2000’li yıllara kadar yabancısı olduğumuz Belçika siyaseti, 90’lı yılların sonuna doğru Belçika vatandaşlığının kolaylaşması ama özellikle siyasete adım atan oportünistler sayesinde ilgimizi bir şekilde çeker oldu. Türkiye’de olduğu gibi kahve, kahve, dernek, dernek, hatta kapı, kapı dolaşan siyasete adım atmış Türk kökenliler tarafından verilen güzel vaatler ve sözler sayesinde Belçika siyasetini, fizyonomisini tanımadan kabullenmek zorunda kaldık ve her seçimde sözlerine inandığımız ve güvendiğimiz siyasetçileri seçek üzere sandık başına gittik.
Türk kökenlilerin adaylar sayesinde sayısız genel ve yerel seçimlerde toplumumuzu temsil etmek üzere belirlenen adaylarımıza oy verdik. Bazıları seçildi, bazıları ise seçilemedi. Ancak burada önemli bir detayı iyi belirtmek lazım. Bizler, yani Belçika’da yaşayan Türk toplumu, oyunu genel olarak partilere değil, belirlenen adaylara verdi. Yani partilere oy verenlerin büyük çoğunluğu bunu yaparken bilinçli bir şekilde yapmadı. Burada kimse, “Bu parti homoseksüelleri destekleyen bir parti” veyahut “Şu parti PKK’yı destekleyen bir partidir” demedi. Sandığa gitti ve benimsediği adaya oyunu verdi. Zaten “Türkiye’de Ak Partili, Belçika’da sosyalist” tartışmaları bu sebepten dolayı kaynaklandığını düşünüyorum. Ancak bu konuyu şimdilik irdelemeden bir kenara bırakalım.
Partilere bilinçsizce oy atılmasının altında birçok sebep yatıyor diyebiliriz. Burada belki Belçika gündeminden git gide uzaklaşan Türk toplumunun hatası olabilir ama hatanın büyüğü, partileri temsil eden seçilmişlerdir. Belki de, parti yönetimleri tarafından bu konuda özel direktifler almış olabilirler, orasını bilemeyiz.
Her seçim süreci geldiğinde, adaylarımız geldiler ve her ortamda o ortamın diliyle konuşarak sadece oy istemesini bildiler. Bunun için güzel vaatler sıralayanlar oldu. Seçim öncesi bazıları Türk mahallesindeki yolların onarımını üstlendi, bazıları eğitim sorunu çözdü, bazıları başörtüsü sorununu, bazılarıysa ayrımcılığa çözüm buldu… Ve daha nice sorunlara güya çözüm bulunmadı?
Elbette hergün farklı farklı sorunlarla boğuşan Türkler, seçilmişler sayesinde bu sorunların çözüleceğini ümit ederek, partiler konusunu pek yakından irdeledikleri ve inceledikleri söylenemez. Türk kökenli siyasetçilerden hiçbiri, gittiği yerde “Partimiz homoseksüelleri destekliyor”, “PKK’yı destekliyor”, “Sözde Ermeni soykırımını destekliyor” ya da “Başörtüsüne karşı, “İslam’a karşı” gibi bir açıklama yaptığını duymadık. Duymamamız da gayet doğal. Zira bir siyasetçi bu yönde bir açıklama yapmış olsaydı, bir şekilde siyasi kariyeri başlamadan biterdi.
Fakat Türk kökenli siyasetçilerden bu şekilde bilgiler beklemek doğru değil. Sonuçta siyaseti kariyer edinmek isteyenlerden bu yönde bilgiler beklemek zaten doğru olmaz. Bu bilgilere aslında erişmek o kadar sanıldığı gibi de zor değil. Belçika siyaseti ile içli dışlı olanlar zaten neyin ne olduğunu iyi biliyor. Ancak evinde sadece Türk kanallarını izleyen, Belçika gündemini takip etmeyenler neyin ne olduğunu anlamakta daima güçlük çekerler. Maalesef bu tür insanlar, her zaman Türk kökenli siyasetçilerin anlattıklarını algılamak zorunda kalırlar. Belçika gündeminin takip edilmemesi bir yana, kimsenin parti tüzüklerini yeterince incelememeleri birçok alanda zaafiyetlere neden oldu. Ayrıca partilerde Türk kökenli üye sayısının azlığı da zaten her şeyi anlatıyor.
Oysa gerçek, sadece Türk kökenli siyasetçilerin anlattıklarından mı ibaret? Her siyasetçi yıllardır, partisinin Türkleri sevdiğinden, Müslümanlara en yakın parti olduğundan falan söz etti. Lakin 2015 yılında gerçekler ortaya çıktı. Her şeyin, bizim Türk kökenlilerin anlattığı gibi güllük gülistanlık olmadığını gördük. Sözde Ermeni Soykırımı için yapılması ön görülen saygı duruşu yüzünden başlayan tartışmaların sonucunda, Milletvekili Mahinur Özdemir, Müslümanlara en yakın parti olarak gösterilen CDH’tan (Hümanist Demokrat Parti) ihraç edildi. 2016 yılında ise, Türkiye’de yaşanan darbe teşebbüsünün ardından, FETÖ tarafından Erdoğancı olarak lanse edilen Ahmet Koç, Flaman bölgesindeki Türk toplumundan en çok oyu alan spa’dan (Flaman Sosyalist Parti) ihraç edildi. Bu şekilde partilerin gerçek yüzlerini bir nebze görmüş olduk.
15 Temmuz 2016 tarihinde FETÖ’nün Türkiye’de gerçekleştirdiği darbe teşebbüsü sonrasında Belçika kamuoyunun Türkiye aleyhtarlığı yapması, partileri de etkisi altına alırken, özellikle Ahmet Koç’un spa’dan ihraç edilmesi Türk karşıtı Belçikalı kökenlilerin iştahını kabarttı ve bu durum ister istemez partiler üzerinde bir baskı oluşturdu. Deyim yerindeyse diken üstünde duran Türk kökenli siyasetçiler bu sefer DAEŞ’e karşı mücadele veren kahramanlar olarak lanse edilen PKK konusu yüzünden zor anlar yaşamaya başladılar. Bu konuda da en büyük zorluğu Saint-Josse belediyesine başkanlık eden, aynı zamanda Federal Parlamento’da milletvikili olarak görev yapan PS’li (Sosyalist Partisi) Emir Kır oldu. Belediyesinde yer alan PKK destekçisi örgütlerin el üstünde tutulmasına ve PKK sempatizanlarına hafta içerisinde belediyesinde yürüyüş izni verilmesine isyan eden Emir Kır, Belçika kamuoyu tarafından adeta topa tutulurken, en ağır darbeyi, PS’in ağır toplarından olan Laurette Onkelinx’ten yedi. Belçika basınına konuyla ilgili bir açıklama yapan Onkelinx, Emir Kır’ı sözlerinden dolayı eleştiriken, “PKK, DAEŞ ile kıyaslanamaz” demesi aslında her şeyi özetledi.
Burada şunu bir kez daha görmüş olduk. Belçika toplumuna bir şekil konuşan Belçikalı siyasetçiler, aslında Türk toplumuna başka bir şekilde konuşuyorlar. Siyaset konusunda ağır basan Belçikalıların istedikleri şekilde adım atanlar, gözlerinde çerez veya keklik olarak gördükleri Türk toplumunu ne kadar kale aldıkları merak konusu. Gerektiği için, Avrupa Parlamentosu tarafından terör örgütleri listesinde yer alan PKK’yı meşrulaştıran bu insanlar, Türklerin programlarına katıldıkları vakit, şirin görünmek adına “Meraba ben Türkleri seviyor” diyerek, Türklerle alay etme cürretinde bulunabiliyorlar. Bu durum karşısında, “Helal olsun” diyen zavallı Türk, seçim vakti geldiği zaman, Sözde Ermeni Soykırımı’nı dayatanları, PKK’yı meşrulaştıranları, Ermeni anıtını dikenleri, Türk kökenli siyasetçileri partiden ihraç edenleri, başörtüsünü yasaklayanları, Müslümanlığı kısıtlayanları, FETÖ’cüleri destekleyenleri ve Türkiye’ye aleyhte çalışmalar yapan bütün siyasetçileri unutuyor ve tekrar sandığa giderek oyunu kullanıyor. Bu da biraz yine bizim Türk kökenli siyasetçiler sayesinde gerçekleşiyor.
Oysa Türk kökenli siyasetçiler, kariyerlerini ilk plana koyacaklarına, Türk toplumunu ilk plana koysalar ve bunun için parti içerisinde lobi faaliyetleri yürütseler, önümüzdeki dönemlerde hem kendileri hem de Türk toplumu rahat edecek. Lakin gerçekleşmediği takdirde, hem Türk kökenli siyasetçiler hem de Türk toplumu bu iki yüzlü ve kirli siyasetin kıskacında kalmaya ve ezilmeye devam edecek.
Cafer Yıldırımer