla yürümektedir.”
“Göçle ilgili neler söylemek istersiniz?”
“Senin ruhuna desen desen işlenmiş göçerlik. Atalarından miras kalmıştır, çocuklarına emanet bırakılacak. Göçerlik seni üstün kılmıştır, yatuklara karşı.Bu ruh halinin şifreleri vardır genetiğinde, Canlılığı devam eden ve hep depreşip duran.Bilgece bir öğüttür Bilge Kağana veziri Tonyukuk tarafından. “Hakanım, oturursak belli bir yerde yüz katımız olun düşman gelir, bizi yok eder. Halbuki göçer yaşarsak, Zayıf olduğumuz zaman çekilir, Güçlü olduğumuz zaman ilerleriz.” “Artık duralım.” diyen Meliksah’a, Nizamülmülk müthiş bir karşılık verir: “Hakanım, durursak çökeriz.” Göçerliktir topluma dinamizm, dayanıklılık, mücadele azmi, eşitlik ve dayanışma ruhu veren. Senin nazarında hayat, göçünü üzerinde taşıyan bir yoldur. Kara Yülük Osman Bey, “Beylik ve soyluluk, Yörüklük ve Türkmenliktedir.” deyip, asaletini öne çıkararak yürür. Asaletin, sert ve tok sözlü oluşundadır, aza kanaat edişindedir, Emir ve yasaklara uyuşundadır, doğruluktan ayrılmayışındadır. Atı, kendine kanat yapmak için ehlileştirdin. Tekerleği icat ettin kağnına. Demiri buldun, okunun ucuna. Ve demire su verip, eline kılıç yaptın.Göçküncü ruh zaten senin varlık sebebindi, Bu görkemli bir buluşmaydı, yedi iklim dört bucak dolaştıkça.”
“Göç Söyleşileri hakkında neler söyleyeceksiniz?”
A.U.: “Göç Söyleşileri” bir ihtiyaçtan doğdu. 50. Yılını idrak ettiğimiz göç olgusu üzerine bilim ve kültür adamlarımızla söyleyişiler yaparak kök değerlerimize bağlı kalarak toplumsal hayatımıza katkı sağlamak istiyoruz. Kültürel değerlerimizi koruyarak, gittiğimiz ülkelerin insanlarıyla uyum içinde yaşamak istiyoruz. Bütün bu konuları araştırıp konunun uzmanlarıyla değerlendireceğiz.
Röportaj: Cafer Yıldırımer