Türkmen toplulukları, içlerin bir ozan çıktığı zaman büyük şölenler düzenleyip kültürlerinin bu ozanlarca dillendirileceğinden dolayı büyük sevinçler yaşarlardı.
Türk dünyasının kültür varlığının önde gelen unsurlarından biri ozanlık geleneğidir. Bu gelenek Türk cumhuriyetleri ve topluluklarında ortak bir mirastır. Ortaklığın temeli; aynı dili, tarihi, kültürü paylaşan kavimlerin aynı kökten beslenmelerine dayanmaktadır.
Atlı-göçebe kültürün temel teması olan kahramanlık, ozan-baksılar tarafından kuşaktan kuşağa aktarılarak destan geleneği oluşmuştur. Efsaneyle tarihin kaynaştırıldığı destan kültürü, sözlü gelenekte oluşmuş, ozan-baksılarca taşınarak aktarılmıştır. Ozan; arzu ve ümitleri dile getirir, halkın yaşayışı ve tarihini yansıtır, sözlü kültürü yayar. Halk şairlerinin devlet yönetimi ve özellikle halk üzerindeki etkileri büyüktür.
Türk dünyasında kazandığı anlam ve fonksiyon itibarıyla halk ozanlığı, belli bir milletin düşünce ve ruh dünyasının söz veya ezgi ile sanata dönüşmesi ve bunun ifade ve icra edilmesidir. Geleneğin yapısını Dede Korkut Destanı’ndan çıkarmak mümkündür.
Ozanlık geleneği, işlevsel olarak dünya edebiyatında yalnızca Türklere has bir olgudur. Bu bakımdan bütün Türk dünyasında bilinmeyen zamanlardan günümüze kadar yapı ve özelliğini devam ettirerek yaşamaktadır.
Karacaoğlan, soy itibarıyla Türkmen olduğunu şiirlerinde övünerek belirtir. Hatta Türkmen alt tasniflerine de girerek Varsak oymağından olduğunu söyler. Karacaoğlan, bu söylemini bir gururlanma biçiminde ifade eder.
“Kozan dağından neslimiz
Arı Türkmen’dir aslımız
Varsak’tır durak yerimiz
Gurbette yâr eğler bizi.”
Dadaloğlu da soyunu ileri sürmekten çekinmez. Dadaloğlu, savaş, kavga ve iddia vardır.
“Kalktı göç eyledi, Avşar elleri
Ağır ağır giden eller, bizimdir.
Arap atlar yakın eder ırağı
Yüce dağdan aşan yollar bizimdir.”
Karacaoğlan 17.yüzyılda yaşamış bir ozan olarak , ‘’Hazır ol vaktine Nemçe kıralı’’ diyecek kadar devletin yanında yer alır. Dadaloğlu 19.yüzyılda yaşamış, devletle arasına husumet koyan bir ozanımızdır.
“Hakkımızda devlet vermiş fermanı
Ferman padişahın dağlar bizimdir” diyerek bu husumeti daha ileri noktalara götürür. Karacaoğlan ve Dadaloğlu ‘nun soyu Türkmen olmasına rağmen devlete karşı ayrı davranış sergileyecek bir konumdadır. Anadolu’da Türkmen topluluklarının tarihi seyir içinde devletle değişik amaçlar için çatışmaları olmuştur. Bunun yanı sıra devletin dayandığı temel unsur, “millet-i asli” denilen Türkmenler olmuştur.
Buradan sözü Türkmen yurdu Emirdağ’dan yetişmiş, hayatına Belçika’da devam eden Ozan Fakı Edeer’e getirmek istiyorum.
“Bize Türkmen derle Oğuz’dur soyum
Muscalı oymağım Bozulus boyum
Rakka uğrağımdır Emirdağ köyüm
Türkmen derler bize Oğuz dilinde”
Tıpkı diğer aşiret ozanlarında gördüğümüz gibi Fakı Edeer’de de yüksek bir Türkmenlik şuuru bulunmaktadır. Bu durum, onun çocukluk ve gençlik dönemlerini yaşadığı Emirdağ kültüründen kaynaklanmaktadır. Zira Emirdağ halkının güzel söze ve şiirli anlatıma büyük bir yatkınlığı bulunmaktadır. Emirdağ’da hâlâ ağıtlar yakılmakta, türküler söylenmektedir. 50-60 yıl önce bu sözlü edebiyat verimleri daha canlı bir şekilde yaşamaktaydı. İşte Ozan Fakı Edeer bu zengin gelenekten alabildiğine beslenmiş ve bu kültürden aldıklarını yedi eserinde işleyerek vermiştir.
Ozan Fakı Edeer’in baba evi Emirdağ deresinin kenarındadır. Çay deresi , Mart sonundan başlayarak dört ay boyunca akar. Islah edilmeden önce taşkınlar olurdu. Bir gün yine taşkın oldu. Halk , cana ve mala zararı olmaması için tedbirler almaya başladı. Bu arada sele bakan Ozan Fakı Edeer’in ayaklarının ucunda bir girdap oluştu. Oluşan girdapta bir kitap dönüp duruyordu. Ozanımız zorlukla bu kitabı aldı, kuruttu, okunur hâle getirdi. Evet bu kitap, ‘’Türk Halk Şiiri Antolojisi’’ ydi. Edeer , 11 yaşlarındaydı, öksüz kalmıştı, gönlü dolup taşmaktaydı. O, şiire sığındı, antolojideki şiirlerin hepsini ezberledi, kendine göre besteledi. Bu arada bağlamayla tanıştı. Bağlama çalmayı kendi kendine öğrendi. Kendi şiirlerini çalıp söyledi. Rüyalar gördü, büyük ozanlarla tanıştı. Hep arayış içinde oldu.
Birçok memleketlisi gibi yolu gurbete çıktı, Belçika’ya gitti. Ozanların çektiği çileleri yaşıyordu adeta. Gurbeti tanıdı, sıla hasretiyle yanıp tutuştu. Gurbetçi hemşehrilerinin kültür elçisi olarak ağıtlar yaktı, türküler söyledi. Gurbet-sıla dengesini kurarak vatana bağlılık duygularını hep canlı tuttu. Bu görev, aslında sanki ilahi bir vazife gibiydi.
“Fakı’yım figanım gurbet ellerden
Ayrıyım yıllardır bizim köylerden
Laleden sümbülden gonca güllerden
Alnımda yazımın karası gurbet”
Ozan Fakı Edeer, her dizesinde buram buram vatan – millet temalarını işledi. Tıpkı, diğer Türkmen ozanları gibi soya bağlılığı erdem saydı. Bugün yurt içinde ve yurt dışında konser ve sohbetleri dolup taşmaktadır.
“Âşık Fakı’m Afyon Emirdağlıyım,
Türkmen’im Yörük’üm, Karabağlıyım,
Yarı kazalıyım yarı köylüyüm,
Vatan bizsiz biz vatansız olmuyor.”
Şimdi söz Ozan Fakı Edeer’de ; ‘’ Hayat beni çocukluğumu yaşatmadan büyüttü. Çocukluğum anamı kaybettiğim gün bitti. İhtiyarların aksakalı gazilerin savaş hatıralarıyla olgunlaştım. Keçe döşeli, ağaç tavanlı, yağlamlarınışığında sohbetler dinledim. Sevgiyi öğrendiğim ilk sevdiğimde ana sevgisi kadar olmasa da. Büyük hayaller kurmadım, olmayacağını bildiğim için.
Daima mütevazı düşündüm. Hayatı paylaşmayı çok sevdim, oldum olası, ekmeğimi suyumu neşemi acılarımı.
En derin yakınlarımda yalnız olamayacağımı anladım.
Sevdim insanları vücudumun bir zerresi olarak kabullendim âlemi.
Üzülerek seyrederim küreselleşen dünyanın sosyal adaletsizliğini.
Hep nefretle baktım geçmişteki ve günümüzdeki savaşlara, ağlatmışlardır beni. Savaşın mutlak mağlubu çocuklar.
Nefretle bakmışımdır emperyalist devletlerin istilalarına ve liderlerinin sevimsiz yüzlerine. Sanki dünya onlara kalacak, şu ölümlü âlemde mazlumlar için yalvarırım Tanrı’ya. Değiştiremeyeceğime göre dünyayı. Davayı korumayı sevmeyi öğrensek bari. Zira çok geç kaldık galiba?’’
Ozan Fakı Edeer, şimdi gurbette ulu bir çınar olarak, Türkmen kültürünü yaymakta, yaşatmakta, yeni nesillere ocaklarda öğretmektedir. Biz onda, toplumumuzun değerlerini, üzüntülerini, hayâllerini ve gerçeklerini yaşamaktayız.
Ahmet Urfalı