Toplumsal hayatın ürünü olan kültür, toplumsal birliği ve sağlayan en ayırt edici özelliklerden biridir. Kültür, bir toplumun maddi ve manevi alanlarda oluşturduğu ürünlerin tümüdür.Temel gereksinimlerin elde edilmesi için kullanılan her çeşit teknik, araç gereç, düşünce, tutum, davranış ve yaşama biçimleri kültürü oluşturur. Oluşan bu bütünün, genç kuşaklara aktarılması, toplumsallaşma yoluyla gerçekleşir. Sosyalleşme, bireyin doğumdan başlayarak toplum üyeliğini kazanmasında geçirdiği aşamaların tümünü kapsar
Toplumsal çevre etkeni, insanın sosyal bir varlık olması ile ilgilidir. İnsanın toplumsallaşmasında doğuştan getirdiği güç, çok önemli olmasına karşın yeterli değildir. Bireyin toplumsal bir kişi durumuna gelmesi için toplumun da katkısı gereklidir. Birey, kişiliğin en önemli özelliklerini toplumdan alır. Çünkü toplum bireyi sürekli etkiler. Ona kendi dilini, değer sistemlerini, ideallerini, herkes tarafından kabul edilen ve beğenilen davranış tarzlarını benimsetir. Birey, içinde yaşadığı topluma göre toplumsallaşır. Başka bir deyişle toplumsallaşma belli bir yerde, belli bir zamanda yaşamakta olan belli bir topluma göre olur.
İnsanın kendi ülkesinden farklı bir ülkeye gittiğinde karşılaştığı kültürel farklılıklara duyduğu tepkilere kültür şoku denir. Gidilen ülkedeki hemen her şeyin farklı bir durumu vardır. Bu durum karşısında insan, birkaç gün o çevreyi tanımak için yoğun bir gayret sarf eder. Sürekli olarak içinde yetiştiği kültürle karşılaştığı kültürü kıyaslar.İnsan; evini, ailesini, arkadaşlarını özlemeye başlar. Huzursuz ve sinirli olur. Kendine olan güveninin kaybetme korkusuna kapılır. Politik, dini, kadın- erkek ilişkileri, komşuluk, sosyal paylaşım gibi pek çok toplumsal değir ve yargının farklılığı insanı karamsarlığa ve ümitsizliğe sürükler. Ancak insan bu durumdan amacını düşünerek, anlayışlı olmaya çalışarak çıkabilir.
Bir milletin fertlerini birbirine bağlayan temel öğe dildir, kültürdür. Milet, kimliğini dili sayesinde kazanır. Bu bakımdan yabancı bir ülkede en çok aranan şey, Türkçe’dir. Bu dönemde kimlik bilinci çok kuvvetlenir. Aynı dili konuşanlar, hemşehriler arasında güçlü bir dayanışma meydana gelir. Kültürel değerleri korumak amacıyla örgütlenme yoluna gidilir.
Bu arada bazı yetenekli kişiler, kendi toplumundan uzaklaşarak, yabancı toplum içinde kendine yer edinmeye çalışır. Bu sınıf, melez bir kültürün içine girer. Bu durum kök değerleri küçümsemeyi, öz- toplumunu kötülemeyi beraberinde getirir. Bu gönüllü mankurtlaşmadır. Bu kültürel şokun sonucunda ortaya çıkan kültürel yozlaşmadır.
Şimdi asıl sorun, üçüncü kuşaktan başlayarak yoğun kazanan kültürel şokun ve buna bağlı olarak gelişen kültürel yozlaşmanın önünü alabilmektir.Yoksa dördüncü kuşağın ardından yozlaşma çığ gibi gelişecektir. İşsizlik, yabancı düşmanlığı, boşanmalar, geçimsizlik, uyumsuzluk… gibi pek çok sorun önümüzdeki yıllarda hızını daha da artıracak gibi görünmektedir. Her şey toz-pembe değil. İhtiyar Avrupa’nın gücü yeni sorunları kaldıramayacaktır. Bu bakımdan Avrupa Türklüğü yeni sorunlara hazırlıklı olmalıdır. Bunu yaparken kendi millet ve devletlerine sahip çıkmalıdır. Yetkililerin ve yarınlara kafa yoran kişilerin yapması gereken milli kültürü yaşanır hale getirmek ve onu sonsuza kadar devam ettirmektir, dünyanın neresinde olsun.
Ahmet Urfalı